|
Berlin Film Festivali günleri...Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 02 Mart 2008 02:44:45 Başbakan R. T. Erdoğan, Nazilerin kundakladığı evde ölen on kişinin ailesini ziyaret etti Ludwigshafen'de. Politikacıların sözleri sabun köpüğü gibidir. Anında uçup gider ve geriye bir şey kalmaz.
Berlin Günceleri 4– 10 Şubat 2008 4 Şubat, Pazartesi Bugün Berlin’in en şık kitapevine gittim. Kolhaas, Literaturhaus’un altında. Bina çok güzel! Misafirhanesi, sergi ve toplantı salonu, kafe/bar ve kitapçısıyla Berlin’in gözde yerlerinden biri Literarturhaus (Edebiyat Evi). Yazın bahçesinde oturulabiliyor. Kocaman bir atkestanesi vardı, kestiler çürüdüğü için. Kentin merkezinde ferah bir yer burası. Sonra Hugendubel’e gittim. Bu da bir kitapçı ama nasıl bir yer! Kolhaas’ın yüz katı! Buranın hoş bir pastanesi var. Kimse rahatsız etmeden kitabınızı saatlerce okuyabilirsiniz. Sevdiğim mekânlardan (Literaturhaus’a gitmemişsem) biri de burasıdır. Bu devasa kitapevinin yayımladığı Büchermenschen (Kitap Dostları) yeni yayınları tanıtıyor. Epeyce yeni kitap işaretledim. 5 Şubat, Salı Daha önce Möll ve Solingen’de de evler yakılmış, Türkler cayır cayır yanmıştı. İki gün önce de yine aynısı oldu. Dokuz kişi yanarak can verdi. Nazilerin yabancılara karşı tutumları sertleşiyor. Göçmenler üzerinden oy sağlamaya çalışıyorlar ve Almanya’yı uçurumun kenarına itiyorlar durmadan. Korku ve dehşet saçarak göçmenleri kaçırma derdindeler. Almanya korkutuyor beni. Kendimi huzurlu bulmuyorum burada. Türkiye bir başka cehennem! Türbana sarıldı o güzelim ülke; türban yiyecek ülkemin başını! Orada da korku ve huzursuzluk kol geziyor! Sakin bir yer mi acaba düş kurup durduğum Ayvalık? Erotologya? (2000) kitabında Hulki Aktunç bu konuyu şöyle dile getiriyor eşimle benim başımıza gelen bir olayı da içine alarak: “Gün geçmiyor ki ‘dazlaklar bir Türkü öldürdü, bir Türk işyeri yakıldı,” benzeri haberler almayalım... Irkçı eğilim gittikçe azıyor, ırkçı eylemler sapkın bir ‘pop kültür’ün zehrini saçıp duruyor. Uzun yıllardır Berlin’de yaşayan, edebiyatımıza ‘Şiir-lik’ler armağan eden dostum, ‘dünyanın taşlarını sulayan’ şair Gültekin Emre anlattı: ‘Eşimle otobüs durağındaydık, konuşuyorduk, bir iki Alman ‘burası Almanya, Almanca konuş,’ diye uyardılar bizi; eskiden olmazdı böyle şeyler”. (Benzeri bir rezilliğin 1960’larda Türkiye’de de görüldüğünü hiç unutmayalım: ‘Vatandaş Türkçe konuş!’) Alçaklık diz boyu.“ 6 Şubat, Çarşamba Gizli Alanlar (1997), İz Sürmek (2001), Cendere (2003) bu üç kitapla sürdürdüğü gizeme Güven Turan, Çıkış’ı da ekledi geçtiğimiz günlerde. “sekizi geceyle günü eşitleyen” tek bir şiirden oluşuyor bu yeni kitabı. Zamanla birlikte uzamın, tenin, ömrün, düşün, gerçeğin gizli alanlarına sokulmaya çalışıyor bu dört kitapta. Ses boşluklarına, kısa vuruşlara, “es”lere yaslı bir iç mologu gece ve gündüze yayarak sürdürüyor. “Geceye kulak” kesilir. “Maviyle turuncunun / kaynaştığı / lâciverdî saatler”de, “dil” ve “ağız” “mühürlü”dür. Gözün görmediklerini görmeye çalışır renkler ve bitkiler dünyasından yansıyanlarla. “Yazmak”sa elbette “uçurumun kıyısında / tutunmaktır”. “Asmagül”, “ballıbabalar”, “hardalotları”, “katırtırnakları”, “peygamberçiçekleri”, bir de “Alp çiçeği” dizelerde can veriyor imgelerin ötesinde. 7 Şubat, Perşembe 58. Berlin Film Festivali resmen başladı. Basın kartımı ve posta kutumun anahtarını, programı aldım. Filmlerle ilgili ne varsa topladım. Büyük heyecan 17 Şubat’a kadar sürecek. Geçen yıl bir Berlinale Günlüğü tutmuştum. Bu yıl da niyetliyim gördüğüm filmleri gün gün not etmeye. Martin Scorseses, Rolling Stones’un New York konserini belgelemiş. Açılış filmi. Berlin’in reklamı için iyi çıkış oldu bu konser filmi. Başbakan R. T. Erdoğan, Nazilerin kundakladığı evde ölen on kişinin ailesini ziyaret etti Ludwigshafen’de. Politikacıların sözleri sabun köpüğü gibidir. Anında uçup gider ve geriye bir şey kalmaz. 8 Şubat, Cuma Mimarlık öğrencisi bir kadınla evli bir adamın ilişkisinin irdelendiği Fin filmi büyük kent insanının dramını ele alıyor. Eşlerin birbirlerini aldatmaları, ruhsal bunalımlar, ayrılmalar... Berlinale Palast’in önü ana baba günü! Türk-Alman İşadamları Birliği’nin yeni yıl yemeğinde epeyce tanıdık gördüm. Yemekler bol ve çeşitliydi. Rakı yoktu. Güney Afrika şarapları çok güzeldi! Gece, bol yıldızlı. İlkyaz havası. 9 Şubat, Cumartesi Kaza geçiren bir gencin bir gününü ele alıyor İspanyol filmi, “Lake Taho”e. Yönetmen sahne değişimlerinde uzun boşlukları yeğlemiş. Tarkovski’ye öykünen bir dil yakalamaya çalışılmış. Kaza yapan gencin babasının öldüğü filmin sonuna doğru ortaya çıkıyor. “Julia”. İngiliz filmi. Alkol sorununu, yalnızlığı ve önüne gelen erkekle yatan bir kadının dünyasını ele alıyor yönetmen. Sonra bir çocuk kaçırma meselesi çıkıyor ortaya. Giderek hızlanan tempoyla iyice anlaşılamadan bitiyor film. Günün 3. filmi de çocuk kaçırmayı konu ediniyor. Uyuşturucu, seks. Son iki filmi sevemedim. Bir tanıdığa davetliyiz. Nasıl zengin bir sofra! Yarım şişe rakı içtim de bana mısın demedi! 10 Şubat, Pazar İlk film: “Serçelerin Şarkısı”: Devekuşu çiftliğinden kaçan bir devekuşunun peşine takılan bir adam. Aynı adam motosikletiyle adam taşıyor. Büyük kızı kulaklıkla duyabiliyor. Ona yeni kulaklık almak için para biriktiriyor. İranlı bir ailenin günlük yaşamından çarpıcı kesitler sunuyor yönetmen Macid Macidi. Yılmaz Güney’den bir şeyler var bu filmde. İngiliz filmi “Elegy”, tiyatro eleştirileri de yazan saat tarihçisi bir öğretim görevlisinin kendisinden 30 yaş küçük öğrencisine âşık olmasını ele alıyor. Yaş sorgulaması ve aşk ön plana çıkıyor filmde. Genç kadın göğüs kanseri oluyor. Filmdeki dramı tam olarak yakalayamadım. Ünlü oyuncu Ben Kingsley, güzel yıldız Penélope Cruz da kurtaramıyor filmi. Son film yarışma dışı. Erkek çocuğuna çok kötü davranan bir yazarı ele almış yönetmen Dennis Lee. Kötü davranılan çocuk da yazar oluyor büyüyünce. Babanın dramı havada kalmış bence. Türk filmcilerin düzenlediği Kuru Fasulye Partisi’ne gidemedim.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|