|
Devlet hastanelerinin dili kırbaçlı zalimleri, refakatçiler ve meraklı oda komşularıKategori: Günün içinden notlar | 3 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 03 Kasım 2014 12:29:00 Türkiye’de bir hastane. Devlet hastanesi. Her odada bir başka keder. Her yatakta ezilmiş, sönmüş bir kadın ya da erkek. Her yatağın yanında bir koltuk, her koltukta bir refakatçi. Refakatçi sözcüğünün yalnızca hasta yanında kalan, ona bakan, yardımcı olan kişi anlamına geldiği yer burası. Refakatçi olmazsa olmaz, çünkü hastanın her türlü bakımını hemşirelerin üstlenmesini bekleyemezsiniz. Elbette onlar öyle saati gelince ilaç falan veremezler. Hasta bakıcılarınınsa, adı bunu yapacaklarını söyler ama canım nasıl yetişsinler ki her işe.
Herkese bir refakatçi gereklidir, onun için aileniz kalabalık olacak. Kalabalık olacak ki, her gün, her gece aynı kişiye iş düşmesin. Çocukların, yeğenlerin, abla kardeşlerin biri gelsin öteki gitsin. Ya da cüzdanınız dolu olacak, olacak ki bu işi parayla yapacak birilerini bulabilesiniz. (Bütün bu, alay gizliyor gibi görünen cümlelerime karşın, aslında alay etmiyorum. Türkiye gibi hemşire ve hasta bakıcı sayısının nüfusa göre çok düşük olduğu bir ülkede, hasta yanında refakatçinin gerekliliğini anlıyorum fakat kimi hemşire ve hasta bakıcılarının görev tanımlarına giren işleri bile yapmadaki isteksizliklerini, kaba ve aksi tutumlarını anlamıyorum.) Teyzemin yanındayım. Refakatçi koltuğunda ben varım bu kez. Odadaki öteki yatakta kalça kemiği kırılmış, ameliyat olmuş, yaşlıca bir kadın. Diyelim ki adı Hayriye hanım. Refakatcisi (ablası) da Canan Hanım olsun. Canan hanım odanın onlara ait bölümünü eve çevirmiş. Komodinin üzerinde su bardakları, iki fincan, neskafe, su kaynatabileceği minik bir çaydanlık, bir elma, bir portakal, bir küçük tabak, bir bıçak, kağıt havlu, kolonya. Kağıt peçete serilmiş, bardaklar ve fincanlar toz girmesin diye üzerine ters çevrilmiş. Ne yapsın kadıncağız? Yirmi günü geçmiş buradalar. Arada bir Hayriye Hanımın kızı gelip gidiyormuş ama çoluğu çocuğu var, bir geceden fazla kalamıyormuş. Canan Hanım bu arada evine gidip, yıkanıp temizlenip geri geliyormuş. İki koltuğu birleştirip kendine yatak yapmış, battaniye de var. Eh işte, hastane odası bu, daha ne olsun. Ha, eğer üçüncü yatak bazen bir iki geceliğine boş kalırsa hemen güzel bir uyku çekiyormuş. Hayriye Hanım yirmi günü geçmiş burdaymış ama hali en kötüsünden değil, yalnız bir iltihap varmış tam olarak yok olmayan. Canan Hanım onu arada bir tekerlekli iskemleye oturtuyor biraz zorla da olsa, bahçeye dolaşmaya çıkarıyor. Anlaşılan bir de sigara içmeye. Bir gün öğleden sonra, ziyaretçi saati... Koridorlar dolup taşıyorken gençten, sert yüzlü bir adam başını uzatıyor kapıdan. Üzerinde doktor gömleği, yanında açık mavi üniformalı bir hemşire. “Sen Hayriye Hanımsın değil mi?” diyor yatak komşumuza. Hayriye Hanım “evet” diye yanıtlarken, Canan Hanım oturduğu yerde toparlanıyor. “Sen daha çok beklersin burdan çıkmak için,” diyor doktor tükürür gibi. “Sen bugün bahçede sigara içerken gördüğüm kadınsın.” Küçülterek, ezerek bakıyor Hayriye Hanıma. “İç iç, daha çok kalırsın sen burda. Enfeksiyonun hayat boyu geçmez senin.” Şaşkınlıkla izliyorum doktoru. Kim bilir neye, belki de kendine olan hıncını Hayriye Hanımdan çıkarıyor herhalde. Ardından öyle bir şey diyor ki, bir doktorun bunu söylediğine inanamıyorum. “Ben de içiyorum sigara. Bir tek sigara değil ben her haltı içiyorum ama ben içerim sen içemezsin. Ben sağlıklıyım sen değilsin.” Hayriye Hanımın bir şey söylemesine fırsat vermeden uzaklaşıyor, peşinde o konuşurken başını sallayarak onaylayıp duran hemşire. Hayriye Hanım doktorun neredeyse annesi olacak yaşta. Aşağılanmış hissetmemiş midir kendini? Hissetmiştir elbette ama sesini çıkartmıyor. Canan Hanım ezilmenin şiddetini azaltmak için belki, “Eh, doğru söze ne denir.” diyor. “Ama böyle mi söylenir?” diyorum. Pek çok şey dilimin ucuna geliyor ama Hayriye Hanım kendini daha da kötü hissetmesin diye susuyorum. Ertesi gün aynı hemşire tansiyonunu ölçmek için uğradığında, Hayriye Hanım hemşireden, doktorun dediklerini yumuşatacak tatlı bir iki söz duymak istiyor sanırım. “Doktor bey çok kızdı bana dün.” diye konuyu açıyor. Hemşire tansiyon ölçeri yaklaştırırken, “Yalan mı?” diyor. Hayriye Hanımın yanıt vermeye hazırlandığını fark edip, başını şöyle bir sallayarak aleti takıyor. “Çok işim var, konuyu açıp sizinle yatak başı muhabbeti yapacak değilim.” Türkiye’nin dili kırbaçlı doktorları, hemşireleri iş başında diye geçiriyorum içimden. Bu sırada, kapıda durup içerde olanları izlemekte olan kadını fark ediyorum. Birkaç oda ötedeki hastanın refakatçisi. Bir de böyle, koridorda dolaşan, belki de doğuştan sahip oldukları merak duygusu hastanedeki can sıkıntısı yüzünden atağa geçmiş olan hasta refakatçileri var. Hastalarına yemek yedirmek, ilacını vermek, tuvalete gidip gelmesine yardımcı olmaktan bunalmış olmalılar. İşte onlar, hastane yaşamına biraz tuz biber olsun diye, özellikle doktorların ziyaret saatlerinde koridorda dolaşıp, hasta ve hasta yakınıyla konuşmasına kulak misafiri olmayı, kimin ne hastalığı var, neden burada, öğrenmeyi pek seviyorlar. Biraz hava almak istiyorum. Aşağıdan, kantinden bir iki şişe su, birkaç kağıt havlu alınacak. Doğrusu bir bardak da çay fena olmaz. Canan Hanım, “Siz merak etmeyin, gidin gelin.” diyor. “Oturun için çayınızı. Gözüm teyzenizin de üzerinde.”
YorumlarZulal Benligou
{ 05 Kasım 2014 17:49:07 }
Sevgili Sabacim guzel bir pencere acmissin yasadiklarindan yola cikarak.
Her meslegin kotu ornekleri oluyor elbet. Doktorun yaklasimi ve ifade bicimi gercekten pek sert ve yersiz.ayni seyleri bambaska ifade edebilirdi. Ben asla onu savunmayacagim ama Cumhuriyet tarihinde doktorlar hic bu kadar asagilanmamisti, saldiriya maruz kalmamisti. Bu ikdidar okumus insani cok da sevmedigi icin canim dojtorlarimiz hedef haline geldiler. Bu olayda da belki isleyen bu dialektik surec o doktoru boyle densiz ve yersiz konusturdu, kimbilir? Olmayaydi daha iyiydi tabi ki...gozlem ve yzain icin eline saglik canim saba
{ 04 Kasım 2014 10:56:29 }
kesinlikle iyi örnekler de var deniz'cim. çok iyi doktor ve hemşirelerle de karşılaşıyoruz. yazdıklarımın genelleme olarak görülmesini istemem.
bu yazıda, önemli bir sorunu, tanık olduğum kötü bir olaydan yola çıkarak anlatmak istedim. deniz
{ 03 Kasım 2014 23:07:22 }
bu yazı için çok teşekkürler. türkiye'nin en derin yarasına parmak basıyor.
Diğer Sayfalar: 1. evet, yalnızca sağlık sistemi değil, türkiye'de bütün sistem ve parçaları, birilerinin birilerini aşağılaması, ötelemesi üzerine kurulmuş sanki. insanların ruhuna ezmek ezilmek işleyince, bu örnekler yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor. mutlaka iyi örnekler de var. örneğin, iyi hemşireler, hekimler de var, mesleklerinin ahlakına uygun davranan. ama onlar sistem içinde azınlık.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|