|
|
“Yenikapılı Kemal”Kategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Tayfun Şahin | 06 Ağustos 2016 03:30:42 “Kırmızı Çizgi”; ülkelerin, kurumların ya da bireylerin “vazgeçemeyecekleri, bedel ödemeyi göz alabilecekleri” tercihleri anlatmak için sıkça kullanılan bir tanım. Ülkeleri göz önüne alırsak kırmızı çizgiler “beka sorununa” yani “varlık-yokluk” sorununa karşılık gelir.
Ancak tarih bize göstermiştir ki “kırmızı çizgilere” sahip olmak aynı zamanda “gereğini” yapmayı da zorunlu kılar. Örneğin Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurulursa bu benim kırmızı çizgimdir, beka sorunumdur derseniz bunun gereği; icap ederse silahlı kuvvetlerinizle oluşumu engellemektir. Ülkeler, kurumlar ve bireyler için kırmızı çizgiler adeta yol haritası gibidir. Vazgeçilmezlerine işaret edenler aslında nelerden ne kadar vazgeçebileceklerini de ortaya koymuş olurlar. Zira dokunulmaz alanı referans aldığınızda üç aşağı beş yukarı pazarlık yapılabilecek alanlar da ortaya çıkmış olur. Bu yönüyle kırmızı çizgiler, objektif ya da subjektif kriterlere dayansa da “tanımlayıcı, belirleyici ve bağlayıcı” ifadelerdir. Her saniye değişmezler. Her gün esnemezler. Kırmızı çizgiler, çoğu zaman on yıllar boyunca sabit kalırlar. Ancak zaman zaman belli ülkeler ya da kişiler ilan edilen “kırmızı çizgileri” test etmek isteyebilirler. Örneğin bir siyasi parti “laikliği” kırmızı çizgi olarak ilan ettiyse rakip partiler 4+4+4 gibi gerici yasalar çıkarmak isteyebilir. Bununla yetinmeyip tüm okullar İmam Hatip olsun diye girişimlerde bulunabilirler. Zira siz laikliği vazgeçilmez olarak görürken rakibiniz de her şeyin dine dayalı olmasını vazgeçilmez olarak görebilir. Böylece kırmızı çizgiler test edilmeye ve zorlanmaya başlar. Her iki taraf da kararlı ve yeterince güçlüyse çatışmaktan başka çare yoktur. Biri, kendi iradesini zorla da olsa diğerine kabul ettirmek için vuruşacaktır. Fakat bazen öyle olaylar olur ki kırmızı çizgilerin aslında pembe olduğu ya da çizgi bile olmadığı açığa çıkıverir. Örneğin bir siyasi parti “dürüstlük” benim kırmızı çizgim dedikten sonra “hırsızlığı tescilli” belediye başkan adayları gösterirse çizgilerin aslında pembe olduğu görülmüş olur. Ya da bir ülke bu benim beka sorunum diye “Kardak” isimli bir kayalığa asker çıkarırsa ve diğer ülke o kayalıktaki bayrağı alıp sökerse aslında çizgilerin bile olmadığı anlaşıldığı gibi “ciddi olarak madara da” olunur. Bir kez madara olduğunuzda ciddiyetiniz azalır. Başka bir kırmızı çizgi sebebiyle tekrar boşluğa düşerseniz iyice itibar kaybederseniz. Ve eğer “kırmızı çizgilerim” dediğiniz her şey birileri tarafından çiğneniyorsa artık kimse sizi ciddiye almaz. Örneğin AKP’nın dış politikası bu duruma en iyi örnektir. “Kimse bizim gücümüzü test etmesin!” deyip deyip geri adım atılırsa birileri de çıkar ve “Boş verin onları! Onlar bağırır bağırır susarlar!” deyiverir. Öyleyse kırmızı çizgi siyaseti izlemek zordur ve bedeli ağır olur. Hele hele söz konusu olan siyasetse “itibar, inandırıcılık, samimiyet, dürüstlük” gibi tüm kavramlar arka arkaya aynı noktalara yani kırmızı çizgilere bağlanmış olurlar. Kişisel olarak dünyanın en dürüst insanı olsanız da, kursağınızdan tek lokma haram geçmemiş olsa da “yapmam, yaptırmam, gitmem, kabul etmem” gibi net ifadeler kurup tam tersini yaparsanız dürüstlüğünüz de, samimiyetiniz de tartışma konusu olur. Oysa siyasetçi için en önemli şeylerden biri kişisel “itibarıdır!” Siyasetçiler itibarlarını kaybetmektense, söylediklerini inkâr etmektense ya da bazen geri adım atmaktansa seçim kaybetmeyi, oy kaybetmeyi ya da maddi kayıplar vermeyi göze almalıdırlar. Zaten bunu yapan siyasetçiler “ilkeli, tutarlı, kararlı” siyasetçiler olarak tarihe geçerler. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk öyle bir siyasetçidir. Kırmızı çizgileri konusunda hassas davranmış ve kararlılığını da kimseye tartışma konusu yaptırmamıştır. Kuruluşun Meclisinde baş gösteren huzursuzluklar üzerine kürsüye çıkıp: “Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı’na çıkar. Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.” Diye haykırır.Mustafa Kemal, kırmızı çizgilerini açıklamıştır! Ankara ve Meclis terk olunmayacaktır. Herkes bilir ki Mustafa Kemal dediğini yapar. Bu konuşmanın üzerinden 2 yıl geçtikten sonra Mustafa Kemal, Saltanatın kaldırılması tartışmalarının yaşandığı Meclis’e şu şekilde seslenir: “Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşmeyle, münakaşayla verilmez. Egemenlik, saltanat; kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” Herkes bilir ki Mustafa Kemal, kırmızı çizgileri çiğnetmeyecektir. Öyle de olur. Mustafa Kemal, ömrü boyunca kırmızı çizgilerini net olarak ortaya koymuş ve “gereğini” yapmıştır. Şimdi Mustafa Kemal’in koltuğunda oturan kişi Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Kılıçdaroğlu dürüst bir insandır. Kılıçdaroğlu namuslu bir adamdır. Kılıçdaroğlu güzel bir adamdır. Fakat Sayın Kılıçdaroğlu söylediği sözlerin “gereğini yapmamaktadır.” Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “diktatör bozuntusu demiştir”; haklıdır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “ Senin dişlerin de kanlı!” demiştir; haklıdır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “Başbakan’a karşı Saray Darbesi yaptın!” demiştir; haklıdır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a, AKP’ye, Davutoğlu’na ,… herkese bir şeyler demiştir ve bana göre haklıdır. Fakat Sayın Kılıçdaroğlu, sözleri söyledikten sonra “gereğini hiç yapmamıştır.” Bu anlamda kırmızı çizgilerini tek tek silmek zorunda kalmıştır. Meclis’te yemin etmeme kararı almıştır ve gereğini yapamamıştır. Kaçak Saray’a gitmeme kararı almıştır ve gereğini yapmamıştır. Gezide yüzümüzü ağartan gençlere değişim sözü vermiştir ve gereğini yapmamıştır. Abdocan’a, Ali İsmail’e, Etem’e, Berkinimize hakaretler edenleri bilmektedir ama “gereğini yapmamıştır!” Şimdi de gidip darbelere karşı iyiniyetli işbirliği çabamızı göstermek için Yenikapı’da kendini “başkan” ilan eden Erdoğan konuşurken arkasında Yıldırım ve Bahçeli’yle beraber durmaya karar vermiştir. Dişlerin de kanlı dediği kişiyle “el ele” tutuşup, aralarında Mehmetçiklerimizi linç edenlerin de olduğu bir kitleye “dombra dombra tey tey tey” demeye hazırlanmaktadır. İşte bu, tam manasıyla tüm “kırmızı çizgileri” ihlal etmek ve geri dönülemeyecek şekilde AKP ve Erdoğan propagandasına esir olmak demektir. Bilinmelidir ki söz uçar görüntü akılda asılı kalır. Kendini başkan ilan eden Erdoğan; Türk ordusunu dağıtırken, Harp Okullarını kapatırken, kendi elleriyle yerleştirdiği FETÖ’cüleri tasfiye adı altında kendi “devletini” kurarken “Yenikapı’ya” gitmek: Erdoğan’a teslim olmak demektir. 14 yıllık zulümden sonra hala “bize şöyle derler, bizi darbecilikle suçlarlar” diye korkup da Yenikapı’ya gitmek Gezi Gençliğine hakaret demektir. Eğitimi gericileştirmekten vazgeçmeyen, Gezi Şehitlerimiz için bir kez bile üzüntü ifade etmeyen, Berkin’imizi yuhalattığı için pişman olduğunu söylemeyen, AKP’li değil diye milyonlarca genci işsizliğe, açlığa, yoksulluğa mahkûm eden ama asla özür dilemeyen, Kemalist Cumhuriyetin her taşından nefret ettiğini hala her eylemiyle haykıran birinin yanında olmak, onunla el sallamak, kurulan “dayanışma tiyatrosunda” sahne almak; artık siyaset yapmayacağım demektir… Eğer tabanın sesine kulak vermez ve Erdoğan’ı kutsamak anlamına gelecek olan o mitinge giderseniz bilin ki Gandi Kemal olarak kalamazsınız. Bilin ki Dersimli Kemal olarak kalamazsınız. Bilin ki Yurttaş Kemal olarak da kalamazsınız. Bilin diye söylüyorum: Giderseniz “Yenikapılı Kemal” olarak kalırsınız ve inandırıcılığınızı sonsuza kadar kaybedersiniz. Öyleyse Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturan siz Genel Başkanımdan rica ediyorum. Lütfen, size Yenikapı’ya gidin diyenlerin tamamını görevden uzaklaştırın ve Cumhuriyet Halk Partililerin sinesine dönün. Aksi durumda siyaset üretemeyecek kadar “itibar kaybına” uğrayacağınızı bilin.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|