|
|
Türk edebiyatında öykü - II -Kategori: Araştırma | 4 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 10 Haziran 2016 07:42:33 1950’ler - Bu döneme damgasını vuran öykücüler Haldun Taner, Ziya Osman Saba, Aziz Nesin, Tarık Buğra, Onat Kutlar, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K., Vüsat O Bener. Bunlardan beni en çok etkilemiş olan öykücü, Vüsat O Bener.
Kendine özgü anlatımı olan, gerçekçi, biraz karanlık öykülerle edebiyatımızda farklı bir yeri var onun. Öykü kişileri kimi zaman kötücül sanki ama belki de herkesde olan bir kötücüllük bu. Sanki bilinç altına sıkışıp kalmışları yakalıyor, anlatıyor. Kovuk öyküsünden kısa bir alıntı okuyacağım. “İhtiyar sızlanıyor... “Bana neler yapıyorlar. Kendileri geziyorlar. Eğleniyorlar. Ne olur ha bir de beni götürün.” Dirseğiyle ezme tabağını itti, düşecek şimdi. Düşmesini önleyebilirim. Sinsi bir bekleyişle bakıyorum. “ Öyküdeki ihtiyar kadının gözleri görmüyor. Önündeki tabağı yanlışlıkla itiyor, düştü düşecek ve öykünün anlatıcısı tuhaf bir ruh haliyle, tabak düşsün diye bekliyor. Elini uzatıp yardımcı olmuyor. Kötü biri de değil o, sıradan bir insan. Hatta ihtiyar kadın, kadının çocukları onu seviyorlar. İşte buna benzer ruh durumlarını Vüsat O Bener bence çok güzel hissettiiyor. Ya da Havva öyküsü... Bir paragraf da ondan okuyayım. Evin kızı, besleme kız Havva’yı anlatıyor. “Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki. Yamyassı. Tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu. Pis, hırsız. Bari bir işe yarasa. Miskin. Üstüne bir de ağır. Sekiz saatte bir bulaşğın içinden çıkamaz.“ Vüsat O Bener’in Dost adlı öyküsü büyük ses getirmiş, 1950’de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin birlikte düzenlediği yarışmada üçüncülük kazanmış. Başka bazı öyküleri de İngilizceye, Fransızcaya çevrilerek yayımlanmış. 1960’lar, 1970’ler Leyla Erbil, Bilge Karasu, Sevim Burak, Demir Özlü, Necati Tosuner, Bekir Yıldız, Necati Cumalı, Ferit Edgü, Selim İleri... Selim İleri’nin Gelinlik Kız adlı öyküsü çok sevdiğim öykülerinden. Birkaç satır okumak istiyorum. “Çocukken gidilen evler iki türlüydü. Annemin seçtiği dostluklar ve gitmek zorunda kaldığı yerler. Annemin gönlünce kurduğu dostlukları severdim ben. Çoğu dünyadan elini eteğini çekmiş kimselerdi. Kapıdan kedi adımlarıyla çıkıyoruz. Sonra sokak, yazsa daha bir iç açıcı serinlikte, sonbaharı yaşıyorsak iyicene iliklerimizi ısıtan ılık güneşlerle dolardı.” Böyle diyor, sonra annesinin sevmediği değil de, sevdiği dostlara gidiyor oldukları zamanki ruh halini, çevredeki her şeyin nasıl da değiştiğini anlatmayı sürdürüyor. “Annemin yeniden genç kız gibi yollardan geçtiği sıralarda yağmurdan bile gönenirdim. Bu yağmurlar ergenli yıllarımın ve şimdinin yağmurlarına yabancıdır. Rüzgar üşütmezdi; soğuk rüzgarlar yağmurluğumun yakasını, eteklerini açıp uçurtmazdı. Yağmurda yürüyüşlerimiz... tramvayların, otobüslerin, vapurların, ender bindiğimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu. Damlanın bütünleşerek cama çarpışı; dağılarak kendine su yolu açıyor. Binlerce resim çizerdim kafamda...” 70’li yılların diğer yazarları... Yine çeşitli, yine zengin. Daha önce de dediğim gibi öykücülüğümüz gerçekten hep dolu dolu. Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Tomris Uyar, Tezer Özlü, Pınar Kür, Nazlı Eray, Gülten Dayıoğlu... Füruzan, günümüz öykücülüğünün önemli adlarından biri. Firuzan'ın ortamı yoksul semtlerdir. Sömürülen genç kızlar, kadınlar, acılar içinde bırakılmış insanlar... Ülkemizin toplumsal yapısındaki bozukluklar gözler önüne dökülür öykülerinde. Olduğu gibi anlatır onları, umut var gibidir önce ama sanki yitip gider umutlar. Öykü kahramanları toplumun onları götürdüğü yere sürüklenir giderler. Adalet Ağaoğlu, romanlarıyla tanınmasına rağmen, çok güzel öyküleri de olan bir yazar. Romanlarında olduğu gibi öykülerinde de, toplumsal bilinç vardır. Öykü kişileri, sokaktaki sıradan kişiler değil, toplumsal, siyasal ve düşünsel bakımdan öne çıkmış kişilerdir. Onun Şiir ve Sinek adlı öyküsünü çok severim. Bir anneyle kızını anlatıyor bu öykü. Üniversitede okuyan genç kız , üniversite birkaç gün için kapanınca (üniversitelerde sürekli olay olan, boykotlar olan yıllar bu yıllar) eve geliyor. Annesi için bir şiir yazmıştır, bütün isteği onu annesine armağan etmek, gider gitmez annesini karşısına oturtup okumaktır. Anneyse aşırı ilgisiyle, ona sürekli yemek sunarak, ah ah yurtlarda iğne iplik kalmışsın, sana börek yapayım, şunu yapayım bunu yapayım diyerek, sonra başka ev işleriyle oyalanarak kızının şiiri okumasına bir türlü fırsat tanımıyor. Kötü niyetli değil tabii ki anne. İkisi arasında büyük bir sevgi bağı var. Öykü, anneyle kızının bambaşka boyutlarda yaşadığını anlatıyor. Düşünceleri bir türlü kesişmiyor. Aralarındaki bütün sevgiye rağmen, birbirlerini anlamaları bir türlü mümkün olmuyor. Adalet Ağaoğlu özgün anlatımıyla bunu bize mükemmel bir biçimde hissettiyor. 1980 sonrası Benim kuşağımın öykücülerine gelince... Feride Çiçekoğlu, Mahir Öztaş, Murathan Mungan, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Cemil Kavukçu, Ayfer Tunç, Müge İplikçi, Barış Bıçakçı, Murat Yalçın, Hasan Ali Toptaş, Özcan Karabulut. Hepsinin sevdiğim öyküleri var. Yine de benim için öne çıkanlar Cemil Kavukçu, Barış Bıçakçı, Murat Yalçın, Müge İplikçi. Onlar sürekli izlediğim, ne yazsalar hemen alıp okuduğum yazarlar. Ve Cemil Kavukçu’yla, Barış Bıçakçı’nın beni hemen hiçbir zaman düş kırıklığına uğratmadığını, yazdıklarında hep bir şeyler bulduğumu söylemek istiyorum. Cemil Kavukçu, Uzak Noktalara Doğru kitabıyla birdenbire çok ses getirdi, sonraki kitapları Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak, Yalnız Uyuyanlar için ve diğerleriyle de edebiyatımızdaki önemli öykücülerden biri olduğunu kanıtladı. Daha önce hiç anlatılmamış insanları, yaşantıları çok farklı bir dille anlattı. Kasabayı, ergenlik yıllarını, gençlikteki arkadaşlıkları anlattığı çok güzel öyküleri var. Cemil Kavukçu’yu taklit ederek sanıyorum, son yıllarda, aynı türden öyküler yazan öykücüler girdi edebiyatımıza ama olmadı, onun doğal anlatımını yakalayamadılar. Dört Duvar Beş Pencere öyküsünden kısa bir alıntı yapmak istiyorum. Öykünün Kirpi bölümü şöyle başlıyor: “İçinizde Kirpi’yi tanıyan yoktur, olsa olsa adını duymuşsunuzdur. Onu da mı duymadınız? Doğrudur. O öldüğünde bir çoğunuz kısa pantolonla sokakta çember çeviriyordunuz. Mesela sen, kaç yaşındasın? On sekiz mi? Gördün mü bak, Kirpi öleli tam dokuz yıl oluyor. Tahsin öleli ise beş. Zaman nasıl da geçiyor. Tahsin’i bilirsiniz ama değil mi? Evet işte o Tahsin. Postaneyi geçince hemen soldaki sokakta bir meyhane vardı... Şimdi giriş katı tüp bayii olan beş katlı apartman var yerinde. Bildin değil mi? Bir bira daha mı? Olur da gülüm, hep siz ısmarlıyorsunuz, ayıp oluyor. Peki, sağ olun çocuklar....” Böyle rahat, akıcı, doğal bir anlatımı var Cemil Kavukçu’nun. Barış Bıçakçı bir başka özgün yazar. Minimalist yazar diyorlar ve Amerikalı meşhur yazar Raymond Carver’a benzetiyorlar onu. Evet, minimalist bir yazar, çok yalın, duru yazıyor. Belki dilindeki soğuk duruşla, uzaktan bakar gibi halle de biraz benziyor Raymond Carver’a fakat Barış Bıçakçı, bize özgü, tanıdığımız, her gün gördüğümüz, içinde yaşadığımız ama bunun farkında bile olmadığımız şeyleri anlatıyor. Anlattıkları çok iyi bildiğimiz fakat unuttuğumuz ya da farkında olmadığımız şeyler. Romanları da var ama Baharda Yine Geliriz adlı kitabındaki kısacık öyküleri severim en çok. Bu öykülerin hemen hepsi güzeldir bana kalırsa. Avustralya’daki öykücülerimize gelince... Elbette önce Nihat Ziyalan’dan söz etmek gerekir. Nihat abimizi yaptığım grupların içine yerleştirmedim, ayrıca söz etmek istedim ondan. Burdaki herkes biliyordur sanırım, şiir kitapları ve romanlarının yanısıra, Kısa Pantolonlu Sevda, Severim Pazartesileri ve Üstüme Fazla Gelme Ayçelen adlı üç öykü kitabı var Nihat Ziyalan’ın. Çoğunlukla yaşadıklarından yola çıkan sıcak, insancıl, hüzünlü olduğunda bile umudu bırakmayan öyküler. Severim Pazartesleri, Garson Bey, Keman Solo, Küsük, Vapurun Dalgasına Keyfimden mi Yakalandım ve daha bir çok sevdiğim öyküsü var onun. Avustralya’daki bir başka öykücümüz, Melbourne’da yaşayan yazar arkadaşımız Deniz Günal. Deniz’in Emine Hatun, Dağ Çiçekleri ve birkaç ay önce yayımlanan İstasyon Öyküleri adlı, içlerinde çok güzel öyküler olan kitapları var. Tiyatro oyuncusu ve yazar Yaman Tüzcet de, Sydney’de yaşayan bir başka çok yönlü sanatçı. Bir Aktörün Serüvenleri , öykü tadında bir anı kitabı. Evet, Avustralya’da bir Türkçe öykü dünyası var, gelişiyor, genişliyor. Sözlerimin sonuna geldim. Bitirirken şunu söylemek istiyorum. Öykü hazinemiz gerçekten çok zengin. Ben öykü okuyucusu olarak öykücülerin çoğunu tanıdığımı düşünürdüm. Bu araştırmayı yaparken, öyle olmadığını, adını duymadığım ya da duysam da okumadığım pek çok öykücü olduğunu fark ettim. Onları da bundan sonra okumayı umuyorum. Öykücülüğümüzde çeşitlilik ve zenginlik günümüzde artarak devam ediyor. Sürekli yeni öykü kitapları yayınlanıyor, yeni öykücüler katılıyor edebiyat dünyasına. Bir öykü kitabını okuduğumuzda, çoğu zaman birkaç öykü ötekilerin arasında öne çıkıyor, ışıldıyor, bütün öyküler aynı derecede etkilemiyor insanı. Onun için, seçme yapacak olsam, en sevdiğim öykücüler mi demeliyim yoksa en sevdiğim öyküler mi, bilmiyorum. Yine de işte bugün burada sözünü ettiğim yazarlar, benim öykücülerim. Öykünün daha çok okunması, herkesin kendi öykücülerini , öykülerini keşfetmesi dileğiyle... (Kaktüs Kitap Kültür Sanat Grubunun toplantısındaki sunumun metnidir.)
YorumlarSaba
{ 23 Temmuz 2016 19:18:33 }
Sevgili hocam, çok teşekkürler. Saygılarımla...
NAZAN KAZAK
{ 23 Haziran 2016 19:10:11 }
SEVGİLİ SABA MERHABA ; EDEBİYAT TARİHİMİZDEN BİR BÖLÜM OKUMUŞ GİBI OLDUM...NE GÜZEL YORUMLAMIŞSIN, ELİNE SAĞLIK...YOLUN AÇIK OLSUN..😊
Saba
{ 20 Haziran 2016 07:35:37 }
cok tesekkurler sevgili Nihat abim.
nihat ziyalan
{ 13 Haziran 2016 18:47:22 }
kutlarım. çok güzel bir çalışma olmuş. saba öymen'in öykücülüğü bence çok önemli. kendisi yazamaz elbette. ama onun ilk okuyucusu olarak hep heyecanlandım. eline sağlık sevgili saba.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|