|
|
Kadın Donkişot ile söyleşi...Kategori: Söyleşiler | Makaleler | 2 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 24 Şubat 2008 02:35:30 Neslihan Acu ile yıllar, yıllar önce tanıştım. İkimiz de üniversiteyi yeni bitirmiş olarak çalışmaya başladığımız şirkette yan yana iki masada otururduk. Günümüzün dokuz saatini geçirdiğimiz, yazsa öğle tatilinde kendimizi bahçesindeki çimenlere attığımız, kışsa karanlıkta girip karanlıkta çıktığımız koca binada kimi zaman çok yoğun çalışırdık.
Kimi zamansa bir an önce akşam olmasını dileyerek, bizi yaşantımızın öbür bölümüne taşıyacak olan servis arabalarını beklerdik.Yaşama, ilişkilere, geleceğe ait sohbetler yapardık böyle zamanlarda. Neslihan geçtiğimiz yıllarda dört roman yazdı ve yayınlattı. Bir süre önce de Medyatava adlı internet gazetesinin köşe yazarları arasına katıldı. Onu sizlere tanıtmak için bir söyleşi yapıyoruz. Neslihan ilk romanın 'Meltem K’yı Kim Öldürdü’de sınıf atlama çabasındaki bir genç kızı, toplumdaki çarpık ilişkileri anlatıyorsun. Neler söyleyeceksin 'Meltem K'yı Kim Öldürdü' üzerine? “Meltem K’yı Kim Öldürdü”, hayli öfkeli bir ruh haliyle yazdığım, ilk roman olmanın avantajlarına ve dezavantajlarına sahip bir kitap. Yine de, orada yarattığım karakterlerden memnunum. Genelde insan psikolojisini derinlemesine ele alan romanları okumayı severim. Simenon en sevdiğim yazarlardan biridir, romanları hem psikolojik derinlik barındırdığı için hem de polisiye tadında olduğu için (Maigret dizisi zaten polisiye, diğer kitaplarından söz ediyorum). Meltem K bir fikir olarak doğduğunda, onu bu tarzda bir kara-psikolojik roman olarak yazmak istemiştim. İlk romanım olduğu için tabii ki tam olarak bunu başardığımı söyleyemem. Yine de genelde olumlu eleştiriler aldım. Bu da çok önemliydi, yeni romanlar yazmak için bana güç verdi. İkinci romanın 'Kadından Donkişot olmaz', Özal döneminin eleştirisi gibi. bu arada medyaya da saldırıyorsun. Evet, Kadından Donkişot Olmaz, Özal döneminin ve son on beş yıldır yaşamın her katmanına dal budak sarmış olan popüler kültürün eleştirisini de içeren bir kadın romanı. 60’ların ve 70’lerin henüz küreselleşmemiş, masum, ideallerini yitirmemiş Türkiye’sine özlem de barındıran bir roman. Türkiye’de son yirmi yıldır hüküm süren kokuşmuşluğun, toplumsal çürümenin en büyük nedeni ve yaratıcısı olarak “medya”yı görüyorum ben. Parayı verenin düdüğü çaldığı, her türlü rezilliğin yaşandığı, herkesin kolunun bacağının birbirine dolandığı bir ilişkiler ağı içersinde, doğru ve tarafsız haberciliğin yapılamadığı bir ortam. Rating denilen sistem yüzünden mahalle kültürü her yana egemen oldu. Oysa olması gereken, o mahalle kültürünü daha iyi bir şeye dönüştürmek, bilgiyi ve sanatı daha yaygın bir şekilde insanlara ulaştırabilmekti. Şu anda “sanat” eğitimli ve paralı küçük bir zümrenin egemenliğinde... Nüfusun eğitimsiz (ya da kötü eğitimli diyelim, çünkü göstermelik bir eğitim sistemi tabii ki var) büyük çoğunluğu ise popüler kültürle zehirlenmekte ve uyuşturulmakta. Bu da tabii ki görsel medya aracılığıyla yapılıyor. Peki medya iyi bir şeyler yapmıyor mu hiç? Popular kültür tanımına girebilecek her şey o kadar kötü mü? Arada bir romantik komediler seyretmeye ya da mesela bir futbol maçı izlemeye hepimizin ihtiyacı var. Arada değil, her zaman seyredilir romantik komediler, maçlar, yarışma programları… Ben bunu kastetmiyorum. Türkiye televizyon kültürü ve kullanımı bakımından başka ülkelere benzemiyor. Çok fazla kanal var. Bunlar üstünde doğru düzgün, aklı başında bir denetim mekanizması yok. RTÜK dizilerdeki ya da sohbet programlarındaki içki bardaklarıyla uğraşıyor sadece. Oysa özellikle gündüz kuşaklarında kadınlara yönelik (ki bu programları sadece kadınlar değil, işsiz kesim de seyrediyor) ve her türlü değeri suistimal eden, mahalle kültürünü her yana pompalayan programlar yayınlanıyor. Prime time dediğimiz akşam saatlerinde, hepsi de birbirinden klişe ve şiddetten geçilmeyen, muhakkak silahların patladığı, son derece düzeysiz diziler var. Şimdi diyeceksiniz ki, öbür tarafta belgesel kanalı da var ya da düzgün filmler, diziler oynatan kanallar da var, gitsin onları seyretsin.. Ne yazık ki o kadar basit değil. İnsanlar çere çöpe çok çabuk alışıyorlar maalesef. Hele ki bizimki gibi eğitim sisteminin içler acısı olduğu bir ülkede. Televizyon iyi kullanıldığında iyi bir araçtır. Ama sömürü maksadıyla kullanıldığında beyinleri uyuşturmaya yarar. Türkiye’de de işlevi budur. İnsanlar saçma sapan şeyleri seyrediyor ve her geçen gün biraz daha aptallaşıyorlar. Bunu hakaret olarak söylemiyorum. Bu bir gerçek. Kullanılmayan akıl geriler. Sırayla gidip, üçüncü romanın 'Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk’tan sözedelim istersen. 'Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk’da gene çarpık bir ilişki var. Ben bu romanının baş kişisi Aysel ile Meltem K. nın biraz benzeştiklerini düşünüyorum. Birbirlerinden farklılar ama benzeyen bir yanları var, saplantılı kişilikleri. Romanlarda hep saplantılı kişilikleri ve saplantılı ilişkileri ele aldığım doğru. Bu da benim saplantım herhalde. Bu bakımdan, karakterlerin birbirlerine az da olsa benzemeleri doğal. Ama tabii biraz ayrıntılı incelediğinizde iki karakter arasında ciddi farklılıklar olduğunu görürsünüz. Meltem, sınıf atlamak için her türlü zorluğu, mücadeleyi, hatta aşağılanmayı göze alan, hırslı, cüretkar, erkekleri kullanmaktan hiç çekinmeyen bir karakterdi. Aysel çok farklı. Hayatını yönlendirmekten aciz, coşkusuz, edilgen, bir erkek tarafından korunup sevilmek isteyen bir genç kadın o. Ama Tarık’la yaşadığı imkansız aşk nedeniyle kişilik değiştiriyor. Romanı zaten o değişimi göstermek için yazdım. Hem Tarık’ın hem de Aysel’in hayatları çok trajik bir şekilde değişiyor. “Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk”, üstünde çok uğraştığım, çok emek verdiğim bir roman. Bu bakımdan ayrı bir yeri vardır bende. Son romanın 'Kuzgunun Şarkısı' ilk üçünden oldukca farklı bir roman. Asu isimli kız çocuğunun ağzından Girit’ten Marmara adasına göç etmis bir aile anlatılıyor. Asu biraz da sensin değil mi? Asu elbette ki biraz benim. Çocukluğumdan itibaren çevremde gördüğüm tipleri ve yaşadığım olayları, epeyce bir mizah sosuyla karıştırarak yazdım bu romanı. Amacım hem bir kız çocuğunun gözünden göçmen bir ailenin trajikomik öyküsünü anlatabilmek, hem de göç olayı üzerine birkaç laf edebilmekti. Tabii olaylar kız çocuğunun gözünden anlatılınca roman ister istemez şenlikli bir hale dönüştü. Oldukça kısa aralıklarla dört roman yazdın. kendini verimli bir yazar olarak görüyor musun? Söylemek istediklerini söyleyebildin mi romanlarında? Evet, oldukça verimli geçti son dört yıl. Oldukça tempolu ve hevesli çalıştım. İnsan her zaman böyle üretken olamıyor. O bakımdan benim için kıymetli bir zaman aralığıydı. Romanlarda söylemek istediklerimi söyleyebildim sanırım. Kadın erkek meseleleri, sınıf farklılıkları, yalnızlıklar, tutkular, imkansız aşklar… Konularım bunlar. Zaten romanda konu o kadar önemli değil. Sahici bir şeyler anlattığınızda konu ne olursa olsun okuru çekebiliyorsunuz. Bütün mesele sahici olabilmek ve canlı bir ruhla yazabilmek... Senaryo çalışmaların var. Roman mı senaryo mu sorusuna ne cevap verirsin? Senaryo yazmak pek keyifli bir iş değil açıkçası. Teknik tarafları ağır basan bir uğraşı. Çok beğendiğiniz bir filmin senaryosunu okumaktan hiç keyif almayabilirsiniz. Çok kuru gelir, tat vermez. Romanda anlatım olanakları çeşitlidir, yazar özgürce kılıktan kılığa girebilir, tarzdan tarza atlayarak meramını dilediği biçimlerde anlatabilir. Roman yazmak bu bakımdan senaryo yazmaktan çok daha keyifli. Ama şurası bir gerçek, roman sanatı 19. yüzyılda, 20. yüzyılın başlarında en parlak dönemini yaşadı. Bizim çağımızda yani şimdi, sinema var artık. Çünkü sinema, bir hikayeyi anlatmak için romanın sunduğu olanaklardan çok daha fazlasını sunuyor bizlere. Ve ulaştığı insan sayısı da romana göre çok fazla. Son zamanlarda senin Medyatava adlı sitede yazılarını okuyoruz. eleştiren, öfkeli ama cesur, aynı zamanda eğlenceli, okuması çok keyifli yazılar bunlar. Medyatava sitesinde yazıyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Çünkü ülkede olan bitene dair söyleyeceğim çok şey var, Medyatava bana o olanağı verdi. Bir de, internet medyasının konvansiyonel medyaya göre çok daha iyi bir platform olduğunu düşünüyorum. Daha hızlı hareket edilebilen, daha esnek bir ortam. Bence internet medyası sayesinde konvansiyonel medya da yavaştan değişmeye başladı, kendisine çekidüzen vermek zorunda kalıyor. Yazılarıma gelince… Genelde olumlu eleştiriler alıyorum. Öfkeli ama aynı zamanda bir fikir tazeliği içeren yazılar olduğu söyleniyor. Bu çok mutluluk verici bir şey. Çünkü günlük yazılar yazarken en önemli şey, yeni ve taze fikir üretebilmektir. Bunu biraz da olsa başarabiliyorsam doğru yoldayım demektir. Yazmak senin için nedir? Yazarlık serüvenin seni mutlu etti mi, ediyor mu? Aslında yazarlık insanı mutlu eden bir uğraşı olamaz bence. Neden dersen, şöyle açıklayayım: Kişinin kendini sanatla ifade edebilmesinin çeşitli yolları var… Müzik, resim, roman, öykü, şiir, heykel, sinema… “Yazmak” kendini ifade edebilmenin en zor hali. Çünkü bu uğraşıda elinde sadece kupkuru kelimeler var. Oysa müzisyenin elinde notalar var, ressamın renkleri var… Onların işi çok daha kolay. Bir yazar olarak o kupkuru kelimelere hayat vermek, onları bestelercesine bir araya getirip öykü ya da roman yazmak çok zor bir iş. Yani yazarlık öyle dışarıdan göründüğü gibi, “a ne güzel oturmuş masa başına önünde bir fincan çay, tıkır tıkır yazıyor” tablosundan çok farklı bir şey. Ama her şeye rağmen, evet yine de mutlu ediyor. Neden dersen, kendini en zor kulvarda ifade ettiğinin bilincindeysen, bunun verdiği haz da büyük oluyor. Ama doğruya doğru, müziğe yeteneğim olsaydı müzisyen olmayı tercih ederdim. Kendimi müzikle ifade etmek beni çok daha mutlu ederdi, bu çok açık. Romanları (Epsilon Yayınevi):
Yorumlardeniz gunal
{ 26 Şubat 2008 06:31:50 }
neslihan acu'nun, `ne guzel bir hiclikti ask` ve `kadindan donkisot olmaz` adli romanlarini okudum.
neslihan, cok daginik, ozensiz kullaniyor dili. ama konulari oylesine carpici, oylesine cesur, oylesine dogal, hakli, gercek bir ofke ile isliyor ki! turk romaninin neslihan acu'nun sesine gereksinimi var. turk romani, neslihan acu'suz eksik! roman okuyuculari NESLIHAN ACU yu okumali. begenir begenmez, sever sevmezler.... ama okumali, onu elestirmeli, yorumlamali, anlatmalilar. neslihan acu'nun, medyatava'daki yazilarinin surekli okuyucusuyum. beni diriltiyor yazilari. romanlarindaki gibi... dogal, gercek ve hakli bir kimi zaman ofke, kimi zaman mizah ile yaziyor neslihan. buradan, neslihan acu'ya sevgilerimi yolluyorum. ve diyorum ki: neslihan! keske senin gibi daha cok kadin daha cok aydin olsa! keske senin gibiler meclisi doldursa. benim OYUM sana neslihan. tek basina da olsan sana. saba... bu soylesi icin tesekkurler. sevgiyle.... deniz nihat ziyalan
{ 24 Şubat 2008 08:20:05 }
IKI GUZEL INSAN
Diğer Sayfalar: 1. neslihan acu`yu bana saba oymen tanistirdi. hayran oldugum bir dobraligi vardir neslihan`in. cogu iletilerimiz keskin kilic gibidir ama yaralamaz. cunku odunsuz bir dostluk adinadir yapilanlar. neslihan acu begendigim birkac romancidan biridir. her romanini heyecanlanarak okudum. romanlarinda ozgunluk, yaraticilik vardir. bir de www.medyatava.com adresinde jilet gibi keskin zehir gibi aci yazilar yaziyor. o yazilari okudukca ulkeme sahiplenen birirleri var diye yuregime su serpilir. begendigim yazara, sevgili neslihan acu`ya sydney`den dostlukla. soylesi icin elbette oykucu saba oymen`e de tesekkurler.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|