|
|
Zengin, Yalnız ve Çaresiz AvustralyaKategori: Özel Dosyalar | 0 Yorum | 11 Şubat 2015 10:06:38 Avustralya, kişi başına düşen milli gelir seviyesi bakımından dünyanın en zengin on ülkesi arasındadır. Dünyanın en izole ve tek başına bir kıtayı kaplayan ülkesi olan Avustralya’nın işgali ya da tehdit edilmesi zordur. Bununla beraber, Avustralya, 1900’den beri askeri ve güvenlik kapsamlı pek çok savaşa katıldı. Bunlar arasında Boer Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşları, Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak Savaşları'nı sayabiliriz. Bu savaşlar toplam 40 yıl sürdüğüne göre, 1901’de İngiliz Milletler Topluluğu’na (Commonwealth) devlet olarak katılan Avustralya, zamanının en azından üçte birini savaşlarla geçirmiş demektir.
Bu savaşlardan sadece birinde, II. Dünya Savaşı esnasında doğrudan tehdit altındaydı. O zaman şunu sormak gerekir; Böyle zengin ve güvenli bir coğrafyada yaşayan bir ülke neden bu kadar savaşa katılır? Çünkü emperyalistler ile işbirliği yapmak ve dünyadan izole olmuş olmak güvenlik sağlamamaktadır. Avustralya’nın stratejik sorunu deniz ulaştırmasına bağlı ekonomisi için stratejik ulaştırma hatlarının açık bulundurulmasıdır. Bu nedenle, tarih boyunca bu yolları kontrol eden büyük güçlerle yani emperyalistlerle işbirliği yapıldı. Bu güç önceleri İngiltere idi, daha sonra ABD oldu. Ancak, Avustralya’nın deniz ticaretine bağımlılığı, deniz ticaret yollarını kontrol eden ülkeye de karşı koyamaması demekti. İkinci ve daha zor olan stratejik sorunu ise, bu büyük deniz gücü, Avustralya’nın çıkarlarını aktif şekilde korumalıdır. Örneğin Avustralya’nın ihtiyaç duyduğu deniz ulaştırma yolları üzerinde pek çok kontrol edilmesi gereken düğüm noktası var ve büyük güç bu düğüm noktalarına ihtiyaç duymuyorsa, onu ikna etmelidir. Dolayısıyla Avustralya’nın büyük güçlere bağımlılığı, onları ikna edecek şeyler önermesi bir tür rüşvet vermesi ile mümkündür. Bu makalede, Avustralya güvenliği ve stratejik sorunlarını analiz edeceğiz. Avustralya'daki ilk insan yerleşimlerinin 42.000 ila 48.000 yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. İlk Avustralyalılar, kıtanın yerlisi olan günümüzdeki Aborjinlerin atalarıdır. Adada yaşayan diğer bir yerli halk olan Torres boğazı yerlileri, etnik olarak Malezya kökenlidir. Avustralya ismi Latince’de “güneyden, güneye ait olan” anlamına gelen “Australis” kelimesinden türetilmiştir. 14 Mayıs 1606'da, Vanuatu’ya ayak basan İspanyollar, kıtayı “Austrialía del Espíritu Santo” şeklinde adlandırmıştır. Kaptan James Cook, 1770'de, Avustralya'nın doğu kıyılarının haritasını çıkarmış ve buraları İngiliz topraklarına kattığını ilan etmiştir. Seferler sonucu yapılan keşifler, kıtanın sömürüsü için, hızla mahkûmların ve tutukluların işçi olarak çalıştırıldığı, ceza infaz kolonilerinin kurulmasını sağlamıştır. Avustralya ismi, kıtanın etrafını gemi ile dolaşan bilinen ilk insan olan, kâşif Matthew Flinders’in “A Voyage to Terra Australis (1814)” eseri ile popüler hale gelmiştir. 1824'de Britanya Krallığı, kıtanın resmen “Avustralya” ismiyle tanınmasını hükme bağladı. İngilizler tarafından sömürgeleştirilen Avustralya yerlilerinin (Aborjin) nüfusunun, Avrupalıların kıtaya yerleşmeye başladığı sıralarda 350.000 civarı olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten itibaren geçen 150 yılda sayıları hızlı bir şekilde azalmıştır[1]. Yerli çocukların ailelerinden alınıp devşirilmesi, bazı tarihçiler ve Avustralya yerlileri tarafından çalınmış kayıp nesil oluşturulması olarak adlandırılmaktadır. Üye Girişi 1850'lerde Avustralya'da altına hücum başladı ve 1855-1890 yılları arasında, altı koloni özerk hükümet kurma hakkını kazandı. 1 Ocak 1901'de Avustralya Koloni Federasyonu, on yıllık bir planın ardından, seçme ve seçilme, temsil edilme haklarını elde ettiler. Böylece İngiliz Krallığı’nın yönetiminde, Avustralya Kraliyet Devleti doğmuş oldu. Avustralyalı seçmenler 1999'daki referandumda % 55 çoğunlukla Cumhuriyet yönetimine geçmeyi reddettiler. Ülke hâlen sembolik olarak İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth’e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetilmektedir. Avustralya, dünyanın en büyük adası ve en küçük kıtasıdır. Genellikle yüksek ve uzun olmayan yaylalar, güneydoğuda verimli ovalar yer almaktadır. Erozyonla ortaya çıkan asıl ana kara 3 milyar yıldan daha yaşlıdır. II. Dünya Savaşı sonrası, Avustralya, Avrupa'dan gelen tüm göçleri aldı. 1970'lerde, sadece Avrupalıların göç etmesine izin veren yasanın iptali ile Asya ve dünyanın diğer yerlerinden gelen göçmenler de kabul edildi. Göçler sonucu, Avustralya'nın nüfusu, bilimi, kültürü ve görüntüsü radikal bir şekilde değişti. Son 10 yıl, küresel göç ve iltica hareketlerinin, özellikle zorunlu kitlesel göç olaylarının zirve yaptığı bir dönem oldu. Bu aralar Pasifik sularında da son derece karmaşık bir sığınma mücadelesi sahnelenmeye devam ediyor. Göçmenler açısından bakıldığında, Avustralya, insan hayatını ve onurunu hiçe sayan geri-itme uygulamalarına rağmen hâlâ cazip bir ülke konumunu sürdürüyor. Ancak, Avustralya, 22 milyonluk nüfusun kullanımında olan 1.521 trilyon dolarlık GSMH’sine daha fazla yeni göçmeni ortak etmek istemiyor[2]. Avustralya, dünyanın 12. büyük ekonomisi olarak, ABD eşya ve hizmetleri için hızla genişleyen ve zengin bir pazardır. Güney Pasifik bölgesinin en büyük ekonomisi, ana yatırım ortağı, yardım bağışlarında bulunan ülkelerin en önde gideni ve önemli bir güvenlik ortağıdır. Ancak, Avustralya ile Çin arasındaki ilişkiler son yıllarda büyük ilerleme kaydetti, öyle ki iki ülkenin ekonomik patlamalarını birlikte yaptıkları söylenebilir. Çin, alt yapı yatırımları için Avustralya’dan kaynak bulurken, Avustralya da Çin’in taleplerine karşılık verecek şekilde kendi alt yapısını kurdu. Avustralya; demir, kömür, doğal gaz, altın ve diğer hammadde ihracatı ile ekonomik güç konumu edindi. Mayıs 2014 itibarı ile Avustralya ihracatının %35’i Çin’e gitmektedir. Çin’i %17 ile Japonya ve %6 ile Kore izlemektedir. 21. yüzyıla girerken yıllık 6 milyar dolar olan Çin-Avustralya ihracatı 15 kat artarak 2013’de 93 milyar dolara ulaştı[3]. Şimdilerde Avustralya, yeni bir patlama için Hindistan ile ticareti geliştirmeyi hedefliyor. Hindistan’ın 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (2012-2017), bir trilyon doların alt yapı için harcanması öngörülüyor. Alt yapı çalışmaları ile şehirleşme programı kapsamında Hindistan’da 100 yeni şehir kurulacak. Ancak, Avustralya, Hindistan ile ilişkilerini geliştirirken Çin’i de kızdırmamak zorundadır. Öte yandan, Avustralya; Çin ile ticaret yapacağım derken ABD, İngiltere ve Japonya gibi kendi imalat sanayisine de zarar verdi. Hindistan’daki imalat işlerinin de %50’si şimdiden Çin’e gitti. Demir ve kömüre ihtiyacı olmayan Hindistan, Çin ve Rusya ile ticaretinde Yen ve Ruble kullanmaya hazırlanıyor. Avustralya iç siyaseti ve demokrasi değerleri bizler için örnek alınabilecek bir çalışma alanıdır. Avustralya’daki liderler 2053’leri ve 2071’leri düşünerek dini hayaller peşinde, iktidara kazık çakmaya gelmiyorlar. 2007 yılında İşçi Partisi lideri Kevin Rudd, seçimleri kazandığında bunun ABD tarihindeki yeni bir liberal halkanın parçası olduğu düşünülmüştü. İşçi Partisi ve Muhafazakârlar arasındaki koalisyonun (parti liderleri yer almıyordu) 2009’a kadar ki ilk döneminde gündem farklılığı nedeni ile işler pek yürümedi. Uyuşmazlığın temel nedeni ne cemaat ne de yargı bağımsızlığı idi. Abbott’ın (o dönemde Parti lideri değildi) küresel ısınma ve gaz emisyonları öncelik verirken, karşı parti içinden muhalifi olan Malcolm Turnbull ticarete önem veriyordu. Aralık 2009’da Abbott, liberal liderliği alınca çevre konularındaki uyuşmazlıkta daha uyumlu bir yörüngeye girildi. Avustralya, İşçi Partisi’nin istediği gibi küresel karbon emisyonunu %1.2’de tutacak ve büyümek için mineral ihracatına ağırlık verecekti. Ancak, 2009’daki Kopenhag Zirvesi başarısız olunca Rudd’un tüm popülerliği bir gecede silindi ve parti başkanlığına Julia Gillard geçti. Abbott, sonraki üç yıl boyunca kozları ele geçirmişti ve İşçi Partisi hükümetinin milyarlarca dolara mal olan büyük harcamalarına ve dış müdahalelerine karşı çıktı. Hâlbuki önceki Muhafazakâr Parti hükümetinin borçları ve bütçe açığı tavan yapmıştı ancak kendisi bunları vergi ile kapamayacağı sözünü verdi. Abbott’ın meydan okuması o kadar etkili idi ki İşçi Partisi, 2013’de tekrar lider değiştirmek zorunda kaldı. Eğitimi rahiplik olan ve beş-on yıl öncesinde kendisinden hiçbir gelecek görülmeyen Abbott, beklenmedik bir şekilde seçim zaferi kazandı. Bugün liberal koalisyon, yüzde 10’luk bir çoğunluk üzerinde devam etmektedir. Avustralya Güvenliği Avustralya ve İngiltere arasındaki birçok yasal bağlantı, Avustralya'nın 1942 yılında, 1931 Westminister Yasası'nı kabul etmesi ile resmen son bulmuştur. 1942'de İngiltere’nin Asya’da uğradığı şok yenilgi ve Japonya’nın Avustralya üzerindeki işgal tehdidi, Avustralya'nın yeni bir müttefik ve koruyucu olarak gördüğü ABD ile yakınlaşmasına neden oldu. 1951'den beri Avustralya, ANZUS Antlaşması ile ABD'nin resmi olarak askeri müttefikidir. Avustralya’nın askeri yeteneklerinin geliştirilmesine ve bölgesel güç dengesine dayanak olan Avustralya-ABD İttifakı, Avustralya’nın en önemli güvenlik bağını teşkil etmektedir. İttifak, düzenli diyalog, müşterek eğitim tatbikatları, istihbarat paylaşımı, savunma teknolojisine erişim ve tamamlayıcı diplomasi ve araştırma-geliştirme alanında işbirliği sağlayarak, Avustralya’nın menfaatlerini koruma kabiliyetini artırmayı; ortak sorunlara karşı birlikte çalışma imkânı yaratarak bölgesel ve küresel güvenliğe katkı sağlamayı hedeflemektedir. Bu bağlamda; ABD ile savunma, istihbarat ve güvenlik ilişkilerinin derinleştirilmesi, bölgesel güvenlik öncelikleri gibi ortak menfaatlere ilişkin stratejik konularda işbirliğinin artırılması öngörülmüştür. ANZUS Antlaşması uyarınca Avustralya; Kore, Vietnam, Körfez, Afganistan ve Irak Savaşları’na asker göndermiştir. Kasım 2011’de Avustralya’daki üsse aşamalı olarak 2.500 Amerikan askerinin gönderilmesi hususunda anlaşmaya varılmış ve ilk 250 asker 2012 yılında ülkeye ayak basmıştır[4]. Avustralya’nın stratejik öneme sahip (Güney Çin Denizi`ne ulaşım açısından) liman kenti Darwin’de 6 aylık dönemlerle görev alacak olan ABD Deniz Piyadeleri, Avustralya Savunma Kuvvetleri ile tatbikatlara da katılmaktadır. Avustralya, geniş çaplı, küresel ilgi alanları ile orta dereceli bir güçtür. Avustralya’nın ekonomik güvenliği, hem ihracat hem de ithalat için uluslararası deniz yollarının açık olması gereklidir. Ticaret yapmaksızın Avustralya ne ekonomik gelişimini sürdürebilir ne de bugünkü hayat standardını sağlayabilir. Toprak bakımından dünyanın en büyük altıncı ülkesi olan Avustralya’nın coğrafyasının ulusal güvenliği üzerinde önemli etkisi vardır. Bu coğrafya, bağımsız ve etkili bir savunma gücünü, güçlü ittifakları ve etkin bir sınır yönetimini gerekli kılmaktadır. Avustralya’nın küresel menfaatleri bulunmakla birlikte, güvenliği ve refahı Asya-Pasifik bölgesi ile yakından bağlantılı olduğundan, bölgesel aktör olarak etkinliğinin artırılması, Avustralya dış politikasının öncelikleri arasındadır. Bölgesel ortaklarla ilişkiler yalnız diplomatik alanda değil, istihbarî, askeri, kolluk ve sınır güvenliği bağlamında da geliştirilmektedir. ABD-Japonya-Avustralya İttifakı, üç ülkenin birbirleriyle güvenlik anlaşmaları imzalamasıyla ortaya çıktı ve Çinli bazı devlet yetkilileri tarafından “küçük NATO” olarak değerlendirilmektedir[5]. Ancak Avustralya’nın Çin’le artan ekonomik ilişkileri bu noktada sorun çıkarabilecek bir boyuta ulaşmış ve ülkeyi ilerleyen yıllarda bir seçime zorlamaktadır[6]. ABD-Japonya-Avustralya-Hindistan İttifakı ise Dörtlü Güvenlik Diyalogu çerçevesinde Mayıs 2007’de imzalanan stratejik güvenlik anlaşması ile ortaya çıktı. 2008’de Kevin Rudd’ın Başbakanlığı döneminde Avustralya anlaşmadan ayrılmış ancak Julia Gillard döneminde yeniden ABD ile yakınlaşmaya başlamıştır. Ulusal güvenlik alanında son yıllarda: “Beyaz Kitap”hazırlandı; ulusal güvenlikle ilgili hukuki altyapı güçlendirildi; ulusal istihbarat kabiliyetinin eşgüdümü ve bilgi paylaşımı artırıldı; ulusal güvenlik kuruluşları arasında stratejik yönetimin geliştirilmesi, hükümetin ulusal güvenlik siyasetinin geliştirilmesi ve uygulanmasına destek sağlamak amacıyla “Ulusal Güvenlik Danışmanı”ihdas edildi; kriz yönetimine ilişkin yeni düzenlemeler yapıldı; ulusal güvenlik bütçesine ilişkin koordinasyon artırıldı; Avustralya’nın bugünkü ve gelecekteki ulusal güvenlik yöneticilerini yetiştirmek üzere “Ulusal Güvenlik Akademisi”kuruldu. Avustralya’nın ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi, 23 Ocak 2013 tarihinde kamuoyuna açıklandı. Açıklanan doküman ile Avustralya’nın ulusal güvenlik hedefleri şu şekilde sıralanmaktadır[7]; - Toplumun güvenliğini ve direncini sağlamak; - Ülkenin egemenliğini korumak ve güçlendirmek; bu amaçla bağımsız karar almayı, ülke toprakları ve kaynakları üzerinde hükümranlığı sağlamak; - Ülkenin varlıklarını, iletişim ve teknoloji altyapısını, kurumlarını ve doğal zenginliklerini korumak; - Avustralya’nın menfaatlerini gerçekleştirmesine imkân verecek uygun bir uluslararası ortam sağlamaktır. Avustralya ulusal güvenlik kuruluşlarının önlemesi gereken temel risklerşu şekilde sıralanmaktadır[8]; - Casusluk ve dış müdahale, - İstikrarsız devletler, - Siber eylemler, - Kitle imha silahlarının yayılması, - Organize suçlar, - Devletler arası çatışmalar ve Avustralya menfaatlerini etkileyen baskılar, - Terörizm. Avustralya Savunma Politikaları Avustralya güvenlik politikasının iki seçeneği; öncelikle Güney Asya’da stratejik deniz ulaşımı güvenliğinin korunması, sonra da zayıf ülkelere “güçlü olan haklıdır” anlayışı ile gambot diplomasisi uygulamak oldu. Lowy Enstitüsü tarafından yapılan bir anket halkın %41’inin önümüzdeki 20 yıl içinde Çin’in Avustralya için askeri bir tehdit olabileceği öngörüsünde bulunduğunu ortaya çıkardı[9].Avustralya Hükümeti, ulusal güvenlik kuruluşlarının önümüzdeki beş yıl için ilaveten yoğunlaşacağı üç öncelik tespit etmiştir. Bu öncelikler; bölgesel ilişkilerin güçlendirilmesi; entegre siber politikaizlenmesi ve etkili ortaklıklarkurulmasıdır. Avustralya’nınÇin ile olan ilişkisinin derinleşmesi; Endonezyaile stratejik ve ekonomik ilişkilerin artarak devam etmesi önem taşımaktadır. Ayrıca; Avustralya’nın ortak güvenlik menfaatlerinin bulunduğu ASEANülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Hindistanile işbirliği güçlendirilmelidir. Yeni Zelanda, Güney Pasifik’te Avustralya’nın en önemli güvenlik ortağı olmaya devam edecektir. Diğer taraftan, İngiltere, Kanada, Fransagibi yakın ortaklarla işbirliğinin sağlayacağı fırsatlardan istifade edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca, Doğu Asya Zirvesi; ASEAN Bölgesel Forumu, ASEAN Savunma Bakanları Toplantısı-Artı ve APEC gibi çok taraflı oluşumlar, ortak güvenliğin ve karşılıklı güvenin sağlanması için önem taşımaktadır[10]. Diğer taraftan, bölgesel ortaklarla güven tesis edilmesi için, kültürel, ekonomik, sosyal alanlarda da ilişkilerin geliştirilmesi; bilgi paylaşımının artırılması; bölge ülkelerinin liderleriyle düzenli toplantılar gerçekleştirilmesi; Doğu Asya Zirvesi’nin ve çok taraflı forumların güçlendirilmesi önem taşımaktadır. Avustralya’nın ulusal güvenlik menfaatleri sınırlarının ötesine uzanmakta; Asya, Güney Batı Pasifik, Amerika, Avrupa, Doğu Hint Okyanusu, Ortadoğu ve Afrika ile önemli ölçüde ilgilenmektedir. Bu bağlamda, dünya genelindeki operasyonlar çerçevesinde Avustralya’nın 3.300 savunma kuvveti personeli görev yapmakta; 77 ülkede 95 adet diplomatik ve konsüler misyonu bulunmakta, 136 uluslararası örgütte yer almaktadır. Avustralya, geleneksel ve bölgesel ilişkilerini sürdürürken, Orta Asya ve Güney Amerika ülkeleriyle kurduğu hızla gelişmekte olan ilişkilere ve Afrika ülkeleri ile arasındaki geleneksel bağlantılara da önem vermektedir. Avustralya, son yıllarda Afrika kıtası özelinde insan unsurunu -bilim, kalkınma ve ekonomi boyutlarıyla- içine alan ve gelecekte siyasi, stratejik ve güvenlik etkileşimleri denkleminde yer almasını sağlayan bir ilişkiler ağı oluşturuyor[11]. ABD’nin Asya-Pasifik’e olan ilgisi NATO’yu da bu bölgeye önem vermeye ve bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye itmiştir. Nitekim “küresel ortak” statüsü verilen Güney Kore, Japonya, Avustralya gibi ülkelerle NATO arasındaki işbirliği artırılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede gelecekte olası bir ABD-Çin anlaşmazlığı durumunda NATO’nun alacağı kararlarda Türkiye’nin tutumunun ne olacağı da önem kazanacaktır. Avustralya, 2013 Savunma Beyaz Kitabı’nda Çin’i bir tehdit olarak görmediğini ve ABD ile Çin arasında bir taraf seçmek niyetinde olmadığını açıkça dile getirmektedir. Kanberra hükümeti, 2500 Amerikan askerinin topraklarında konuşlanmasını kabul etmekle birlikte ABD'ye kalıcı bir üs verilmeyeceğini, hatta Pekin yönetiminin de bu ortak tatbikatlara katılabileceğini duyurmuştur [12]. 2009 Savunma Beyaz Kitabı’nda Avustralya’nın askeri gücünü gözden geçirmesi gerektiği ifade edilmiş ve bunu sağlamak amacıyla da özellikle deniz gücü üzerinde duran Force 2030 adı verilen bir plan yürürlüğe konmuştur. Planda 6 Collins sınıfı konvansiyonel denizaltının yerini yeni nesil 12 denizaltının alması, 8 ANZAC sınıfı firkateynin de 8 yeni nesil firkateyn ile değiştirilmesi, 8 yeni savaş uçağı ile 20 sahil devriye gemisinin alınması öngörülmektedir[13]. Ocak 2013’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ile 2013 Savunma Beyaz Kitabı, bu ülkenin Asya-Pasifik bölgesine yönelik savunma politikalarının gözden geçirdiğini ve bölgedeki askeri gücünü artırmaya çalıştığını gözler önüne sermektedir. Avustralya hükümeti Mayıs 2012’de savunma bütçesini gelecek dört yıl için 5,45 milyar dolar azaltacağını açıklamıştı. Ancak, 2013 bütçesinin sipariş edilen 12 Süper Hornet savaş uçağının alımı için 3 milyar dolar artırılmasına karar verildi. Müteakiben 2013-2014 yılı bütçesinden savunmaya ayrılan pay 25.4 milyar dolar olmuştur[14]. Avustralya’nın 2014 yılı savunma bütçesi bir önceki yıla 2.3 milyon Avustralya Doları (AD) arttı ve savunma bütçesinin 29.3 milyon AD olması kabul edildi. Bu artışın yıllık enflasyon oranı dikkate alınarak %6.1 olduğu ifade edilmektedir. Avustralya GDP’si içinde savunma harcamaları %1.7’den 1.8’e çıktı[15]. Savunma harcamalarının en dikkat değer kısmı Lockheed-Martin’den alınacak 72 adet F-35 oluşturmaktadır. Ayrıca, helikopter gemilerinde kullanılabileceği düşünülen F-35B alınması düşünülmektedir. Böylece Avustralya, uzak denizlere doğru yeni bir güç projeksiyonu geliştirme yolundadır. Emperyalistlerle İşbirliği ve Avustralya’nın Stratejik Çıkmazı İngilizler Milletler Topluluğu’nun bir parçası ve ABD’nin taşeronu olarak Avustralya’nın küresel seviyedeki kirli oyunların dışında kalması beklenemezdi. Küresel sermayenin politikalarının kontrolü ve yönlendirilmesi kurgusu içinde istihbarat ve suikast işleri için Mİ6 ve CIA’ya özel örtülü destek; Fransa (DGSE), İsrail (Mossad), Avustralya (ASlO), Kanada (SIS), Mısır (Mukhabaral el-Aam), Japonya’dan (Naicho-Cabinet Research Office) gelmektedir[16]. Küresel sermayenin arkasındaki güçler için dün olduğu gibi bugün de uluslararası uyuşturucu ticareti yukarıdan aşağıya dünya siyasi yapılanması içinde en iyi organize olmuş bir iş alanı olmaya devam etmektedir. İngiliz monarşisi 200 yıllık tecrübesi ile Uzak Doğu’ya yönelik uyuşturucu trafiğini yönetmektedir[17]. Uyuşturucudan elde edilen gelir yıllık 700 milyar dolar civarındadır. Bu gelir eroin, morfin, marihuana, kokain ve halusinojenler içerir. ABD’nin 1950’de Güney Asya’ya, 1959’dan sonra Hindi Çini’ne, 2001’de Afganistan’a müdahaleleri dünya uyuşturucu pazarının da restorasyonunu getirdi[18]. 1975’de Vietnam Savaşı esnasında Güneydoğu Asya’dan çıkarılan eroin, “Altın Üçgen” denilen trafik ile Avustralya üzerinden gemilerle ABD’ye geliyordu. Avustralya Narkotik Bürosu’nun da dâhil olduğu bu ağda 1976’ya kadar 3 milyar dolarlık eroin Bangkok’tan taşındı[19]. Avustralya, ABD’ye her istediğini veren ama karşılığında maddi bir şey ve destek istemeyen, istikrarlı, güvenilir ve önemli bir konumdaki değerli bir müttefiktir. Bu ittifaktan Avustralya’nın avantajı, ABD teknolojisi ve istihbarat sisteminden faydalanmak olarak görülebilir. Elektronik istihbarat dünyasının en gizli ve en çok konuşulan sistemi Echelon; Amerika, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda arasında kurulmuş bir sistemdir. Her türlü iletişimi deşifre etmek, kontrol etmek ve dinlemek için kullanılmaktadır.Echelon’un sekiz “ana üssü” yani dinleme merkezinden iki tanesi ABD’de, iki tanesi İngiltere’de, iki tanesi Avustralya’dadır. Kanada ve Yeni Zelanda’da da birer tane mevcuttur.Echelon, istihbarat ve ekonomik casusluk savaşının da ana unsuru olmuştur[20]. Echelon çerçevesinde INTELSAT sıkı bir denetime tutulmaktadır. Bu denetleme ABD’de Washington DC-Sugar Grove, Britanya’da Cornwal-Morwenstow, Türkiye’de Adana-Pirinçlik, Batı Avustralya’da Geraldton, Yeni Zelanda’da Waihopai ve Japonya’da Yakima’da bulunan istasyonların oluşturduğu bir ağ tarafından sağlanmaktadır. Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) çalışanı Edward Snowden'ın sızdırdığı belgeler, Endonezya Devlet Başkanının ailesi ve önde gelen bakanları ile özel görüşmelerinin Avustralya Sinyal Savunma İdaresi (DSD) tarafından elektronik takibe alındığını gösterdi. ABD'nin Endonezya'daki Avustralya büyükelçiliğini bu tür casusluk faaliyetlerini sürdürmek için bir üs olarak kullandığı anlaşıldı[21]. Birbirine ihtiyacı olan iki ülke arasındaki bu casusluk olayının mağduru olan Endonezya tarafında derin izler bıraksa da ihtiyatlı davrama yolunu seçti. Endonezya Başkanı, istihbarat operasyonlarını aşacak etik kurallara ilişkin bir mutabakat muhtırası önerisi getirdi. Avustralya ise gergin ortamı yumuşatmak için önce eski ordu komutanı Peter Leahy’i aracılık için Endonezya’ya gönderdi, ardından iki ülke polis teşkilatı arasında yeni bir işbirliği dönemi başlatıldı[22]. Ancak, kriz sonrası Avustralya’ya yönelik Endonezya turizmi ve yatırımları olumsuz sinyaller vermeye başladı. Avustralya’nın küresel güçten uzaklaşıp ticaret yaptığı ülkelere yakınlaşmak stratejisini denediği de oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, küresel deniz gücü olmayı İngiltere’den devralınca Asya’daki ekonominin hareketlenmesi ve yiyecekten sanayi minerallerine kadar değişen Avustralya hammaddelerine artan Asya talebi ile özellikle Japonya ve Çin en önemli iki müşterisi olmuştu. Bugün de rafta bekleyen alternatif Avustralya stratejisi, ABD ile bağları en azından sınırlı tutmak, ulusal güvenliği için öncelikle Japonya’ya sonra Çin’e dayanmaktır. Çünkü Amerikan savaşlarına katılmanın maliyetinin çok yüksek olduğu test edildi. Bu nedenle, ABD’nin taleplerine kısıtlı karşılık verirken, yükselen güç ve en önemli müşterisi Çin’e yakınlaşmak düşünüldü. Ancak, bu strateji iki neden ile uygulanamamaktadır. Birincisi sürekli ve dinamik bir ekonomik güç olarak ortaya çıkan Japonya örneğinde görüldü ki, 1990’lardan itibaren Japonya ekonomisinin durması ile Avustralya mallarına talebi de azaldı. Ekonomiye dayalı bir ilişki ticaret yanında siyasi istikrar da ister. Bu dönemden sonra iki ülke ilişkileri kısa sürede tatmin edici boyuttan uzaklaştı. Çin’in de böyle bir duraklama yaşaması ile yakınlaşmanın bir hata olacağı öngörüsü yapıldı. Alternatif stratejinin uygulanamamasının ikinci nedeni Çin ve Japonya ile ilişkiler ne olursa olsun, stratejik deniz ulaştırma yolları ABD’nin kontrolünde kalmaya devam edecekti. Çin ile sürtüşmesi halinde ABD, Avustralya’ya da bu yolları kapacaktı. Sonuçta Avustralya’nın ana olgusu malını satmak ve bunun için de deniz yollarını açık bulundurmaktı. ABD yerine asıl müşterilerine yakınlaşma lüksü yoktu. ABD-Avustralya Denklemi Küresel deniz güçleri sık sık çatışmaya girer, çünkü bölgesel dengeleri sağlamak da onların işidir. İşbirlikçi ülkeler, ABD vasıtası ile bir şekilde kendi çıkarlarının garanti alınacağını düşünür. Avustralya da tarihi boyunca böyle düşündü. İngiliz kolonisi olan bir ülkede Boer Savaşı’na girerken doğrudan hiçbir çıkarı yoktu. Kore, Vietnam, Irak ve Afganistan’da da böyle oldu. Bu savaşların belki ideolojik kısmının bir parçası idi ama ulusal güvenliğini tehdit eden hiçbir şey yoktu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na katılırken ise derdi bağımlı olduğu büyük gücün kurduğu eski düzenin değişmemesi idi. Yeni düzen tahmin edilemezdi ve potansiyel olarak tehlikeli olabilirdi. Tek istisna İkinci Dünya Savaşı esnasında kendisini Japon işgaline karşı savunma ihtiyacında hissetmesi oldu. Avustralya, geçen yüzyıl boyunca ABD’nin tüm ana savaşlarına katılmış tek ülkedir. Bunun karşılığında hiçbir maddi yardım istemedi ve almadı. Avustralya’nın bu savaşlara katkısı, deniz yolları güvenliği için ABD’ye ödediği sigorta parası oldu.2002 yılındaki Bali saldırısından beri Avustralya en büyük insan kayıbını 2014’de Ukrayna üzerinde düşürülen Malezya yolcu uçağı ile verdi. Halen G-20’ye liderlik eden ve BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olan Avustralya nasıl bir tepki vereceğini bilemedi. Bu durum yüzyıldır dış politikasını önce İngiltere sonra da ABD’ye dayayan bir ülkenin rehaveti olarak da yorumlandı. Abbott, Putin ile telefon görüşmesinde konunun detaylarına girme cesareti bile gösteremedi. Artık ABD ilişkilerin daha önemsiz ve güçsüz hale geldiği, bu nedenle Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da yeni diktatörlere gün doğduğu da söyleniyor[23]. Asya’da Çin’in etrafındaki yarım düzine ülkede gerilim artarken, Avustralya hala ABD’nin yeni Asya-Pasifik ekseninin nasıl hayata geçeceğini bekliyor. Ağustos 2014’de Avustralya-ABD Bakanlar düzeyindeki istişare toplantısı (AUSMIN) yapıldı. ABD ile Türkiye arasında da benzer şekilde daha çok askeri kapsamlı Yüksek Seviyeli İstişare Toplantıları yapıla gelmektedir. Avustralya ile ABD arasındaki ilişkilerin ortak kan, çıkar ve müttefiklik gibi güçlü yanlarına vurgu yapanlar artık ilişkileri zayıflatan yönlerini de görmeye başladılar. Bunların başında ABD’nin terörle mücadele sürecinde gittikçe gücünü kaybeden bir ülke imajını sürdürmesi, Asya-Pasifik’te güç dengesi kurmaya çalışan ABD için Çin’in etrafındaki ülkeler (Japonya, Endonezya vb.) varken Avustralya’nın önceliğinin olmaması ve nihayet ABD’nin saldırgan ve duygusal dış politikasın karşın Avustralya’nın daha gerçekçi ve ihtiyatlı dış politika kültürüne vurgu yapmaktalar. Varılan sonuç ABD ile Avustralya ile arasındaki ilişkilerin aslında ani değişen çıkarlardan çok çabuk etkilenecek kadar temelsiz ve içi boş olduğudur [24].BaşbakanAbbott, 2001 ve 2002’de Bush yönetiminin önleyici savaş ve demokrasi geliştirme doktrininin sıkı bir destekçisi olan Amerikan neo-con’ları ile aynı kulvarda idi. Aradan geçen zaman, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşananlar, ABD’nin olduğu gibi ona şartsız destek olan Avustralya’nın da prestijine zarar verdi. ABD için Avustralya bir kömür ve demir deposudur ve iki ülke bugüne kadar savunmasız ve fakir üçüncü dünya ülkelerine saldırmak ve kolayca insan öldürmek için işbirliği yapa gelmişlerdir. Ancak, bu dostluğun, Avustralya’nın Çin ve Rusya karşısında başının belaya girmesi halinde ABD’nin bir iki pahalı savaş gemisi ve denizaltısını yardıma göndermeyecek kadar riskli ve değersiz olduğu da bilinmektedir. Bu dostluk modeli İkinci Dünya Savaşı esnasındaki Almanya-Japonya ittifakına benzetilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan dengeler neticesinde Batı Avrupa’nın hâkimi olan ve halen de bu hâkimiyetini korumaya devam eden ABD, yeni savaş stratejisi gereğince Asya-Pasifik’in de tek süper gücü olmak istiyor. Asya-Pasifik artık daha açık ve net bir şekilde ABD emperyalizminin hedefindedir. Obama, bu hedefini, kısa bir süre önce Avustralya Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada “Biz buradayız ve burada kalacağız” şeklinde özetliyor[25]. Vietnam savaşından sonra, bölgede ilk kez Avustralya’ya 2.500 kişilik askeri güç yerleştirilmesine karar veren ABD, dünya nüfusunun üçte birinin yaşadığı Asya-Pasifik bölgesinin egemeni olmak için son dönemlerde büyük planlar üzerinde çalışıyor. Bu planların başında bir türlü kontrol edilemeyen, bu yüzyılda ABD’nin muhtemel rakibi olarak öne çıkan Çin’in durdurulması geliyor. ABD açısından bu stratejinin hayat bulmasında, kendisine asıl dayanak yapılacağı ülkelerin başında Türkiye, Afganistan, Türkmenistan, Güney Kore ve Avustralya geliyor. Rol verilen ülkeler arasında Japonya’da bulunuyor. Ancak, Japonya’nın ne zamana ve nereye kadar ABD ile birlikte davranacağı konusunda çeşitli şüpheler bulunuyor. Japonya’nın Çin ile yapacağı bütün ihracat ve ithalatı dolar bazından çıkaracağı, hatta bölgede yeni bir para birliğine geçilebileceğine dair verilen mesajlar, dolara vurulmuş önemli bir darbe olarak görülüyor.Ne zaman bu coğrafyada stratejik deniz yolları başka bir ülkenin geçerse Avustralya için de şartlar değişecektir. Bunun olması uzun bir zaman alabilir üstelik Asya ülkelerinin ekonomik geleceği belirsizdir. Avustralya’ya gelince, en az riskli stratejiyi kullanmaya devam edecektir. Bu stratejinin üç ana unsuru[26]; ABD ile ekonomik ilişkileri derinleştirerek Asya’ya ekonomik bağımlılığında denge sağlamak, deniz ulaştırma yollarını kullanma garantisi karşılığı Amerika’nın işaret ettiği savaşlara katılmak ve yakın coğrafyasında ortaya çıkabilecek bölgesel krizler için askeri kuvvet bulundurmak. Bölgesel krizler için bile Avustralya, ABD ile işbirliğine mahkûmdur. Abbott’un başbakanlıktaki ilk ayları dış politika açısından sarsıntılı geçti. Önce Avustralya’nın Asya’daki en iyi dostunun Japonya olduğu açıklaması havada kaldı. Ardından Snowden belgeleri ile ortaya çıkan Endonezya’ya yönelik casusluk skandalı iki ülke arasında dostluğun geliştirileceği söylemini boşa çıkardı. Abbott’ın Kuzeydoğu Asya’nın üç ülkesine yaptığı ziyaret onun Asya’nın büyük güçleri ile ilişkilerine verdiği önemi gösterdi. Amerika ile olan öncelikli ilişkilerinde bir değişiklik olmadan, Asya bölgesel düzeninde yeni bir rol edinme isteğini ortaya koyarken, bundan sonrası için ABD’ye olan yükümlülüklerinin kesin olmayacağı ve Çin’i endişelendirecek konularda dikkatli olacağı mesajını verdi. Tokyo’da yeni kurulan Milli Güvenlik Konseyi toplantısına katılarak, Japonya ile çeşitli ticaret ve savunma anlaşmaları imzaladı. Bu yönü ile Avustralya’nın Amerikan hâkimiyetindeki bölgesel düzenden yana olan yükümlülüğünü göstermiş oldu. Japonya ile yapılan ticaret ve yatırım anlaşmaları ilişkileri geliştirmekten öte uzun dönemli yükümlülükleri içermektedir. Ardından Güney Kore ile ziyareti ile yapılan anlaşma, zirai ve hizmet pazarına girişi geliştirmenin ötesinde ABD’nin bir müttefiki ile ilişkileri geliştirme sinyali vermektedir. Çin ile yapılan büyük ticaret anlaşmaları ise birkaç mesaj birden içermektedir. Öncelikle Avustralya, Çin ile ABD ile olan stratejik bağı ile rekabet edebilecek olgunlukta ekonomik ilişkilerini geliştirmek istemektedir. İkinci olarak henüz Avustralya, ekonomik boyutta Çin ile geliştirilecek ilişkilerin stratejik boyutta ABD ile bağların önüne geçip geçmeyeceği, Çin ile ikisinin bir arada yürümesi konusuna karar verememiştir. Bu uzun dönemde test edilecektir. Abbott, Hindistan’ı da yanına çekmeyi planlıyor. Bütün bunlar Avustralya’nın kendisi için Güneydoğu Asya’da daha çok ağırlık kurma ve bölgesel ilişkilerini geliştirme niyetini gösteriyor[27]. Sonuç; Çaresiz Avustralya.. Avustralya'nın dış politikası, ulusal güvenliği koruyup geliştirmek ve üretken ve ticari ilişkiler için mümkün olan en uygun ortamı sağlamak üzerine yoğunlaşmıştır. Avustralya’nın en yakın müttefiki ile en önemli ticaret ortağının farklı ülkeler olması ve bu ülkelerin de stratejik bir rekabet içinde bulunması, Avustralya’yı bir gün ABD ve Çin arasında seçim yapmak durumunda bırakabilir[28]. Önceki Avustralya Başbakanı Malcolm Fraser yeni çıkan kitabında şöyle demektedir[29]; “Büyük güçlerle elinizde olmaksızın yaptığınız işbirliği ile bir iyi niyet bankası kurmuyorsunuz”. Avustralya’nın stratejik bağımlılık politikasını bırakarak “tam bağımsızlığa” dönmesini isteyen 22. Başbakan Fraser; “Biz savunmamız için ABD’ye ihtiyaç duyuyoruz ama asıl ABD yüzünden savunmaya ihtiyaç duyuyoruz” itirafında bulunmaktadır. 2013 seçimleri hemen öncesinde Abbott basına “Asyalı ilk başbakan olacağım” açıklamasını yapmıştı[30]. Bunun sonrasında söylediği sözler de dikkat çekici; “Bizim çıkarlarımızı ilgilendiren kararlar Jakarta, Tokyo ve Seul’de alınıyor, tıpkı o kararların da aslında Washington’da alındığı gibi.” Abbott, seçim konuşmalarında Japonya, Güney Kore ve Çin ile ticari ilişkileri en çok geliştiren başbakan olmaya söz vermişti ve bunu geçenlerde bu ülkelere yaptığı gezi ile hayata geçirme niyetini gösterdi. Bu geziler ile, ABD’nin kurduğu düzenin devamını istemekteki önceliğini göstermekle beraber Çin’in bu düzenin karşısındaki konumunu tanıdığını da ortaya koydu. Gelecekte ABD’nin kurduğu düzenin istikrarlı bir şekilde devam etmesi ve Japonya’nın bölgesel bir güç olarak rolünün artması halinde Avustralya bu ülke ile öncelikli ilişkileri yörüngesinde düzenin ülkesi olmaya devam edecektir. Ancak, durum istikrarlı gitmezse Abbott’ın niyeti çıkarlarını en iyi sağlayacak gemiye bindirmektir[31]. Görüldüğü gibi Avustralya çok güvenli bir yerde gözükse bile oldukça riskli bir konumdadır. ABD ile dost olmak, onun askeri yüklerini paylaşmak hatta bu işleri en çok ticaret yaptığı ülke olan Çin aleyhine de olsa sürdürmek zorundadır. Sonuç olarak, Avustralya örneği bize şunu öğretmektedir; bir ülkenin zengin ve diğerlerinden oldukça uzak olması güven içinde olduğu anlamına gelmemektedir. Sait Yılmaz Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi. [1]L. Smith: The Aboriginal Population of Australia, Australian National University Press, (Canberra, 1980)
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|