|
|
Ankara Saldırısındaki Yanlış Soru!Kategori: Söyleşi | 0 Yorum | 14 Ekim 2015 03:13:53 CagdasSes.com, köşe yazarımız Tayfun Şahin'le Ankara katliamın arkasındaki görünmez ellerin pimi neden çektiğini ve saldırıdan kimlerin fayda sağladığını, emri kimin verdiğine dair yürütülen tartışmaları ile ilgili bir röportaj yaptı . İşte o röportajın tamamı…
Türkiye günlerdir Ankara’nın orta yerinde patlatılan bombalarla hayatını kaybeden evlatlarına ağlıyor. Yurdun dört bir yanında yüreklere düşen ateş çok taze… Bir yandan da saldırıyı kimin yaptığı, neden yaptığı, kime fayda sağladığı gibi onlarca soru üzerinden yürütülen yüzlerce tartışma var. Fakat doğruyu bulma adına yapılan pek çok tartışma bir süre sonra kafa karışıklığının artmasına sebep oluyor. CagdasSes.com, katliamın arkasındaki görünmez ellerin pimi neden çektiğini ve saldırıdan kimlerin fayda sağladığını, emri kimin verdiğine dair yürütülen tartışmaları sordu, ünlü siyaset bilimci ve istihbarat uzmanı Tayfun Şahin yanıtladı. Sayın Şahin, Ankara’daki bombalamanın ardından hemen her televizyon kanalında “Saldırıdan kim fayda sağlıyor? Bu patlama kimin işine yarıyor?” gibi sorulara yer veriliyor. Biz de bu sorudan başlayalım. Bu saldırı kimin işine yarıyor? Bu soruya cevap vererek saldırıyı kimlerin yaptığını bulabilir miyiz? En kısa yoldan cevap vermek gerekirse bulamazsınız! Eski istihbaratçı Mahir Kaynak’ın meşhur ettiği “Kimin işine yarıyor?” sorusu tek başına bir anlam taşımayan, doğrunun sadece bir kısmına işaret eden bir sorudur. Çünkü “fayda” kavramı net, kesin, değişmez bir kavram değildir. Size göre fayda bana göre zarar anlamına gelebilir. Aynı şekilde fayda kavramı zamana göre değişkenlik gösterebilir yani kısa vadede faydalı olan, orta ve uzun vadede zararlı olabilir. Benzer şekilde faydalanacak taraflar da yurtiçi kaynaklı olabileceği gibi yurt dışı kaynaklı da olabilir. Bazen de hepsi bir arada mevcuttur. Öyleyse sadece “Kimin işine yarıyor?” sorusunu sorarak patlamanın sorumlusuna bir anda ulaşamazsınız. Hatta sadece bu soruyu sorar ve bir cevap bulmaya çalışırsanız o zaman kesin yanılırsınız. Bu tarz büyük ve sansasyonel saldırılarda “Kimin işine yarar?” deyip saldırganları bulmaya odaklanmak sıradan yurttaşların yani bizlerin kafasını karıştırır. Eğer istihbarat kurumlarında çalışmıyorsanız ya da elinizde kesin bilgiler veya ipuçları yoksa yani siyasetçiyseniz, doktorsanız, öğrenciyseniz sizin için doğru soru; saldırıyı kimin yaptığının yanında “Saldırı kimler için avantajlı bir ortam oluşturur? Saldırı kimler içi dezavantaj yaratır?” soruları olmalıdır. Çünkü saldırıyı kim yapmış olursa olsun artık yeni bir durum oluşmuştur. Bu yeni durum tüm hayatı etkiler. İnsanların psikolojisi değişir, liderlerin konuşmaları farklılaşır, beklenmedik sonuçlar doğar. Zaten pek çok durumda failler asla ortaya çıkmaz. Öyleyse saldırıyı kimin yaptığına fazla odaklanırsanız saldırının yarattığı o büyük değişimi göz ardı etmiş olursunuz. Ankara saldırısından fayda sağlamış olabilecek pek çok iç ve dış aktörden bahsedilebilir. Bunların bir kısmı mantıklı da olabilir. Fakat kimin yaptığı uzun vadeli bir soruyken bombalamanın yarattığı sonuçlar günceldir. Bu durumda, yaşananlar kimler için avantajlı, kimler için dezavantajlı sonuçlar doğurur sorusu gündeme gelir. Burada bahsedilen avantaj ya da dezavantaj, siyasi partiler özelinde istenen, arzulan kavramlar değildir. Yani Türkiye’de herkes “keşke patlamalar olmasa, insanlar ölmese” derler. Fakat bir şekilde böyle terör olayları olduysa artık kartlar yeniden dağıtılmıştır ve yeni durumda birileri avantaj sağlarken, başkaları da dezavantajlı duruma düşecektir. Peki, eğer patlamanın sorumluları kısa sürede ortaya çıkmayacaksa mevcut durum nasıl sonuçlar doğurabilir? Nasıl bir iklimden söz edilebilir? Eğer yeni durumu devletler açısından değil de siyasi partiler açısından ele alırsak o zaman ilk cevap; kısa vadede “hazırlığı en çok olan” siyasi parti kendini ve konumunu halka daha iyi anlatma şansına sahip olacak şeklindedir. Bu konu özelinde AKP’nin ve HDP’nin örgütsel anlamda daha hazır oldukları görülüyor. AKP, hem devlet imkânlarını kullanarak hem de bugüne kadar kitlelere anlattığı “büyük devletlerin hedefindeki AKP” hikâyesine uygun şekilde konumlandı ve kamuoyunu ikna etmeye başladı. AKP açısından Ankara’da gerçekleşen patlamanın arkasında AKP’yi ve Erdoğan’ı yok etmek isteyen güçler var. Bu gücün adresi belli olmasa da 13 yıldır denenmiş ve karşılığı alınmış bir hikâye bu. HDP de talimli olduğu bir noktadan ele aldı konuyu. Merkeze “devleti” koyarak, geçmişin tüm olumsuz devlet algısını arkasına alıp 90’lı yıllar, yargısız infazlar gibi olumsuz çağrışım yapan her kavramı gündeme getirdi. Bu şekliyle hem AKP hem de HDP, “mağduriyet” kozunu oynamış oldu. Bu açıdan bakarsak AKP ve HDP, bu süreci diğer iki parti olan MHP ve CHP’ye göre daha etkili değerlendirecekler. Saldırının failleri kesin olarak ortaya çıkana kadar herkes kendi büyük hikâyesine uygun alt hikâyeler kullanacaklar. Aslında hayat da böyledir. Ne kadar kötü olursa olsun başımıza bir şey geldiğinde olay olur ve biter ama etkileri hemen yok olmaz. O etkilerin dayattığı değişiklikler vardır. Siyasi partiler de yaşanan büyük şok karşısında bunu yapıyorlar. Mecburen konuyu bir yerinden açıklamaya çalışıyorlar. Onlar açıklamaya çalışırken halk da tavır alıyor. Birinin hikâyesine inanıyor başkasınınkini reddediyor. Benim bahsettiğim şey de bu duruma AKP ve HDP’nin daha kolay adapte olacağı ve kamuoyuna daha etkili hikâye anlatma potansiyellerine dair. Sizin tezinize göre, bu durumda katliam gibi insanlık dışı bir hadisede bile siyasi partiler avantaj sağlıyor. Bu durumda AKP ve HDP aynı anda avantaj mı sağlayacaklar? Evet, ikisi aynı anda… Fakat burada avantaj kavramını yaşanan olayın insani ve dramatik yönüne vurgu yapmadan ele aldığımızı tekrar hatırlatmalıyım. Patlama ve sonuçları her açıdan çok üzücü elbette. İşin aslına bakarsanız AKP ve HDP’nin karşı karşıya gelmesi bugünün konusu değil. Bu bombalama, 7 Haziran öncesinde başlayan çatışmanın biraz daha sertleşmesine sebep olacak. Her iki taraf da mevcut durumu aralarındaki kavganın gerekçelerinden biri haline getirecek. Çünkü iki partinin de işine gelen bir çatışma bu. AKP, HDP’yle çatışma halinde görünerek MHP’ye kaptırdığı oyların yanı sıra PKK’dan nefret eden kararsızları da yanına çekmeye çalışıyor. HDP ise AKP ve Erdoğan nefretini arkasına alarak hem son seçimde aldığı %13’ü sabitlemeye hem de “Seni Başkan Yaptırmayacağız” söyleminde olduğu gibi Erdoğan’a öfke duyan herkesin buluşma noktası olmaya çalışıyor. Bu durum AKP’ye de HDP’ye de propaganda avantajı sağlıyor. AKP, HDP’yle çatışarak tüm gayri milli uygulamalarının ve PKK’yla yürüttüğü pazarlıkların üstünü örtüyor. HDP de 13 yıldır her fırsatta AKP’yi ve Erdoğan’ı desteklediği gerçeğini karartmış oluyor. Toplumda PKK ve Erdoğan nefreti doğal tabanlara sahip olduğu için AKP, HDP’yle kavga ederek milliyetçi seçmene, HDP de AKP’yle kavga ederek Erdoğan karşıtı seçmene ve Kürt kökenli seçmene mesaj veriyor. Kısaca mevcut durumda yaşanan olayları AKP ve HDP daha fazla kullanacak diyebiliriz. Bu durumda CHP ve MHP ne oluyor? Onlar neresinde bu hikâyenin? Onlar bu hikâyenin seyirci tarafındalar. Çünkü anlatacak hikâyeleri yok. MHP’nin anlatacağı her şeyi zaten AKP söylüyor. Devlet cinayet işlemezden başlayıp, PKK’ya karşı mücadelenin gerekliğine kadar geniş bir hareket alanı var. CHP’nin Erdoğan ve AKP karşıtlığına dair söyleyebileceği her şeyi de Demirtaş söylüyor. Hatta bunu o kadar güzel söylüyor ki, CHP tabanı özel olarak Demirtaş’ı dinliyor ve o, Erdoğan’a ve AKP’ye kafa tuttukça keyifleniyor. Ama bu arada hem MHP hem de CHP tüm potansiyellerini kaybediyorlar. Stratejik oy, emanet oy gibi “uydurma” gerekçelerin foyası meydana çıkıyor. Giden oy geri gelmiyor. Tam aksine meydanda sadece iki parti kaldığı için bir yandan kavga eden tarafların destekçileri katılaşıyor diğer yandan da ortada olan ya da kararsız olan seçmenler kavga eden iki partiden birine yaklaşmış oluyorlar. Bir başka deyişle konuyu sadece AKP ve HDP açısından ele alırsak AKP’ye sorsanız HDP’yi, HDP’ye sorsanız AKP’yi düşmanlaştırmak istediğini görürsünüz. Yani iki parti de bu durumdan memnun… Çünkü oyun iki parti etrafında dönüyor. Her şey AKP’nin ve HDP’nin istediği gibi gerçekleşiyor. MHP ya da CHP’nin bu durumu değiştirme şansı yok mu? Bu iki parti bir şey yapamaz mı? Potansiyel olarak bu iki parti AKP’nin ve HDP’nin yürüttüğü bu oyunu bozabilir. Fakat bunun için en az o iki parti kadar örgütlü, mücadeleci ve cesur olmaları gerekir. Görünen o ki, 13 yıllık AKP iktidarı sadece HDP’yi her anlamda güçlendirmedi aynı zamanda CHP ve MHP’yi de kırılgan hale getirdi. 2002 yılıyla kıyaslarsanız CHP’nin ve MHP’nin kırılganlığının arttığını AKP ve HDP’ninse bu süreci daha iyi geçirdiğini görürsünüz. Gelinen bu noktada sıradan söylemlerle, sıradan temsilcilerle ve sıradan tavırlarla CHP’nin ve MHP’nin AKP’yi ve HDP’yi alt etmesi çok olası görünmüyor. Çünkü bu iki partinin büyük meydan okumalar için yeterli söylemi, kadrosu ve iradesi olduğuna dair işaretler ortada yok. Bu anlamda, meydan AKP ve HDP’ye kalıyor diyebiliriz. Tekrar Ankara saldırısına dönersek, kimin faydasına olur diye sormasak bile kimler yapmış olabilir? Bu soruya Türkiye’nin yaşadığı terör deneyiminden yola çıkarak cevap verebiliriz. Örneğin, PKK terör örgütü Suriye’de bulunduğu dönemde uzun süre Suriye istihbaratının bir aracı olarak kullanıldı. Suriye, Türkiye’yle olan ilişkilerinde PKK’yı silahlı bir sopa olarak kullanıyordu. Yine Yunanistan’ın PKK’yı özellikle turistik bölgelerde eylem yapması için teşvik ettiğini biliyoruz. Demek ki, terörist eylemler komşu ülkelerin sizinle olan sorunları sebebiyle yapılmış olabilir. Terör örgütleri bazı durumlarda hedef alınan ülkeye bir şeyi kabul ettirmek ya da reddetmesini sağlamak için bölgesel ya da küresel güçler tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak da kullanılabilir. Sadece dış kaynaklı değil elbette. Terör örgütleri taktik amaçlı eylemler de yapabilir. Örneğin; PKK, 90’lı yıllarda Öcalan’ın “DEP’e oy vermeyenlerin tavuklarını bile öldürün!” talimatıyla adeta katliama girişmişti. Başka bir gerekçeyse terör örgütleri arasındaki mücadele… Hizbullah-PKK çatışmaları döneminde oluk oluk kan aktığını düşünürseniz, terör örgütleri arasındaki çatışmaları da hesaba katmak gerekir. Ve yine intikam amaçlı saldırılar da başka gerekçeleri oluşturur. Kısacası, Türkiye’nin 13 yıldır hem ülke içinde, hem bölgede hem de küresel düzeyde kurduğu ilişkiler, takındığı tavırlar, aldığı ve almadığı kararlar Türkiye’yi alabildiğine kırılgan ve sorunlu bir ülke haline dönüştürdü. Artık yaşanan olayları birkaç başlıkta değerlendirme şansımız ortadan kalktı. Bölgesel aktör bile olmayan Türkiye’nin AKP eliyle küresel aktör rollerine bürünmesi. Uluslararası ilişkileri stratejik sığlık seviyesinde ele alması, “Kasımpaşalılığı” bir siyaset yöntemi sanması vb gerekçelerle ülkenin dengesi bozuldu. Tüm kavramlar birbirinin yerine kullanılmaya, her şey çürümeye başladı. Mesela eskiden solcular, bir kısım sağcıya ırkçı ya da faşist derdi. Bugün her grup bir ötekine faşist ve ırkçı der hale geldi. AKP’li CHP’liye, HDP’li CHP’liye, MHP’li HDP’liye ırkçı ve faşist diyor. Bu durumda genel bir kafa karışıklığından, çelişkili bir atmosferden ve çatışmacı bir ortamdan bahsedilebilir. Bu durumu da çürüme olarak nitelendirebiliriz. Malumdur ki çürüme her şeyi etkiler. Kimse kendini dışarıda tutamaz. Yani kolunuz çürürken bacaklarınız sağlam kalamaz. Türkiye’nin yaşadığı şey budur. Çürümeye karşı yapılabilecek yegâne şey çürümeye sebep olan her şeyi ortadan kaldırmak, yeni bir durum yaratmak, yapılmayanı yapmaktır. Aksi durumda her soru ve sorun gündeme girer ve aynı hızla çıkar. Bizler de soru işaretleri içinde başkalarının yazdığı senaryoda rolümüzü oynar ve hiçbir soruya cevap bulamayız.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|