|
|
IŞİD hakkında bilmeniz gereken her şeyKategori: Araştırma | 0 Yorum | 08 Temmuz 2015 18:04:55 Türkiye'de Suriye sınırı hareketliliği devam ederken, bir yandan da "nereden çıktı bu IŞİD" sorusu tekrar gündeme geldi. Bir yandan IŞİD lideri El Bağdadi'nin kimliği tartışılırken, bir yandan da IŞİD'i kimlerin desteklediği sorgulandı. ODTÜ Felsefe Bölümü Araştırma Görevlisi Cenk Özdağ, tüm bu soruların cevabını yaptığı bir araştırmada ortaya koydu. IŞİD ile ilgili oldukça detaylı bir araştırma yapan Cenk Özdağ'ın, hazırladığı IŞİD dosyası, Teori dergisinin Ekim 2014 sayısında yayınlanmıştı.
O dönem Teori dergisi genel yayın yönetmeni olan Özdağ'ın hazırladığı "IŞİD ve ABD'nin olası stratejileri" başlıklı dosya, IŞİD ile ilgili merak edilen tüm sorulara yanıt veriyor. Bir yıldan daha uzun süre önce yayınlanan bu yazı, hem bugün konunun hem daha iyi anlaşılması için, hem de aylar öncesinden yaşananların nasıl öngörüldüğünün ortaya çıkması için ayrı bir önem kazanıyor. İşte IŞİD hakkında bilmeniz gereken her şey: "IŞİD VE ABD'NİN OLASI STRATEJİLERİ Yazıda ilkin IŞID'in künyesi, halifesinin kimliği ve örgüt arkadaşlarıyla tanışma ve kariyer öyküsü anlatılacaktır. Örgüt arkadaşlığının tanışma ortamı, kimi ünlü "cihatçılar"ın hidayeti nerede ve nasıl buldukları gösterilmeye çalışılacaktır. İkinci olarak IŞID'in kendine özgülüğü, El Kaide Merkez ve El Kaide Irak sürecinden kopuşunu simgeleyen dönemeçler, silahlanması ve terör tarzı üzerinde durulacaktır. Yazıda esasen ABD'ye ve Atlantik ittifakına yakın kaynaklardan yararlanılacaktır. Bu kaynaklara dayanılarak ve gerçekler düzleminden sapmadan tutarlı bir uslamlama yapıldığında IŞID'in emperyalizmle doğrudan ve dolaylı bağlantısının, esas görevinin bölgenin egemen devletleri olan Suriye ve Irak'ı zayıflatmak, bölmek ve/veya bu devletleri bölme ve istikrarsızlaştırma sürecine katkı sunmak olduğu görülecektir. ÖRGÜTÜN ADI VE KİMLİĞİ IŞİD, Irak-Şam İslam Devleti'nin kısaltmasıdır. Örgütün özgün adı "Devlet el İslamiye fi Irak ve el Islami-ye". Diğer adları Irak İslam Devleti (İngilizcesi Islamic State of Iraq, ISI), "Irak ve Suriye İslam Devleti" (İngilizcesi Islamic State of Iraq and Syria, ISIS) veya "Iraq ve Doğu Akdeniz İslam Devleti" (İngilizcesi Islamic State of Iraq and the Levant, ISIL) IŞİD'in, önceleri El Kaide'nin bir parçası olduğu söylenmektedir[1]. İngiltere İçişleri Bakanlığı'nın ilgili raporuna göre IŞİD 2014 Haziran'ında yasaklı terör örgütler arasında sayılmış. 2 Şubat 2014 tarihine kadar IŞİD, resmi makamlarca El Kaide içerisinde yer alıyor olarak görüldüğünden bu tarihten önce yasaklanması söz konusu değildi. Ancak El Kaide'nin 2 Şubat 2014 tarihli resmi açıklamasına göre IŞİD ile El Kaide'nin bağları açık bir biçimde kopmuştur. Dolayısıyla, 2 Şubat 2014 tarihiyle 2014 Haziranı arasındaki dönemde, en azından İngiliz devleti açısından, IŞİD yasaklı terör örgütleri arasında yer almamıştır. IŞİD sözcüsü Ebu Muhammed El Adnani, medyaya gönderilen ses kaydında şunları söylüyor: "İslam Devleti'nin Konseyi [Şurası] toplanıp halifelik meselesini tartıştı. İslam Devleti halifeliği kurma kararı aldı. Cihatçı din adamı Bağdadi Müslümanların halifesi olarak belirlendi" sözleriyle yeni halife tanıtılmış oldu.[2] IŞİD'in lideri Ebu Bekir El Bağdadi, şimdiye kadar bilinen İslami terör örgütlerinin liderlerinden çok daha güçlü bir konuma erişti. EL BAĞDADİ KİMDİR? Bağdadi 1971 yılında Bağdat'ın 125 km uzağında, Dicle nehrinin doğu yakasındaki Samarra kentinde doğdu. 16 Mayıs 2010-7 Nisan 2013 tarihleri arasında Irak İslam Devleti adlı örgütün "Emir"i olan Bağdadi, örgütün adını 8 Nisan 2013'te "Irak ve Doğu Akdeniz İslam Devleti" olarak değiştirmesiyle birlikte bu sözde devletin Emir'i haline geldi. 29 Haziran 2014'te hilafetin kurulması konusunda verilen örgüt kararının ardından, Bağdadi, İslam Devleti'nin Halifesi unvanını aldı. BBC'nin ulaştığı bilgilere göre Bağdadi, Irak İslam Üniversitesi'nde İslam üzerine lisans, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı[3]. Gerçek adı Avvad İbrahim Ali El Bedri El Samarrai olan El Bağdadi'nin kendi iddiasına göre soyu Hz. Muhammed'e dayanmaktadır[4]. "Halife" ilan edildiğinden beri de destekçileri tarafından Halife İbrahim olarak anılmaktadır. Bağdadi hakkında kayıtlardan bilinenlerin dışındakiler destekçilerinin sanal ortamda dolaştırdıkları biyografisinden alınmaktadır. Bu biyografinin özgün hali 2013'ün temmuz ayında takma adı Ebu Humam Bekir Bin Abd El Aziz El Athari, asıl adıysa Turki El Binali olan Bahreynli bir ideolog tarafından kaleme alınmıştır.[5] BUCCA KAMPI: KADER MAHKUMLUĞU YA DA KARİYER PLANLAMASI ABD'nin 2003'teki Irak işgalinin ardından, Bağdadi JJSAJ (Jamaat Jaysh Ahl al-Sunnah wa-l-Jamaah, Sunni Halkın Ordusu Grubu), MSC (Mücahit Şura Konseyi, JJSAJ sonradan bu çatı örgüte biat edip şemsiyesi altına girdi)[6] ve son olarak da Irak İslam Devleti adlı örgütlere katıldı. ABD Savunma Bakanlığı kayıtlarına göre Bucca Kampı'nda[7] 2004 yılı Aralık ayına dek Irak'taki ABD kuvvetlerince "sivil enterne" olarak tutulan Bağdadi yetkililerce salıverildi. El Bağdadi'nin salıverildiği dönemde Bucca Kampı'nda meydana gelen olaylar araştırmacı John Pike'a göre şunlar:[8] 7 Ocak 2004'te bir tutuklu kamptan kaçıyor. Kaçışla ilgili raporda gardiyanların deneyimsizliği, görüş alanındaki bulanıklık ve gardiyanlarla yöneticiler arasındaki iletişim sorunları öne çıkmaktadır. 12 Ocak 2004'te 7 tutuklu gece saatlerinde kaçmış, bunlardan 5 tanesi yakalanmıştır. 26 Ocak 2004'te yoğun sisten yararlanan 3 tutuklu gece saatlerinde kaçmış. Görüş mesafesinin 10-15 metreye düştüğü bir sis altında tutukluların çitin altından sürünerek kaçtıkları rapor edilmiştir. 19 Ekim 2004'te 26 yaşında güvenlik altında tutulan bir sığınmacı bilinmeyen nedenlerden ölmüştür.[9] İşin ilginci, örgütsel faaliyetleri bu denli ortada olan radikal bir İslamcıyı, ABD insafa gelip salıveriyor. ABD'nin Ebu Garip skandallarına ve Bucca Kampı'nda meydana gelen olaylara bakıldığında hukuku çok da önemsemeyen bir devlet profili çizen ABD'nin konu El Bağdadi'ye gelince aldığı tutum gerçekten de şaşılası. Bu şaşılası durum Al Akhbar'ın yazarlarından Mohammed Mahmoud Mortada'nın da dikkatini çekmiş. 13 Eylül 2014'te yayımlanan yazısında, Mortada bu şaşılası tabloyu gözler önüne seriyor:[10] "Komplo teorilerinin ötesinde, ki her şeyin bir plana uygun bir biçimde göründüğünün sıklıkla temellendirildiği bir çağın komplo teorilerinde görüldüğü gibi, IŞİD'in liderlerinin büyük bir bölümünün neden hemen hepsinin Güneydoğu Irak'ta, Umm Kasr'ın yakınlarında ABD'nin işgal kuvvetlerince işletilen Bucca Kampı'nda tutuklu bulunduğunu sormaya hakkımız vardır". Mortada'nın da ortaya koyduğu gibi birçok IŞÎD lideri aynı kamptan "mezun" olmuşlardı. Mortada'nın verdiği bilgilere[11] göre bunlardan bazılarını sayabiliriz: IŞID'in önde gelenlerinden Ebu Ayman El Iraki, Irak işgali öncesi Saddam Hüseyin'in ordusunda görevliydi. Bucca Kampı'ndan çıktıktan sonra IŞID'in askeri konseyinde yer aldı. Askeri konseyin diğer bir üyesi Adnan İsmail Necm de Bucca'daydı. O zamanlar Osama El Bilavi (Ebu Abdul Rahman El Bilavi) adıyla biliniyordu. IŞÎD, "Musul'un İşgali" operasyonunu ondan sonra adlandırdı. Adnan İsmail Necm de Saddam Hüseyin'in ordusunda yer alan görevlilerden olup yine aynı şekilde Bucca'da tutuklu bulunuyordu. Tutuklanma tarihi Ocak 2005. Bağdadi, Necm ve El Iraki aynı tarihlerde Bucca'da bulunuyordu. Necm, Musul yakınlarında 4 Haziran 2014'te Irak ordusu tarafından ölü ele geçirildi. O güne dek İslam Devleti'nin şura konseyinin başındaydı. Gerçek adı Samir Abed Hamad Ubeydi El Dulaymi olan Hacı Bekir de Bucca'nın sakinlerindendi. Saddam Hüseyin'in ordusunun albaylarından olan Hacı Bekir Bucca'da tutuldu. Serbest bırakıldıktan sonra El Kaide'ye katıldı. IŞİD'in Suriye'deki başıydı, 2014 Ocak ayının ilk haftasında Halep'te öldürüldü. ABD'nin kampında çekilmiş fotoğrafının da yer aldığı bir görselle birlikte El Bağdadi'nin kellesine ödül konup gazetelere ilan verildi. Ödülün tutarı 10 milyon dolardı.[12] Bağdadi'nin 2004 yılında tutuklanana kadar camide vaaz vermek ve ABD'nin Irak İşgali sıralarında JJASJ adlı örgütle ilişkisi dışında hiçbir ciddi siyasal etkinliği olmadığı halde, Bucca Kampı'ndan salıverilmesinden sonra onunla tarihlerde bu kampta bulunanların yıllar yılı yöneticilik yaptıkları ve/veya ilişkide oldukları örgütlere girip birkaç yıl içerisinde çeşitli terör örgütlerinin yönetici kademelerinde bulunabilmesi şaşırtıcı bir "başarı" öyküsüdür. Halifeliğe giden yolda her şey Bucca Kampındaki tutukluğu döneminde ve hemen sonrasında değişmiş görünüyor. DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN PARAMETRELER "Mücahit" lider Ömer El Şişhani'nin de El Bağdadi'ninki kadar olmasa da ilginç bir hikayesi var. Onun hikayesini BBC'nin muhabirlerinden Nina Akhmeteli'den okuyalım:[13] "Tarkan Batiraşvili adıyla doğan ve Gürcistan'ın Pankisi Gorge bölgesinde büyüyen Ömer El Şişhani, Hristiyan babasının hala yaşamakta olduğu Birkiani kasabasındaki küçük ahşap bir evde yaşadı. Suriye ve Irak'taki 'cihat', Şişhani'nin ilk savaş deneyimi değildi. 2008'de Rusya'yla olan savaşta Gürcü ordusunda görev yapmıştı." Şişhani, bölgede yaşayan akrabalarından Teimuraz Batiraşvili'nin anlattığına göre iddia ettiği gibi imanı nedeniyle değil, hakkındaki suçlamalar ve fakirlikten dolayı "kutsal yolculuğa" çıkmıştı. Hakkındaki suçlama (askeri muhimmatı zimmetine geçirme) nedeniyle polis tarafından aranmıştı[14]. Batiraşvili'nin bu iddialarını doğrulayan önemli bulgular bulunmaktadır. Gürcistan Savunma Bakanlığı'nın verilerine göre Batiraşvili (Ömer El Şişhani), askeri mühimmatı yasadışı yollardan nakletmek şüphesiyle 2010 Eylülü'nde tutuklanmış ve üç yıl hapse mahkum olmuştur[15]. Alan Cullison'un aktardığına göre babasına İstanbul'a gittiğini söyleyen Bağdadi orada Çeçen diyasporasının üyeleriyle tanışıp kendisinden birkaç ay önce davranan ağabeyinin ardından Suriye'deki savaşa götürülmeyi amaçlamıştır[16]. Parasızlık ve Rus düşmanlığı kimilerine göre doğru kullanıldığında çok elverişli motivasyonları pekiştirebiliyor. Batiraşvili'nin Şişhani'ye, Tarkan'ın Ömer'e dönüşmesi için motivasyonlar bulundu, Şişhani bir numaralı mücahit haline geldi. Rusya'ya karşı Çeçenlik ve Müslümanlık kimliği, gözüpeklik, silahlara merak ve para bulma motivasyonu birleştiğinde Tarkan, Ömer'e dönüşmeye başlamıştı. Kökten dinciliğin bileşenleri bu örnekte de tamamlanmış görünmektedir. PROFESYONEL ORDU GİBİ ÇALIŞIYORLAR El Bağdadi'nin aldığı yoğun dini eğitimin etkisiyle "Haçlı dünyaya karşı" entelektüel bir zihin cihadı başlatması beklenebilirdi. Bir ruhban sınıfındansa paralı asker topluluğuna benzeyen yönetim kademesiyle bunun tamamen dışında bir profil çizen Bağdadi'nin tüm yardımcıları (bakanları) ya eski askerlerden yahut dünyanın çeşitli yerlerinde terör eğitimi almış eski cihatçılardan oluşuyor. IŞID'in başarısını araştıran terör uzmanları Ben Hubbard ve Eric Schmitt, New York Times gazetesine yazdıkları bir yazıda Bağdadi'nin yardımcı seçme ölçütlerini özlü bir biçimde ortaya koyuyorlar[17]: "O [Bağdadi] askerleri yeğliyor, o denli ki yönetim kademesi Saddam Hüseyin'in ordusundan birçok görevliyi barındırıyor." Hüseyin'in ordusunda yarbay rütbesinde bulunmuş Fadel El Hayali, Bağdadi'nin en tepedeki yaverlerdenken diğer bir eski yarbay olan Adnan El Siveydavi ise Bağdadi'nin askeri konseyinin en önde gelenlerinden biridir[18]. Yeminli bir laiklik ve BAAS düşmanı olarak nitelenebilecek El Bağdadi eski Irak askerlerine talip görünüyor. IŞID'in Irak hapishanelerindeki mahkumları serbest bıraktırma girişimleri her nedense kendisiyle çalışabilecek askerleri de kapsıyor. Askeri deha, birikim eski Irak askerlerinden, insan malzemesi yoksul, geri kalmış bölgelerin "imanlılarından", medya gücü Suudilerden[19] oluşmaktadır. IŞÎD, adeta profesyonel bir ordu gibi mesleki oryantasyona göre görev paylaşımı yapan ve niteliksiz paralı askerleri sevk ve idare eden uzmanlardan oluşan bir kurmay heyetince yönetiliyor. ÖRGÜTÜN ÖNÜNÜN AÇLMASI VE SURİYE'DEN HORTLAMA "Cihatçı" örgüt her nedense kendi dinlerini en doğru yaşadıkları kutsal topraklarda değil de Esad rejiminin güçleriyle savaştırılan "Özgür Suriye Ordusu" adlı şemsiye örgütün altında geliştirildi. "Özgür Suriye Ordusu"nun adının aksine gerçek niteliği ABD kongresine rapor hazırlayan şahinler tarafından çok net bir biçimde ortaya konmaktadır: "Silahlı Suriye muhalefeti birlik içerisinde olmasa bile tanımlanabilir, örgütlenebilir ve etkin olabilir bir yapı. Karargahı resmen Türkiye'de bulunan [raporun hazırlandığı dönemde] Özgür Suriye Ordusu geleneksel anlamda bir askeri düzende olmaktan çok bir şemsiye örgüt gibi faaliyet göstermektedir."[20] Şahinler bununla da kalmamış 2012 Martı'nda Suriye'yle mücadele edenlerin bünyesinden nelerin çıkabileceği konusunda uyarılarda bulunmuş: "[Esad] rejimine karşı çalışan El Kaide'yle ilişkili terörist hücrelerin ortaya çıkması ABD ve silahlı muhalefete maddi destek çağrısında bulunanlar için tehdit oluşturmaktadır."[21] Tüm bu uyarıları kenara itilerek (ya da göz önüne alınıp, göz göre göre) bu cihatçı gruplar desteklenmiştir. Bu tutum söz konusu raporda da görülüyor: "Silahlı muhalefetin ağırlıklı olarak Sünnilerden oluşması, isyanın mezhepçi ve radikal potansiyeliyle ilgili kaygıları arttırmaktadır. Bir gazeteci şunları aktarıyor: 'Karşılaştığım hemen her savaşçı... Sünni Müslümandı ve bunların çoğu da koyu dindardı. Ancak muhalefet, Esad rejiminin söylediği gibi'tamamıyla Selefi, Cihatçı, Müslüman Kardeşler yanlısı, El Kaide ve terörist' değil. 'İslam için savaşmıyorlar ancak İslamdan etkileniyorlar', 'İslam yasakladığı halde içki içenleri var, bazıları dua etmiyor, dahası savaşçı arkadaşları onları dua etmeye zorlamıyor'."[22] Esad'a karşı savaşan teröristlerin vahşiliğinden "hoşgörü" çıkartmaya çalışanların, son aylarda yaşananlardan sonra o "içki içen, dua etmeyen" savaşçıların ne adına savaştıklarını ve hâlâ yaşayıp yaşamadıklarını açıklamalarını dört gözle bekliyoruz. Bu açıklamanın gelmeyeceği kesin. Çünkü sözü edilen raportörler neredeyse bu kişilerin Esad karşıtı muhalefetin esası olduğunu söyleyebilmekte ve şu yalanı ortaya atabilmektedir: "Esad rejimi cihatçı militanları pekala tam da krizin ortasında yabancı müdahaleyi karmaşıklaştırmak için salıvermiş olabilir."[23] Özgür Suriye Ordusu'nun desteklenmesi ve konuşlandırılması sürecinde, Esad'ın zayıflatılmasıyla birlikte El Kaide, Irak'ın mirasını sahiplenen El Nusra Cephesi, IŞÎD gibi örgütlerin palazlanması için gün doğdu. Bölgenin egemen devletleri olan Suriye ve Irak'ın yöneticileriyle yaşanan gerilimler ABD'nin sürece dahline işaret etmektedir. Sünni Müslümanları "kazanma" stratejisiyle perdelenen süreç esasında "Alevi" Esad ve "Şii" Maliki düşmanlığını körüklemenin planlı ve sistemli bir pratiğidir. Bu liderleri egemen devletlerin liderleri yerine bölgedeki etnik gerilimlerin tarafları ve dahası o tarafların etnik-dini liderleri gibi sunmak tam da bu sürecin ruhuna uygundu. Bu oyunun bir örneğini aşağıdaki paragrafta da görüyoruz: "El Anbar vilayetinin büyük bir bölümünde ve şimdilerde giderek diğer Sünni vilayetlerinde de, Sünni aşiretler kendi çıkarlarına karşı olduğunu düşündükleri El Kaidenin etkisini ABD'nin ayaklanma karşıtı çabalarıyla işbirliği içinde kırmaya çalışıyor. Diğer vakalara gelince, El Kaide Irak ve diğer Iraklı isyancılar arasında çarpışmalar olmuştur. Tıpkı 2007 Haziranı nda Bağdad'a komşu Amiriyah'ta olduğu gibi... ABD'li komutanlar, Sünni isyancılar ile El Kaide ve Irak arasındaki yarılmayı Sünni isyancılarla seçici bir şekilde işbirliği yaparak (Sünni Iraklıların ileride ABD kuvvetlerine ve Iraklı Şiilere karşı savaşma potansiyelleri nedeniyle tartışmalı bir strateji) arttırmaya çalıştıklarını söylüyorlar. Bu stratejinin Maliki ile Irak'taki ABD komutanı General David Petraeus arasındaki gerilimi arttırdığı tespit edilmiştir.."[24] IŞÎD'in ortaya çıkış koşullarını betimlerken ABD yanlısı bir başka raporda şunlar söyleniyor: "Suriye'de, Esad rejimi ülkenin büyük bir bölümünde denetimi yitirmiş bulunmaktadır. Rejimin zorbalıkları ve mezhepçilik şiddet yanlısı bir İslamcılığın, özel olarak da IŞİD ve El Nusra Cephesi'nin tırmanmasına yol açmıştır."[25] O halde sorulması gereken soru şudur: Esad'a karşı cephe oluşturulurken ABD, PKK ve İslamcılar Esad'ın gücünü zayıflatarak kontrol dışı alanların doğmasına yol açmamış mıdırlar? Bu süreç bilinçli midir? Yoksa, hedeflerden bir sapmayla mı sonuçlanmıştır? Eğer bölgedeki IŞİD terörüne karşı direniş "Kobane direnişi", "Suriye özerk Kürt bölgesi direnişi" gibi adlarla anılıyorsa sürecin kazananlarına bakarak sürecin bilinçli olduğunu söyleyebiliriz. PKK dün sahip olmadığına kavuşmuştur. ABD bölgeye müdahalesinin çok daha az tepki çekeceği bir ortamı yaratmıştır. IŞİD etrafında oluşan tampon bölgelerle kendini güvenceye almış, bölge ülkeleri ise sürekli bir IŞİD tehdidiyle "büyük kurtarıcı"nın yönlendirmelerine daha açık gelmiştir. Birkaç yıl öncesine kadar tepki çekebilecek olan "Almanya peşmergeleri silahlandırıp eğitiyor", "İngiltere peşmergelere ve YPG üyelerine silah sağlıyor", "ABD'nin bölgeye insancıl müdahalesi gerekebilir" türünden haberler bir "umut" kaynağı olarak ilerici kesimlere sunulmaya çalışılıyor. Böylelikle Amerikan karşıtlığı ve genel olarak Batı karşıtlığı IŞİD yanlısı bir konum olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bu kadar kazanç şayet bilinçsiz sonuçlanmışsa, Suriye ve Irak'ın düşmanları inanılmaz derecede şanslı görünüyorlar. IŞİD YÖNETİMİNİN ÇERÇEVESİ Caris ve Reynolds'un ABD hükümetine ve yetkililerine sunulmak üzere hazırladıkları raporda IŞİD'in yönetim gücü şu şekilde özetleniyor: "Elde bulunan veriler gösteriyor ki IŞİD Suriye'de kendi kontrolü altındaki bölgelerdeki hem kırsal hem de kentsel alanları yönetme kapasitesine sahip. IŞİD, özellikle Rakka'daki, siyasal ve askeri mücadelelerini birleştirerek, diğerlerinin yanı sıra din, eğitim, yargı, güvenlik alanlarını, insani ve altyapısal projeleri içeren bütünsel bir yönetim sistemi inşa etmiş durumda. Rakka, IŞÎD'in hükümranlık alanının merkezi kenti olmasının yanı sıra IŞÎD'in halifelik vizyonunun tam anlamıyla gelişmiş bir örneğini sunuyor."[26] IŞÎD'in yönetim kapasitesi ABD'nin yönetiminin özellikle ilgisini çeken bir konu. Bölgede sürekli bir IŞÎD varlığının desteklenip desteklenmeyeceği IŞÎD'in öz gücüne, Suudi Arabistan ve İsrail'in verebileceği örtülü desteğin kapsamına ve son olarak da bölgedeki diğer aktörlerin gücüne göre değişiklik gösterecektir. Bu konuya ihtiyatlı yaklaşılmasına karşın hazırlanan raporlarda kimi zaman abartılı yorumlara da rastlanabiliyor. Yine de genel olarak IŞÎD'in yönetim gücü konusunda henüz net bir notlamanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Raporlarda gözlenen ihtiyatlı tutuma karşın IŞÎD'in hükümranlığı altında bulunan bölgelerdeki kurumsallaşma ölçütlerinin yoğunlaştığı başlıkları görmek öğretici olacaktır. Başlıklar büyük oranda örgütün üye ve sempatizan kazanma olanaklarıyla ve bölgede etkin bir milis güç olabilmesini sağlayacak yapılarla sınırlı kalmış görünüyor. Birkaç örnek sunalım. Bu örneklerden ilki yerel polis kuvvetlerinden ayrı bir amaç çerçevesinde faaliyet gösteren dini polis (ya da ahlak polisi diyebileceğimiz) teşkilatıdır: "Dini Polis (El Hizbe) Yerel polisin aksine, 'şeytanın kaynaklarını kurutmak, itaatsizliğin önüne geçmek ve Müslümanları iyi bir yaşama yöneltmek için ahlakı destekleme ve günahı önleme' yetkisine sahip."[27] El Hizbe'nin ele geçen bölgelerde hızla kurulduğunu görmekteyiz. Halep ve Rakka bölgelerinde henüz tam olarak raporlanmamış ve muhtemelen kayda geçmemiş miktarda El Hizbe yapısı bulunmaktadır. Bu yapıların kayda geçmemeleri, esasında, söz konusu yapıların disiplinsizliğine işaret edebileceği gibi arzu edilen işlevin hareketli ekiplerle daha rahat gerçekleştirebileceğinden kaynaklanmış da olabilir. Caris ve Reynolds'un raporunun geneline hakim olan ihtiyatlılığın dışına çıkıldığı konulardan biri IŞÎD'in eğitim hizmetleridir. Raporda IŞÎD'in sempatizan kitlesini arttırmasının yoluna özel bir önem atfediliyor: "IŞÎD, kendisini çocukların beynini yıkayan bir terörist örgüt olarak görmüyor, aksine kendi yurttaşlarını eğiten egemen bir devlet gibi görüyor. Bununla beraber, mesleki eğitimin ve teknik eğitim programlarının yokluğu IŞİD'in uzun dönemli eğitim stratejisindeki bir eksikliğe işaret ediyor olabilir. Kısa ve orta vadede, IŞİD teknik gereklilikleri yerel çalışanlardan veya Suriye'ye yerleşen yabancı uyruklu göçmenlerden karşılayabilir. Gelgelelim, Suriye topraklarını uzun vadede etkin bir biçimde yönetmek için, IŞİD, İslami ilimlerin dışındaki alanlarda da eğitim vermelidir."[28] El Hizbe'nin hareketli ve henüz kayda geçmeyen gücünden birçok açıdan farklılaşan bir kurum olarak "yerel polis" de rapora yansıyan başlıklardan biri: "Yasal yönetimi sürdürebilmek için, IŞİD Halep ve Rakka vilayetlerinde yerel polis kuvvetleri sağlıyor. Haziran 2014'te yayımlanan Halep vilayetine ilişkin rapora göre, polis kuvvetlerinin ana görevi "mahkemenin uygulayıcısı" olmaktır. Polis, buna ek olarak, kasabaların içinde devriyeler iç güvenliği sağlamakla görevlidir... IŞİD'in iddiasına göre Halep vilayetinde 10 polis karakolu bulunmaktadır."[29] IŞİD'in sahip olduğu veya sahip olduğunu iddia ettiği yerel polis, El Hizbe, uygulanan korku politikaları bir arada ele alındığında hedeflenenin ne olduğu açıktır. IŞİD, önceki terörist yapıların aksine, belirli bir hükümranlık bölgesi, sürekli bir insan kaynağı, düzenli silahlı birlikler ve meşru sayılacak kurumlara sahip olmayı hedefliyor. Tüm bunlar içinse kendisine sürekli bir insan kaynağını ve etrafında geniş yığınlardan oluşan bir koruma çemberi yaratmaya çalışıyor. Bu son hedef, sözü edilen raporda incelikli bir şekilde tarif edilmiş: "Askeri hizmet mensupları geleneksel devletlerde sıklıkla itibar görürler. IŞİD de sivil halk ile ordu arasında benzer bir ilişki kurma arzusunda. Göz önüne alınması gereken diğer bir olasılıksa IŞİD'in askerlik yaşı gelmiş erkekleri mecburi askerlik hizmetine zorlamasıdır. IŞİD sivil halka uyguladığı yıldırma taktikleriyle biliniyor, bu nedenle bölge sakinleri askerliğe alma merkezlerine adlarını yazdırmamanın sonuçlarından korku duyabilirler."[30] IŞİD'İN HİZMET SİYASETİ: IŞİD'in yarattığı etkileri, yalnızca, sık sık medyada görüntülenen şiddet eylemlerine bağlamak hatalı olacaktır. IŞİD silahla ve vahşi şiddet eylemleriyle yarattığı korku ortamında tek muktedirin kendisi olduğunu ikna etme sürecini, yerellerde hizmet tekelleri kurarak "tek kurtarıcı"nın da kendisi olduğu inancıyla pekiştirmeyi hedefliyor. Bu hedefe uygun bir hizmet stratejisi de rapora yansımış: "[IfiİD'in yaptığı yardımlar] çoğu kez yiyecek, giyecek, benzin ve tıbbi yardımlar biçiminde olurken Dava buluşmaları gibi idari yönetimin erken biçimleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmektedirler. IfiİD'in insani yardım sağlamasının diğer bir nedeni ise bunun IŞİD'e bağımlılık ilişkisinin inşasının kolay bir yolu olmasıdır. Şayet IŞİD başka türlü yardım bulamayacak kişilere veya bulsalar bile ekonomik açıdan zor durumda olan sivillere pazar fiyatlarının altında insani yardım sağlayarak hayati önemdeki hizmetler üzerindeki tekelini adım adım kurabilir."[31] IŞÎD'in hizmetleri erzak, giysi sağlamak veya elinde bulundurduğu mallarla pazar fiyatlarını düzenlemek ve yoksullar arasındaki ekonomik farklılıkları gözeten tarifeler uygulamaktan ibaret değil. Elinde bulundurduğu enerji santralleri, üretim araçları sayesinde elindeki hizmet tekelini farklı alanlara da yaymakta. Bir örnek olarak, IŞID'in hükümranlığı altında bulunduğu söylenen Halep vilayetine daha yakından bakalım: Halep, 110 kmx120 km'lik bir dikdörtgen biçiminde ve toplamda 10.000 kilometrekarelik bir alan işgal etmektedir. Kuzey sınırı Türkiye, batı sınırı Suriye, güney sınırının bir bölümü Hum Vilayeti ve son olarak da doğu sınırı Rakka vilayeti ile PKK'ya bağlı güçlerin ve Kürt nüfusun oluşturduğu Ayn El Arab adlı bölgeden oluşmaktadır. Betimlenen alan dünyadaki 48 ülkenin yüzölçümünden daha geniştir. Bu bölgede 5 şehir, 450 köy bünyesinde 1.2 milyon insan yaşamaktadır. Yine aynı bölgede IŞÎD kontrolündeki alanlara elektrik sağlayan enerji santralleri bulunmaktadır.[32] Bu enerji santralleri, bölgenin büyüklüğüyle ve bu bölgenin sakinlerinin teknik bilgisiyle birlikte düşünüldüğünde IŞID'in sürekli olarak bölgede kalması için gerekli maddi olanakların bulunduğunu düşündürmektedir. Ancak bölgede bu tür bir varlığın sağlanması için IŞID'in hükümranlık alanını çevreleyen egemen devletlerin bir çatışmasızlık ortamına ikna edilmesi, IŞID'in de "sürekli cihat" doktrini ve stratejisinden başka bir konsolidasyon aracı bulması gerekmektedir. Bugün, her iki koşul da gerçekleşmesi çok uzak farazi durumlardan öte bir anlam taşımıyor. ŞAHİNLERİN VE ABD'NİN STRATEJİSİ Mevcut durum hakkındaki bu raporların esas amacı ABD'nin egemen kliklerinin bir yol haritası çıkarmasına yardımcı olmaktır. Bu konuda şahinlerin görüşleri son derece önemlidir. Çünkü ne zaman konu askeri alana gelse, Şahinlerin raportörlerinin ABD Dış İşleri ve Savunma Bakanlıklarına sundukları önerilerin hayata şu veya bu ölçüde geçirildiğini görmekteyiz. Şahinlerin önerdikleri strateji aşağıdaki gibidir: "Bölge için dört stratejik hedefimiz olmalıdır: - IŞİD ve El Nusra'yı mağlup edip yok etmek: onların yerel ortaklarını mağlup etmek veya hizaya sokmak. - Egemenliği inşa etmek, Irak ve Suriye'deki devletleri meşru kılmak ve bu sayede onlar İran'ın siyasi ve askeri kontrolünü reddeden El Kaide tipi örgütlerin yeniden oluşmasına engel olabilsinler. - Bölgesel tarikatçılığı azaltmak ve ABD'nin müttefiklerini korumak için İran'ın bölgesel hegemon olmasını engellemek. - Ürdün ve Lübnan gibi halihazırda tehdit altında olan egemen devletlerin bekasını sağlamak[33]" Şahinlerin stratejilerinden anlıyoruz ki IŞİD'le mücadelenin hedefinde gerçekte şu üç madde bulunmaktadır: 1-Bölgede ABD'nin doğrudan veya dolaylı kontrolünü yeniden kurmak. 2-İran'ın bölgesel gücünü kırmak ve etki alanını daraltmak (Lübnan'ın bekası için çalışmanın altında Lübnan Hizbullahı'nın direncini kırmak bulunmaktadır). 3-Irak ve Suriye'de ABD'yle uyumlu devlet veya devletçikler kurmak. ABD'nin bölgesel planlarını hayata geçirmesinde görüldüğü gibi stratejinin kimi maddeleri açıkça (İran'ın bölgesel hegemon olmasını engellemek), kimi maddelerse kapalı olarak (Ürdün ve Lübnan devletlerinin bekasını sağlamak) ABD'nin daha somut hedeflerine işaret etmektedir. Irak ve Suriye'ye yönelik planlarsa daha şimdiden uygulama alanı bulmuş gibidir. Irak'ta resmi devletin egemenlik alanları ilga edilmiş ve sürekli olarak bir tampon bölge olarak işlev gören Kürdistan ve IŞİD bölgelerine ayrılmış durumdadır. Benzer bir bölümlenme Suriye için de geçerlidir. Halep ve Rakka vilayetleri başta olmak üzere kimi bölgelerde IŞİD'in egemenlik alanını derinleştirdiğini görmekteyiz. Durum tahlilleriyle siyasi temellendirmeyi, tahlille stratejiyi birbirine karıştıran ve bu yönüyle ABD siyaseti içinde de tahlilleri üzerinden bir iç siyaset stratejisini yürütmeye çalışan şahinlerin IŞİD'in genişlemesinin sorumluluğunu çoğu zaman Esad'a ve/veya bölgede plansız bir sürecin sonunda beliren bir yan ürüne attığını görüyoruz. Bu da iç siyasetin oluşturulmasında da işleve sahip olan raporların "tarafsız" durum tahlillerinden oluştuğu kanısının doğruluğunu zayıflatıyor. Söz konusu raporların gerçeği arayan bir saikle oluşturulduğu varsayılıyorsa, ABD kongresi için rapor hazırlayanların araştırma yeterlilikleri bir hayli küçümseniyor demektir. Bu küçümsemeye kalkışmadığımızdan, raportörlerin amacının salt bir durum tahlilinden ziyade "tarafsız" bir dilin içerisine Irak ve Suriye devletlerinin ABD'nin planlarına uygun hale gelebileceği ortamın siyasi argümanlarını yerleştirmek olduğunu görebiliyoruz. Bir örnek: "Esad'ın zorbalığı ve insani kriz El Nusra Cephesi'ne yaradı ve kapsayıcı ve istikrarlı hükümet oluşturma beklentilerine zarar verdi. Ölü sayısı Birleşmiş Milletler verilerine göre 2014 Nisanı'nda iki yüzbin kişiye yaklaşıyordu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu'nun tahminlerine göre 3 milyondan fazla Suriyeli ülkelerini terk etti, 6.4 milyon ise ülke içerisinde yer değiştirdi."[34] Görüldüğü üzere, Şahinlere göre IŞID ve El Nusra Cephesi'nin doğma nedeni Esad rejimidir. Oysa kendi açıklamalarındaki rakamlara ve olayların gerçekleştiği tarihlere baktığımızda söz konusu örgütlerin tırmanışa geçmeleri ve IŞID'in bu adla hilafeti kuracak noktaya gelmesi Suriye'nin ve Irak hükümetlerinin hizadan çıkmasıyla başlamaktadır. ABD'NİN SİYASAL VE YAPISAL ÇIKMAZLARI ABD'nin hedeflerinin ve yürüttüğü siyasetlerin kimi zaman uyuşmamasından kaynaklanan sorunlar aşılabilir görülmüyor. Sünnileri kazanarak Esad'ı ve İran'ı yalnızlaştırma ve zayıflatma stratejisiyle IŞİD'e karşı bölgede müttefiksiz ve istihbaratsız kalma sorunuyla; Müttefik ve istihbarat elde etme hedefiyle de ana stratejisinden sapma ve Sünni Araplar arasındaki ittifak olanaklarını daraltma sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Buna alternatif olarak sunulan öneriye yakından bakalım: "Irak ve Suriye'yi bir kenara atan ABD şu an bir strateji kurmak için gerekli olan temel istihbarat ve mevcut durum bilgisinden yoksun. ABD varsayımları test ederek anlayışını zenginleştiren, istekli Sünni Araplarla dostluğunu geliştiren ve karar almaya daha uygun koşulları yaratan yinelemeli bir yaklaşıma ayak uydurmalıdır."[35] Öneri açıkça uzun vadeli planlar için kısa vadeli ve yüksek riskli "deneme yanılma" yöntemini kapsıyor. Bu türden bir öneri ilk bakışta çok saçma gelecektir. Ancak bu önerinin önerilme nedenleri görüldüğünde bu saçmalığın bir açmazın ifadesi olduğu anlaşılmaktadır. Bölge ülkeleri arasında destek sağlanabilecek ülkelerin yalnızca Ürdün, Lübnan ve Türkiye olduğu gerçeği, "bölgede istihbarat ve nüfus" isteyen ABD'yi daraltmaktadır. Yine de bu ülkeler en çok dillendirilen ve dillendirilmesi de gereken ülkeler olarak raporlarda göze çarpıyor: "Bölge devletleri [ABD'nin girişiminde] önemli roller oynayacaktır. ABD Suriye'deki aşırıları desteklemekte olan ülkelere desteklerini azaltmaları ya da doğrudan kesmeleri konusunda olası tüm baskıyı yapmalıdır. Şayet destekçi aşırılardan Katar gibileri davranışını değiştirmeyi reddederse, ABD uluslararası ortaklarıyla birlikte desteği önlemeli ve destek verenlere yaptırımı göz önünde bulundurmalıdır. Türkiye'yle hassas bir diplomasi kurularak Ankara desteğini çekmesi için ikna edilmelidir. Türkiye'nin aşırıları öncelikle ABD'ye ve uluslararası ölçekteki pasifliğe yanıt olarak garantici bir stratejinin bir parçası olarak destek veriyor olabileceğinden ötürü, ABD'nin stratejisindeki bir değişikliğin Türk politikasındaki bir değişikliği kolaylaştırması olasıdır."[36] Türkiye'nin ve diğerlerinin (Ürdün ve Lübnan) bu denli öne çıkma nedenlerini aşağıda görebiliriz. Rapora göre asla yapılmaması gerekenler şunlar[37]: 1- Hiçbir şey yapmamak 2- IŞID'i sekteye uğratmak. IŞID'in mağlubiyeti olmaksızın ya da IŞID yok edilmeksizin yapılacak bir sekteye uğratma eylemi Irak ve Suriye'de kalıcı ABD askeri operasyonlarının formülü olacaktır. Bununsa bir sonu ya da başarılı bir sonucu olmayacaktır. 3- Esad işbirliği yapmak. Esad, katı Alevi mezhepçiliğinin birincil simgesi olması nedeniyle El Nusra ve IŞID gibi aşırıcı Sünni gruplara verilen desteği arttıracağından IŞID'e karşı etkisizdir. Onunla işbirliği başarısız olmakla kalmayacak Sünni Arapların ABD'nin kendilerine karşı olduğuna inanmalarına yol açacak ve ileride IŞID'e karşı onlarla yapılabilecek ittifakların önüne geçecektir. 4-İran'la herhangi bir düzeyde işbirliği yapmak. Iran bölgede mezhepçiliğin birincil simgesidir ve tercihen aşırıcı Şii grupları desteklemektedir. Milli güvenlik kuvvetleriyle uluslararası bir yapıya girmesi sonucunda kendi kuvvetleri ve terörist gruplarıyla birlikte gelecektir. İran'la işbirliği yapmak Esad'la yapıldığında olacağı gibi Sünni algıda aynı sonuçlanacaktır. 5- Irak ve Suriye üniter devletlerinin parçalanmalarına razı gelmek. Müslüman dünyadaki tüm sınırlar yapay ve sömürgecilerin dayatmalarıyla yapılmıştır. Bunların şiddet yoluyla yeniden şekillenebileceğinin kabulü, Afrika ve Ortadoğu'da savaşları meşru kılacaktır. Aşırı derecede yerelleşmiş güvenlik kuvvetleri IŞİD'e karşı etkin bir şekilde iş göremez. El Kaide bağlantılı grupların gelecekte de ortaya çıkmasına olanak tanıyan koşulların yeniden oluşmasını engellemek için Irak ve Suriye devletlerinin kaynakları gerekli olacaktır. 6- El Nusra Cephesini güçlendirmek. Yalnızca IŞİD'i hedefe almanın olası sonuçlarından biri de budur ve bu tam bir felaketle sonuçlanacaktır. 7- Bağımsız bir Kürdistan'ı desteklemek. Bağımsız bir Kürdistan üniter bir Irak'ın parçalanmasını sağlayacaktır ki bu IŞID'in büyük stratejik hedefidir. Bu aynı zamanda yalnızca Irak ve Suriye'nin değil Türkiye ve İran'ı da içine alacak şekilde bölgenin istikrarsızlaştırmasını alevlendirecektir. Dahası, Irak Kürtlerinin iç dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda, oluşturulması hedeflenen üniter bir Kürdisyan'ın koşullarının olduğu sanılması nedeniyle bu tam anlamıyla bir yanılgıdır. Bu 7 maddeden de anlaşılacağı üzere, etnik-mezhepsel temelli ayrışmalar ve orta-uzun vadeli ABD hedefleri nedeniyle Esad'lı bir Suriye, İran'a yakın veya Suriye-Mısır çizgisinde bir Irak ile işbirliği olanaksızdır. Öte yandan bölgede Sünni Arapları kazanma hedefi de uygulanması güç bir hedeftir. Özellikle ABD eliyle bölgeye yapılacak bir askeri müdahale IŞİD saflarında ve çevresinde ABD aleyhtarı bir hava oluşturup bölgenin güçlerini ABD'nin karşısında birleştirebilir. Bu nedenle IŞİD'e karşı görünürde uygulanacak siyasetlerin ABD'yi bölgeye yerleştirmeye odaklanacağını söylemek daha gerçekçi olacaktır. Bu sayede Sünni Arap kitlesini karşısına almaktansa içerisinde bölünmeler yaratıp Irak ve Suriye'ye etki edebilecek yeni kuvvetler yaratılabilecek ve bu iki ülkeye karşı ABD varlığı daha yakından ve uluslararası toplumun rızasıyla hissettirilebilecektir. IŞİD TERÖRÜNÜN ÖZGÜNLÜĞÜ IŞİD öncesinde, 11 Eylül saldırılarıyla birlikte uluslararası terörizmde şiddet eşiği aşılmıştı.[38] Terör olaylarındaki "nicel" artışa kıyasla IŞID'i bu artışın faillerinden niteliksel açıdan farklılıklar taşımaktadır. Bu farklılıkların bir kısmına yukarıda değindik. Bu farklar; 1- Yerleşik bir terör örgütü. 2- İnsan kaynağının önemli bir bölümü kitlesel ve belirli bir disiplin altında bulunuyor. Diğer örgütlerin çoğunda militanlar hücreler halinde ve silahlı eylemler süresince faal bulunuyordu. 3Gittikçe artan bir hükümranlık alanı bulunan ve bulunduğu yerde varlığını kökleştiren bir örgüt. IŞID'in kendine özgülüğünü anlamak için kendine özgülüğünü bozan ortaklıkları bulunan ve kendisini doğuran örgüt, El Kaide anlaşılmalıdır. Bunun için öncelikle El Kaide'nin kısa tarihçesini sunacağız: EL KAİDE IRAK'IN TARİHÇESİ "El Kaide Irak'ın kökenleri cihatçı bir grup olan Tevhid vel Cihat (Birlik ve Cihat) adlı örgütün Ürdünlü militan Ebu Musap El Zerkavi tarafından kurulmasında yatıyor. Bu deneyimli cihatçı önceleri 2001'de Afganistan'dan çekilmesinden sonra Ensar El İslam'la ilişki içerisindeydi. Zerkavi, Irak'ın koalisyon güçleri tarafından işgalinde ortaya çıkan cihat olanaklarını anında fark etti ve Batılı rehinelerin kafalarının halka açık bir şekilde kesimlerinde kişisel olarak da bulunması da dahil aşırı kanlı eylemlere meyliyle hızla nam saldı. 2004'te, Zerkavi örgütünü El Kaide Mezopotamya olarak yeniden adlandırdı ve Usame Bin Ladin'le resmi bir şekilde ittifak kurdu. Zerkavi'nin El Kaide "markası"yla özdeşleşmesi, hem onun ününe kattı hem de dış bağlantılara (sponsorlara) ulaşma araçlarını arttırdı. Aynı şekilde, Afganistan-Pakistan sınırında gizlenen eski El Kaide liderliği Zerkavi bağlantı içerisinde olduğunda, Zerkavi dünyanın en öne çıkan cihatçı savaş alanında El Kaide'nin görünebilir olmasını sağladı. El Kaide ve Zerkavi arasındaki ittifak, El Kaide'nin Zerkavi'nin hiçbir ayrım gözetmeksizin Iraklı sivilleri öldürme rutini sonucu Müslüman kamuoyunu yabancılaştırmasından ötürü öngörülü bir şekilde kınamasıyla ortaya çıkan strateji ve taktikler konusundaki ayrılıklar nedeniyle zarar gördü. Bununla beraber ittifak, her iki müttefik için de bırakılmasını göze alınamayacak denli değerli ve Zerkavi'nin ölümünün ardından ciddi bir sorun çıkmadan sürmektedir."[39] ORTAK İDEOLOJİK HARÇ: SELEFİLİK (SELEFİ CİHATÇILIK) İki örgütün ortaklıklarının başında benimsenen ideolojik harç yer almaktadır, Selefilik: "El Kaide'nin çeşitli biçimlerini birleştiren, onlara ilham veren ve onları motive eden ideoloji, Sünni İslam'ın adına Selefi Cihatçılık denen aşırı uçlu bir yorumundan doğmaktadır.1.2 milyarlık güçlü Müslüman camiasında (Kur'anı ve Hz. Muhammed örneğini takip eden insanlar), Sünniler (peygamberin örneğini takip edenler) ve Şiiler (peygamberin örneğini ve damadı Hz. Ali üzerinden devam soyunun örneğini takip edenler) bulunmaktadır. Sünni İslam'ın Selefi versiyonu ise peygamberin zamanında ve onun hemen sonrasında uygulandığına inandıkları haliyle İslam'ı hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Selefilerin bir kısmı Müslümanları dünya çapında birleştirmenin bir yöntemi olarak şiddeti savunmakta, İslam'a ilişkin kendi anlayışlarını yansıtan bir versiyonu dayatmaktadır.."[40] Bu satırlardan Zerkavi, Bin Ladin ve/veya Bağdadi gibilerinin cihatçıselefi yorumlarının kendilerine özgü ve yeni olduğu anlaşılmamalıdır. Söz konusu aşırı uç yorum oldukça eskidir ve toplumsal-tarihsel dayanaklara sahiptir: "İslam'ın cihatçı ifadeleri doğru düzgün anlaşılmadığında, insanı birçok hataya sürükler. İlkin, İslami cihadın yeni bir ideoloji olduğu ya da Afgan Savaşı (1978-89) bağlamında ortaya çıkan radikal bir akım olduğu inanışı vardır. Aslında, radikal eğilim en azından, Ortaçağ hukukçusu Takieldin Ahmed İbn Taymiye'ye (1263-1328), 18. Yüzyıl vaizi Muhammed Bin Abdal Vahap (1703-1791) ve modern zamanlardan Hasan El Benna (1906-1949), Mevlana Ebu'l A'la el-Mevdudi (1903-1979), Muhammed İlyas (1885-1944), Seyit Kutup (1906-1966) ve daha pek çoklarına kadar götürülebilir. El Kaidenin her iki lideri de, Usame Bin Ladin ve Ayman El Zevahirinin her ikisi de meşhur ideolojik konumları miras edindiler, yoksa radikal İslam düşüncesinin kurucuları değildirler."[41] Diğer bir ortaklık IŞÎD'i doğrudan Mücahit Şura Konseyleri adlı şemsiye örgütün içerisinde merkezi bir yapı bulunduğu halde şemsiye altındaki örgütlerin inisiyatiflerinin canlı ve yapılarının özerk kalmasıdır. Zira hem bu şemsiye örgüt hem IŞÎD hem de esasen hepsinin kökü olan El Kaide bu tür bir şemsiye örgüttür: "21. yüzyılın başlarında, El Kaideyi altında farklı derecelerde işlev gören birçok terörist grupların bulunduğu bir şemsiye örgüt olarak anlamak mümkündür. Bu gruplar önceleri Pakistan, Irak, Türkiye, Suudi Arabistan, Fas, Endonezya ve diğer Ortadoğu, Asya ve Avrupa ülkelerinin de aralarında bulunduğu 45 ülkede faaliyet göstermişlerdir. Bu örgütlerin birçoğu Usame Bin Ladini ve El Kaideyi taklit etmek için simge ve model olarak görmekte fakat yine de onların cihat söyleminin altında Batıya karşı mücadele etmektedirler."[42] Ne var ki burada önemli bir fark da yatmaktadır. Her ne kadar bu üç örgüt de şemsiye örgüt oldukları halde El Kaide'nin "şemsiye" yapısı önemli bir farklılık taşımaktadır, ki bu farklılık sayesinde IŞID ortaya çıkabilmiştir. EL KAİDE'NİN DÖRT BOYUTU El Kaide'nin iyi anlaşılmamasının en önemli nedenlerinden biri "El Kaide" ifadesinin her geçtiği yerde bu ifadenin aynı yapıya işaret ettiğinin sanılmasıdır. Gerçekte "El Kaide" ifadesi Selefi Cihatçı militanlığın birçok farklı biçimine atıfta bulunmak için kullanılabilmektedir. Esasında El Kaide terimi tek başına kullanıldığında El Kaide Merkezine, El Kaide Şubelerine, El Kaide Yereline ve El Kaide Şebekesinden herhangi biri için kullanılıyor olabilir. Brian Fishman ve James Forest'in 2009 yılında yayımladıkları bir çalışma bu ayrımları netleştiriyor: El Kaide Merkezi: "El Kaide Merkezi "en uzak" düşmana saldırmaya odaklanmaktadır, ki bu en uzak düşmandan kasıt öncelikle ABD ve onun yanı sıra Batı demokrasileridir... El Kaide Merkezi'nin nihai amacı Ortadoğu'daki mürtet hükümetleri yok etmektir."[43] Ne yazık ki Fisherman ve Forest'in çalışmaları ABD merkezli propagandanın ve görevlendirmenin defosunu taşımaktadır. ABD ile Ortadoğu'daki "mürtet" (dinden dönmüş) hükümetlerin (Irak ve Suriye) çatıştığı bir ortamda El Kaide Merkezi'nin "en uzak" düşmanının, en öncelikli düşmanının ABD olduğunu söylemek ardından da "nihai amaç"ın söz konusu "mürtet hükümetler" olduğunu söylemek bu defonun kuyruklusudur. El Kaide Şubeleri: IŞÎD'i doğuran yapı tam da bu şube yapılarıdır. IŞÎD'in bölgede tercih edilir olmasının nedeni şube yapısının örgütlülüğü ve yerindenliği sayesinde bölgede işlevsel bir konum kazanabilmesidir: "Dünya'da faal bulunan en etkili El Kaide Şubeleri, El Kaide Irak ve El Kaide Müslüman Mağrip'tir. El Kaide Irak dünyadaki en etkin terör örgütüdür. Irak'a özgü küresel ilgiden ötürü El Kaide'nin karmaşık medya operasyonları en çok izlenen operasyonlardır."[44] IŞID'in organik kökeni olan El Kaide Irak, salt konumu nedeniyle değil ama aynı zamanda terörü etkin ve hızlı bir biçimde uygulama kapasitesi nedeniyle göz önünde bulunmuştur. El Kaide'nin bu niteliğinin nedenleri ise hala karanlıktadır. Bu niteliklere varabilmelerinin en açık nedeni örgüt üyelerinin en sıcak çatışma bölgelerindeki kamplarda (Irak devletinden katılanların Irak ordusunun askeri operasyonlarında, El Kaide Merkezden katılanların Bin Ladin'in kamplarında, diğerlerininse istihbarat örgütlerince doğrudan) aldıkları eğitimlerdir. İstihbarat örgütlerinin eğitimleri genelde kolay kolay aydınlatılamayan eğitim türlerindendir. Ancak 2014'ün haziran ayında bazı medya kuruluşlarının aktardığına göre IŞÎD üyeleri Suriye hükümetiyle çarpışmaları için CIA'ya bağlı Ürdün'deki gizli bir üste 2012 yılında eğitildiler.[45] Tüm bu eğitimlerin sonucunda ve belki buna ek olarak karanlıkta kalan başka nedenlerin de etkisiyle işlevsel bir konum kazanan El Kaide Irak IŞÎD'in omurgasını kuracak güce kavuşmuştur. Kullanılan silahlar bu güce işaret etmektedir: "Irak'taki kimyasal silahlar El Kaide Şubelerine CBRN (Kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer) savaşı örneği sunuyor. Bu saldırılar başarılı bir şekilde birçok insanı öldürdüğü halde, çoğu kurbanın ölüm nedeni kimyasaldan çok hareketli patlamaydı. Bu tür saldırılar göreli olarak basittir, çoğunlukla kimyasal taşıyan bir tankere bağlanan uydurma patlayıcı aygıtlarıyla yapılır."[46] El Kaide şubeleri ve birazdan değinilecek olan El Kaide yerelleri, terörizmin pratiğine ilişkin önemli karakteristiklere sahiptir. Herhangi bir planlı doktrine etme ve beyin yıkama süreçlerine kıyasla daha etkili ve inisiyatifli (elbette istihbari yönlendirmeye de daha açık) yapıların oluşmasına olanak tanıyan bu karakteristikler terör uzmanı Sam Mullins tarafından şu şekilde belirtiliyor: "... teröriste dönüşme sürecinde kişinin denkleriyle girdiği planlanmış olanlarındansa kendiliğinden olan grup etkileşiminin sistematik beyin yıkamadan ve doktrine edilmekten daha hayati bir bileşen olduğu görülmektedir. Dahası, doğrudan yukarıdan aşağıya etkinin yokluğunda kendiliğinden grup etkileşiminin önemi farklı "kendi kendine başlatan" grupların (ideolojik veya uygulamalı bilginin internet üzerinden veya serbestçe dolaşıma girmesiyle ve böylelikle büyük örgütlenmelerle formal bağlara duyulan gereksinimler ortadan kalkmış da olur) ortaya çıkmasıyla katlanmaktadır." [47] EL KAİDE YERELLERİ "Her ne kadar hem El Kaide Merkezi hem de El Kaide Yerelleri sivillere karşı ölümcül saldırılarında başarılı olduysa da bu türden hücreler başarıları ile olduğu kadar hatalarıyla da, Londra ve Glaskov havaalanlarındaki propan bombasını hatırlayalım, fark edilirler. El Kaide Yerel hücreleri genellikle El Kaide Merkezine veya El Kaide Şubelerine kıyasla çok daha az kaynağa ve çok daha az uzmanlığa sahiptir. El Kaide Yerel, El Kaide Merkezin küresel perspektifine uyum sağlamaya çalışır, ne var ki hali hazırdaki saldırılar Irak'ta savaşla ilişkilendirilmektedir. Yine de yurtdışında yaşayan Selefi Cihatçı uzmanlar arasında Batılı devletlere saldırmanın teolojik kabul edilebilirliği konusunda bir takım tartışmalar yapılmaktadır. Londra'da yaşayan etkili bir Suriyeli vaiz olan Ebu Beşir El Tartusi hem intihar bombalamalarına hem de İngiliz 'ev sahiplerine' yapılan Selefi Cihatçı saldırıların kabul edilebilirliğine karşı konumlanmıştır.."[48] "Stratejik bir bakış açısından, El Kaide Yerel'in bir hücresi büyük bir CBRN saldırısından sonra içerisinde bulunduğu hedef toplum bünyesinde faal kalması çok düşük bir ihtimaldir. Öte yandan, uzun zaman sürecek bir korku yaratmak için tasarlanmış kimyasal veya biyolojik silahı kullanan düşük düzeyli bir kampanyayı sürdürmek mümkündür.."[49] EL KAİDE ŞEBEKESİ "Herhangi bir askeri örgütlülükle bağı bulunmayan El Kaide destekçileri taktiksel eğitimden ve lojistik destekten yoksun oldukları için çok sınırlı bir operasyonel tercih aralığına sahiptirler. Stratejik etkilerini bir saldırının stratejik maliyetlerini azaltarak optimize etmeyi amaçlayan bir istekten çok, bir El Kaide Şebekesi hücreleri muhtemelen bulabileceği herhangi bir kaynaktan yararlanmaya çalışacaktır. El Kaide Şebekesi hücrelerinin stratejik dinamikleri El Kaide Yerellerininkine benzemektedir, elbette söz konusu örgütlerin taktik kapasitelerine sahip olmadıkları kaydıyla. El Kaide Merkezinin, şubelerinin ve hatta bazı yerellerinin kendi fiziksel ve psikolojik etkilerini arttırmaya dönük karmaşık bir planı hayata geçirmeleri mümkünken, El Kaide şebekesi karmaşıklığı olabildiğince azaltmaya çalışacaktır. Bu bir CBRN saldırısının yapılamayacağı veya böyle bir saldırının etkili olmayacağı anlamına gelmez. El Kaide'yi ideolojik nedenlerle destekleyen bir kimya mühendisinin oldukça tehlikeli ve potansiyel olarak bir hayli ölümcül saldırılar yapabileceği düşünülmelidir."[50] SİLAHLAN NEREDEN BULUYORLAR? EĞİTİMLERİ NASIL? IŞÎD'in sahip olduğu silahlara ilişkin bazı bilgi kaynaklarımız bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı sanal ortamdaki kişisel yazılı ve sözlü paylaşımlardır, bir diğeri sanal ortamdaki görsel-multimedia paylaşımlardır ve son olarak çatışmalarda elde edildiği belgelenen silahlara ilişkin çok taraflı raporlardır (birçok tarafça doğruluğu kabul edilen raporlardır). Bunlardan ilki çok güvenilir değildir: "İlginçtir, 2007'nin ilk çeyreğinde Iraklı kamyon bombalamalarındaki sözümona klor kullanımı, medyada büyük yer bulduğu halde şimdi konu edilmemektedir. Gelgelelim, akılda tutulmalıdır ki Irak'ta bulunan hiçbir Cihatçı örgüt bugüne dek resmi olarak bu tür bombaların kullanıldığını kabul etmemiştir. Sanal cihatçıların ilgilendikleri oranda, Mücahitlerin halihazırda uyguladıkları bir taktiktense, sözde "klor bombaları", IŞİD'in ününü büyütmek isteyenlerin propagandasının bir parçası olarak görülmelidir."[51] İkinci tür bilgi kaynağına örnek olarak Hamad Awidat adlı muhabirin 23 Eylül 2014'te sosyal paylaşım sitelerinde paylaştığı ve IŞİD militanlarının ellerinde ağır makinalılarla, İsrail komandolarının kontrolündeki Golan tepelerinde görüldükleri görüntüler verilebilir. Sonuncu bilgi kaynağına örnek olarak silah uzmanlarından aktarılan şu bilgiyi verebiliriz: "Suriye'de, IŞİD silahları hem diğer asi gruplardan hem de hükümetten elde etmiştir. Irak'ta, askeri teçhizatı ordudan sağlamıştır."[52] Çok taraflı raporların hazırlanmasında önemli çalışmaları olan CAR (Conflict Armament ResearchÇatışma Silahlanma Araştırma) adlı araştırma kuruluşunun elde ettiği raporun ayrıntılarına göre IŞİD'in elinde bulunan silahlar uluslararası ölçekte lojistik desteğe işaret etmektedir[53]: "Yeni bir rapora göre, IŞİD 'önemli miktarlarda' ABD yapımı silahları terör alanını Ortadoğu'da yaymak için kullanıyor. Bu rapor Londra merkezli araştırma grubu olan CAR adlı araştırma grubunun Irak ve Suriye'de yaptığı araştırmalarla düzenlenmiştir. IŞİD'in ABD askeri teçhizatını kullandığı bir süredir bilinmekteydi, fakat CAR'ın çalışması hükümet olmayan yapıların yaptığı, terörist grup IŞİD'in konuşlandırdığı teçhizatı ayrıntılı bir biçimde kayda geçiren ilk çalışmadır. Amerikan yapımı M16A4 suikast tüfeği Ortadoğu'da IŞİD tarafından ele geçirildikten sonra CAR tarafından kayda geçirilmiştir. M79 90 milimetrelik tanksavar roketler IŞİD kuvvetlerinden Suriye'de ele geçirildi. Çin yapımı PKM model M80 makineli silah IŞİD tarafından kullanılmaktadır. IŞİD tarafından kullanılan küçük silahlar ise Amerikan M16A4 suikast tüfekleri ve XM15 yarıotamatik tüfeklerdir. IŞİD'in kullandığı diğer silahların arasında Suudi Arabistan tarafından verilen Özgür Suriye Ordusuna M79 90 milimetrelik tanksavar roketler, Çin yapımı M80 genel amaçlı makineli silah ve bir Hırvat Elmech dürbünlü tüfek bulunuyor."[54] Bunca ayrıntılı bilgiye rağmen IŞİD'in silahlanması konusunda doğrudan hedef gösteren bilgileri Batı basınında bulamıyoruz. İran devletine bağlı Press TV'nin aktardığına göreyse IŞÎD'i silahlandıran ABD'dir. Press TV'nin haber kaynağı ABD senatosundan[55]: Senatör Rand Paul'in söylediğine göre ABD hükümeti Suriye'deki IŞİD militanlarını silahlandırmakta ve ABD müttefikleri de onları finanse etmektedir. Paul'ün söylediğine göre ABD'nin İran Körfesindeki iki büyük müttefiki Suudi Arabistan ve Katar terörist grubu finanse etmektedir. ABD finansmanı ve desteğine ilişkin, özellikle ABD'nin IŞİD üzerindeki istihbari ve bombalama amaçlı uçuşlarından sonra akıllara gelebilecek "neden" sorusuna ilişkin bir tartışma yürütmek anlamlı olabilir. Ancak bu yazının özü bu "neden" sorusuna odaklanmaktan çok doğrudan "destek, finansman, plan ve tasarım" olgularına odaklandığından kısa bir notla geçiştireceğiz. ABD ve genel olarak Batı bu denli vahşi eylemlere bulaşan "İslami" terör örgütlerini neden destekliyor? ABD'nin terör ve savaş siyasetlerinin ciddi bir muhalifi olan Dr. Kevin Barrett'in bu soruya yanıtı net[56]: Batı ne diye bu en korkunç, en kanlı "İslamcı terör" gruplarını destekliyor hatta yaratıyor? Polisin eylemcilerin arasına provokatörleri yerleştirme nedeniyle aynı nedenden ötürü: Grupları bozguna uğratıp, halkı arkasına almak ve polisin onları yok etmesini sağlamak için. Barrett'in yanıtının eksik yanını da tamamlayalım. Normal koşullarda söz konusu polisi orada istemeyen bir halkın "polisi çağırmasının ve polisin varoluş nedenini zihninde yeniden üretmesinin de sağlanacak olması provokatörlerin desteklenmesinin önemli bir nedenidir. KİMDEN TERÖRİST OLUR? TERÖRİST NASIL OLUNUR? Uygulanan şiddet eylemlerinin bünyesindeki vahşet ve eylemlerin gerçekleştiği coğrafyaya ilişkin genel geçer yargılar nedeniyle IŞİD'e katılan teröristlerin, özellikle de üst kademe kişilerin geçmişte yoksulluk çekmiş ve eğitimsiz kişilerden oluştuğu kanısı kabul görmektedir. Bu kanıyı birçok örnekle doğrulamak mümkün olsa da olgulara ve terör pratiklerinin geneline bakıldığında şiddet eğilimi ile yoksulluk ve/veya cehalet arasında doğrudan bir ilişki olmadığı gibi çoğu zaman ilişki ters yöndedir. Yoksullukla terörizm arasında sanıldığı türden doğrudan bir bağlantının olmadığı Alan B. Krueger tarafından işlenmektedir: "Aslında, önde gelen ve iyi niyetli dünya liderlerinin, uzmanların [yoksullukla terörizm arasındaki] bağlantıyı herhangi bir ampirik temel olmaksızın kurmaları bana çok ilginç geliyor. Bugün elimizdeki sayısız kanıta göre eğitim ve yoksulluğun terörizmdeki etkisi dolaylı, karmaşık ve büyük olasılıkla çok zayıftır."[57] İntihar saldırılarına ve şiddet eylemlerine verilen destekle eğitim düzeyi arasındaki ilişkiye ilişkin yapılan bir araştırmanın sonuçlarını Krueger şu şekilde yorumluyor: "Yüksek gelirli insanların intihar bombalamalarını meşru görmemeye eğilimli olduklarına dair herhangi bir veri[58] bulunmamaktadır. Türkiye'de bu türden saldırıları haklı görenlerin yüksek gelirlilerden oluştuğu görülmektedir. Ürdün ve Pakistan'da gelir düşüklüğüyle intihar bombalamalarının meşru görülmesi arasında zayıf bir bağlantı bulunmaktadır..."[59] Söz konusu destek İsrail'e yönelik saldırılar ilişkin sorgulandığında çok daha artmaktadır: "[İsrail karşıtı şiddet eylemlerine Türkiye, Ürdün, Pakistan gibi ülkelerde verilen] destek öğrenciler arasında yüzde 90'ı bulmaktadır. Bu bulgu, şayet öğrencilerin en radikal grubunu temsil ettiği düşünülürse çok şaşırtıcı değil. Akılda tutulması gereken diğer bir bilgi ise bu öğrencilerin 18 yaşında veya daha büyük olduklarıdır ki bu onların yüksek öğrenim öğrencileri olduğuna işaret etmektedir."[60] "Bunlara ek olarak, intihar bombacılarının neredeyse yüzde 60'ı, toplumun yüzde 15'inin lise derecesinin altında olduğu halde, lise derecesinden yüksek dereceden mezundur. Bu rakamlar şaşırtıcı değildir çünkü, bu verilerin toplandığı iki örgüt olan hem Hamas hem de Filistin İslami Cihad örgütleri militanlarını üniversite kampüslerinden kazanıyorlar. Bu militanlar orta veya daha üst sınıfların ailelerinin çocuklarından oluşuyor."[61] Eğitimle şiddet eylemlerine destek arasında ilişki kurulmasını sağlayan ampirik verilere ilişkin kuşkulara karşı bu olgunun ardındaki mantık şu şekilde işleyebildiğim söylemek sanırız yararlı olacaktır: "Burada sürekli tekrarlanan bir motifi görüyoruz: Her ne kadar düşük sosyoekonomik statüye veya düşük düzeyli eğitime sahip kişiler teröre katılma konusunda düflük fırsat maliyetine sahip olsa da düşük gelirliler maddi kazançları, belki de gereksinimleri yüzünden, ideolojik hedeflerden üstün tutuyorlar. Kamuoyu anketlerinde ya da oylamalarında gördüğümüz gibi iyi durumda olan ve daha iyi eğitim almifl kifliler aşırı uçlara sürüklenebildiği sonucuna varabiliriz. Daha az eğitimli kiflilerse bir görüfle sahip olmamaya eğilimdirler. Daha eğitimliler oy kullanmaya daha çok eğilimdirler. Daha eğitimli ve daha yüksek gelirliler oy kullanmada daha fazla fırsat maliyetine sahipler. Ancak bu onları oy kullanmaktan alıkoymaz, bunun nedeni muhtemelen o verme sürecine inanmaları ve bilgilenip görüfl oluflturmanın onlar için daha kolay olmasıdır. Daha eğitimli kifliler için bilgi edinmek daha ucuz ve daha kolaydır. Aynı zamanda görüfllerine daha fazla güveniyorlar ve bu da onları aflirı uçlara götürebiliyor."[62] Görüldüğü gibi şu veya bu şekilde tanık olduğumuz vahşet eylemlerini yapan kişilerin akıl sağlığıyla ilgili sorunları olması, eğitimsiz veya yoksul olmaları gerekmemektedir. Esasında, uygulanan siyasetlerin, hedeflerin bütününe bakıldığında şiddetin işlevi ve araçsallığı ortadadır. Sürekli olarak uygulanan şiddet toplumun belirli bölümlerinin rızasının üretimi için işkence gibi bir işlev görmekteyken, bir yandan da uluslararası toplum nazarında bölgeye askeri müdahale için gerekçelerin üretilmesi için olumlu bir iklim yaratmaktadır. Şiddetin işkence olarak kullanımını daha iyi anlayabilmek için şu tunç yasasını anımsamakta yarar var: İşkencenin nihai işlevi güç yanılsaması üretmektir.[63] Üretilen güç yanılsaması süreklilik kazandığında varlığını sürdürmek isteyen kitlelerde rıza üretimini kolaylaştırmasının yanı sıra şiddetin uygulayıcılarının kararlılığını pekiştirmektedir. NEDENSELLİK VE OLGULAR SINAVDA Andrew Phillips'in 2009 yılında yayımlanan "How al Qaeda lost in Iraq" (El Kaide Irak'ta nasıl kaybetti) başlıklı makalesinde El Kaide'nin (daha doğrusu El Kaide Irak adlı örgütün, bu örgüt El Kaide'nin yerel adlarla faaliyet yürüten ve merkezi El Kaide'den farklı olarak yerel kuvvetlerle daha yoğun ilişkileri olan ayrı bir örgüt gibi değerlendirilebilir) Irak'ta başarısız olma nedenleriyle şimdilerde IŞİD'in "başarılı" olma (yayılma, etkili olma) nedenleri arasında büyük bir paralellik var: "El Kaide Irak'ın mağlubiyetinin ideolojik katılığına, ölçüsüz ve ayrımsız fliddet tutkusuna ve içinde bulunduğu toplulukların hassasiyetlerine ve siyasi çıkarlarına uyum sağlamaktaki mutlak hoflnutsuzluğuna yıkılabileceğini düflünüyorum. Dahası, istisnai olmanın çok ötesinde, El Kaide'nin Irak'taki yerel müttefikleriyle iliflkilerini doğru ele alamayifli İslam dünyasındaki çelişmelerinde bulunmasında öteden beri görüldüğü gibi içinde bulunduğu toplulukları ötekileştirme eğiliminin son örneğini temsil ettiğini görüyorum. Yaptığım analizler, El Kaidenin ideolojik aşırılığının kırılganlığı için hayati bir nokta olduğunu ve küresel cihatçıların yüksek dozda çelişmelerin sürdüğü ortamlarda bile içerisinde bulundukları topluluklardan ayırmanın mümkün olduğunu doğrulamaktadır.."[64] Andrew Phillips, Batı merkezli düşüncesinden ve El Kaide'nin ideolojik bir merkezileşmenin ürünü olduğu yanılgısından hareketle El Kaide'ye atfedilen katı Selefi İslam anlayışının örgüt içerisinde bir bölünme ortamı yaratacağını düşünmektedir. Oysa, ne El Kaide ideolojik bir merkezileşmenin ürünüdür ne de bu türden bir yorum El Kaide'de bölünmeye yol açmaktadır. Pratiğe baktığımızda El Kaide'deki tüm yarılmalar taktikler temelinde gerçekleşmiş, bunun ötesindeki yarılmalar veya kırılmalar örgütün gücünün veya örgüte verilen lojistik desteğin azalmasının sonucu yaşanmıştır. El Kaide ve benzeri örgütlerin, söz gelimi IŞID'in, "ideolojik" katılığını terk edip daha kucaklayıcı ve ılımlı bir yorumu benimsemesi durumunda bu türden yarılmaları ve zayıflamaları yaşamayacağını düşünenlerin bölgede ne tür alternatiflerin bulunduğunu göz önünde bulundurmadıkları ortadadır. IŞID, bölgede bir boşluğu doldurmaktadır. Ancak IŞID'in ve benzerlerinin ılımlı yorumlara yelken açtıklarında, halihazırda farklı kültürleri, etnik yapıları ve dahası farklı dinleri bir arada yaşatabilen Suriye ve Irak gibi devletlerle baş etme şansı yoktur. Dolayısıyla, IŞID'in veya benzerlerinin bu tür bir reformla bölgede başkalaşarak farklı olanları kapsayıcı bir siyaset izleme olanağı yoktur. Phillips, El Kaide'nin gücünün formülünü çözdüğü satırlarına odaklanıp Batı merkezli düşünce şemasını terk ettiğinde gerçekliğe daha çok yaklaşmaktadır: "Aralarında en meşhum ifadesini bulan El Kaide'nin de yer aldığı Selefi cihatçılığı Selefiliğin puritan ahlakıyla cihatçılığın şiddete dayalı eylem biçimini ve varoluşsal dövüşkenliğini birleştirmektedir. El Kaide örneğinde, bu ideolojik vaatler, islam dünyasındaki mürtet rejimlerin yıkılması, egemen devletlerin halihazırda varolan uluslarası düzeninin yok edilmesi ve ümmetin yeniden tesis edilmiş bir Halifelik altında birleştirilmesini nihai hedefleri olarak gören oldukça özel bir büyük strateji bünyesinde birleşmektedir.."[65] Şiddet ve yıkım arasında önemli bir fark bulunmaktadır. IŞID'in sanal ortamlarda rekor kıran paylaşımlara konu olan şiddet eylemleri El Kaide'ye atfedilen İkiz Kuleler saldırısının yanında çok daha az katastrofik şiddet örnekleridir. IŞID, terör kavramının içlemine uygun olacak şekilde etrafa korku salmaya dönük bir şiddet uygulamaktadır. Ancak henüz kitle imha silahlarının katastrofik bir biçimde kullanıldığına tanık olmuyoruz. Daha önce içerisinde bulundukları Özgür Suriye Ordusu'nun Suriye devletine karşı yürüttüğü isyan sırasında kullanılan kimyasal silahlar dışında yığınların üzerinde kitle imha silahları kullandıkları bulgulanamamıştır. IŞID'i özgün kılan temel unsurlardan biri uyguladıkları "sıradan" şiddeti ("sıradan" dememizin nedeni uygulanan şiddetin, dozunu düşük bulmamız değil, sunulduğu biçimiyle hemen her gün olan, olağanlaşmış bir şiddet biçimi haline gelmiş olmasıdır) içeriden sızmalar biçiminde değil de apaçık bir propaganda faaliyeti olarak teşhir etmeleridir. Diğer bir unsur ise belirli önemli siyasal-askeri hedefleri vurmakla kalmayıp oldukça geniş bir bölgeyi (birçok ülkenin yüzölçümünden geniş bir alanı) zapt edip bu bölgeye yerleşmeye çalışmalarıdır. Bununla da kalmayıp yerleştikleri bölgeden elde etmeyi umdukları insan kaynağını, salt askeri yöntemlerle değil ama bir devlet düzenine dayanan rıza üretme mekanizmalarıyla kullanmaya çalışmalarıdır. İnsani yardım adı altında yaptıkları hizmetlerin belki de en önemli hedefi işte bu kendilerine özgü (diğer terör örgütlerinin aksine) insan malzemesine ulaşma biçimlerini sürekli hale getirmektir. SONUÇ Bu yazıda ABD'ye yakın kaynaklardan hareketle IŞID'in tarihi, yapısı, künyesi, amaçları, mevcut durumu ve gücü ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede somut verilerin sağladığı dayanakların ötesinde yorumlardan kaçınılmıştır. Ancak IŞID'in, üstlendiği tarihsel-kültürel-siyasal mirasın da etkisiyle, sınırlılıklarını, gelecek stratejilerini bu veriler ışığında yorumlama ve çözümleme adımlarından kaçmılmamıştır. Görüldüğü üzere, IŞID kendinden önceki örgütlerin uyguladığı terörden ve sahip oldukları yapıdan hem nicel hem de nitel olarak farklılaşmaktadır. IŞID'in kendine özgülüğü sayesinde belirli bir güce eriştiği muhakkaktır. Ancak yine bu kendine özgü karakteristikleri nedeniyle genişlettiği hükümranlık alanında kendine yeter, sürekli bir güç olma şansı yoktur. Bölgedeki varlığı kendisini oraya yerleştiren konjonktürün ve güçlerin devamlılığına bağımlıdır. Bu devamlılığın en önemli gerekenlerden biri olan ABD ve İsrail ile ilişkilerin örtülülüğü şimdiden ortadan kalkmakta, Suriye, Irak ve İran devletlerinin bölgeye ilişkin istihbari bilgilerinin de etkisiyle gün geçtikçe daha da alenileşmektedir. Alenileşme o dereceye varmıştır ki ABD senatosunda bu aleniyet ve söz konusu ilişkiler sorgulanmaktadır. IŞÎD'e karşı operasyon adı altında uygulanacak ABD stratejilerinin açmazları yine ABD kaynaklarına ilişkin sunulmuştur. Bu açmazların nihai hedefe ulaşmada birer engel olduğu şüphe götürmese de kısa vadeli hedefler açısından henüz bir tıkanmaya yol açmadığı unutulmamalıdır. IŞÎD'e ve uygulanacak stratejilere ilişkin kimi projeksiyonlar yapılsa da yazının sınırları açısından IŞÎD'e ve onu yaratan ve devamlılığını sağlayan koşullara odaklanılmış ve bu koşulların çözümlemesinin izin verdiği ölçüde geleceğe ilişkin bazı öngörülerde bulunulmuştur. KAYNAKLAR -Alan B. Krueger, What Makes a Terrorist, Princeton University Press, 2008, New Jersey.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|