|
Olabildiğince Kendisi OlmakKategori: Berlin Günceleri | 1 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 04 Şubat 2008 10:52:35 Uzunbay'in "uçurumda sek sek'i mi, "öpülmeyen yerler'i mi beni şiire gebe bıraktı acaba? Sabaha kadar doğum sancısı çektim. Doğan şiir nur topu gibi mi, henüz bilmiyorum. Loğusalığım sürüyor.
Berlin Günceleri 7 – 13 Ocak 2008 7 Ocak, Pazartesi Muzaffer Buyrukçu’nun 27. 8. 1979 günkü günlüğü Ankara’daki Tavukçu’yu betimliyor: Tanıdığı yazar, şair kim varsa ve hangi masada içmişlerse onları ele almış bir bir. “Ahmet Say, İ. Mert Başat, Ahmet Telli, Sargut Şölçün, Gültekin Emre, Azer Yaran”. Ankara’nın kültür tarihine ışık tutuyor Buyrukçu. Benim Ankara kitabımın da önünü açıyor. Günceyi öyküyle yoğurmayı ustaca başaran ender yazarlardan biriydi, o. Keşişin Gümüşleri’nde (2004) Ramis Dara, “... günlükte kişi olabildiğince kendisi olmalıdır. Yoksa, yazılana günlük değil, başka bir şey demek gerekecektir.” “olabildiğince kendisi” olmak üstüne düşündüm. Eylül 1995’te Şiir-lik’in 19’uncu sayısında “Günlük Tutmak” üstüne yazmışım. Aslında yalnızca günlükler üstüne günlük tutmak isterdim. 18 yaşından büyüklere verilen ceza 10 yıldan 15 yıla çıkarıldı Almanya’da. Ceza Yasası sertleşiyor ve kapsamı genişletiliyor: Suç işleyenlerin sayısı hızla artıyor çünkü. Hayat pahalanıyor, halkın alım gücü azalıyor. Yoksulluk artıyor. Suçlar, suçlular çoğalıyor. Toplum güven vermiyor. Korkutuyor. “Bizim oralarda gül yoktur, güller aşk destanlarının çiçeğidir, masal çiçekleridir.” (Oya Baydar, Kayıp Söz) 8 Ocak, Salı Noel çoktan geride kaldı. Çamlar bir bir sokağa atılmaya başlandı. Çöp arabasını bekliyorlar. Noel’den önce nasıl da alımlı, çekici duruyorlardı. Sonra neydi o süslü püslü halleri! Yükseliş ve düşüş! Çöp. Napoli’nin de sorunu. Polisle halkın çatışması. Yolda biriken çöplerin yarattığı hastalık tehlikesi. Yakılan çöpler. Çöp deyince de neler geliyor aklıma... M. C. Anday’ın oyunu Mikadonun Çöpleri (1967). Buradaki “çöp”ün anlamı başka. Mikado, ince çöplerle oynanan bir salon oyunu. “Yirmisekiz otuz yaşlarında, içkili ve yalnız yaşayan bir erkek, bir kış gecesi sabaha doğru, kucağında bebeği, otuz-otuzbeş yaşlarında bir kadını evine getirir. Kadını sokakta bulmuştur. Yavaş yavaş bir birine ısınan kadınla erkek, vakit geçirmek için oynadıkları mikado oyunu süresince iç dünyalarını oluşturan çıkmazları birbirlerine anlatarak bir çeşit boşalma, feraha ererler. Sabah olurken, çöplerin oyun kuralına uygun toplanması gibi, toplum törelerinin, bir ahlâk anlayışının, çevreyi sarsmadan kaldırılabileceğine inanmış, elektriği kapatırlar. Bir mavilik dolar içeri: Gün mavisidir; ikisi için de ümitsizlikten ümide geçiştir bu.” Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü’nde (1971) böyle özetliyor oyunu. Latife Tekin’in romanı Berci Kristin Çöp Masalları (1984) yoksul insanların dünyasına açılan bir penceredir. Şair Turgay Nar’ın çok tutulan oyunu Çöplük (1995), gerçek bir çöplüğü, çürümeyi, yozlaşmayı.... ele alıyor. 9 Ocak, Çarşamba Ankara dosyasını yayıncıya ve Turgut Çeviker’e yolladım. Turgut, dosyanın editörü olursa, görsel olarak kusursuz bir kitap çıkar ortaya. Bir iki kişi daha var dosyayı yollamak istediğim. Onlarla da ortak anılarım var çünkü. Yanlış bir şey yapmak istemem. Bellek her zaman yanıltabilir insanı. Öyle hafifledim ki. Dizeler başımı döndürmeye başladı: “Beni bırak bu bir sana varıp da gelememek Çatıları beğenmeyen leyleğin ömrü kadar Bir rüya işte, yasak bir meyve gibi duruyor” Bakalım bu üç dizenin arkası nasıl gelecek? Ayvalık’ta kuruttuğumuz patlıcanlardan yapılan karnıyarığın yanına şehriyeli pirinç pilavı öyle bir yakıştı ki! 10 Ocak, Perşembe Gülden Artun’un Resmi için “Narin Denge” bence doğru bir başlık, ama o “özgün” sözcüğünü yeğledi. Renkler dünyasıyla desenler arasında düşünsel, felsefi bir denge var çünkü. Renkleriyle, yeni nesnelerle çağını farklı ele alan bir ressam Gülden Artun. Medyanın rezilliğinden, savaş kışkırtıcılığına, her türlü yozlaşmaya, nesneler arasında boğulup kalan insana uzanıyor Gülden Artun ve gergef gibi resimlerle çıkıyor karşımıza gri mi gri bir geleceğe sırtını dönerek. Roswitha Hecke’nin İstanbul fotoğrafı hep önümde duruyor. Yemek yiyen cüce (elinde kafası kadar bir ekmek), bir bidona tünemiş balıkçıl ve arka fonda da insanlar, gecekondular, balıkçılar, deniz ve İstanbul! Fotoğrafın dili bu işte: Bir anda çok şeyi göstermesi. 11 Ocak, Cuma Heinrich Zille. Doğumunun 150. yılında açılan serginin başlığı, Sokak Çocuğu. Sergi, fotoğrafçı, grafikçi, çizer, renkli basının vazgeçilmez ustası. Akademie der Künste’nin Pariser Platz’daki yeni binasında. Sergiye doyamadım. Zille’nin ürünlerini yayınladığı kitaplar, gazeteler, dergiler... Mektupları. Sokakların, binaların, çalışan insanların... fotoğrafları, çizimleri, grafikleri.... Zille, beni Berlin’in kültür tarihine alıp götürdü. Yeni Ulusal Galeri’deki Jannis Kounellis sergisi: Birbirine tutturulmuş metallerle, kömür yığınlarıyla, eski çuvallarla, briketlerle, iyice eskimiş kalaslarla... bir labirentin dünyasında yol alınan ağır bir sergi. Girit Kralı Minos’un Labirentine farklı bir gönderme. Günümüzün sıkıştırılmış insanının dünyası mı metal bloklardan oluşan labirent? Ya kömür, çuval, briket? Masaların üstüne gelişi güzel konmuş çanlar neyin karşılığı acaba? Düşündürdü beni Jannis Kounellis. 12 Ocak, Cumartesi Akzente dergisinin yapacağı “Ece Ayhan Özel Sayısı” için şiir ve metin seçimi hiç de kolay olmayacak. Şairin en çok bilinen şiirlerini mi almalı, yoksa Alman okura göre mi bir seçim yapmalı? Ya denemelerinden, günlüklerinden neleri seçmeli? 13 Ocak, Pazar Yara Falı. (2006). Zeynep Uzunbay’ın dördüncü şiir kitabı. Bu kitapla ilgili yazdım da. Yeni okuma. Yeni tatlar. Yeni pek çok dize. “Harflerim seğriyor hangi yara andı beni?” Bu iki dize nasıl unutulur? Sabahçı Su Kıyıları (1995), Yaşamaşk (1998) ve Kim’e (2003). Nedense yok. “anızğa mıyaçıs nines”, O. M. Arıburnu’nun “zampok eyin pi”sini anımsattı. Şairlerin uzaktan yakından birbirleriyle akraba olduğu kesin. Uzunbay’in “uçurumda sek sek”i mi, “öpülmeyen yerler”i mi beni şiire gebe bıraktı acaba? Sabaha kadar doğum sancısı çektim. Doğan şiir nur topu gibi mi, henüz bilmiyorum. Loğusalığım sürüyor: “Fırtınaya sarıyor saçlarını Atlar gibi derin bir kuyuya Nazar boncuğu takıyor” Bu hava, bu güneş Ayvalık’ta yok. Yarın okula nasıl gideceğimi aklıma bile getirmemeye çalışıyorum. Uzun tatil bu gece bitiyor. Bunu biliyorum ama…
Yorumlardeniz gunal
{ 05 Şubat 2008 12:40:21 }
sevgili gultekin emre, olabildigince kendisi olmak uzerine beni de dusundurdunuz.
Diğer Sayfalar: 1. sonunda suna vardim. 'bir gunlukte kendisi olabilmek' icin olabildigince kendi bulundugu yerden bakmak, oradan yansitmak gerekiyor, bu da baskalarinin durusu ile yineleme, benzerlik gosteren tum diger ayrintilarin atilmasi demek. gunceniz beni cop uzerinde de dusundurdu. bunu okumustum. matematik acidan baktiginizda, bir copluk kendinden baska hic bir seyle tarif edilemez bir olusum. bir agaci formule edebilirsiniz ornegin, hatta bir bulutu. ama bir coplugu asla! kendinden baska hic bir seye indirgenemez bir olusumu yalnizca bizim insan uygarligimiz dogurdu. ve insan... sonsuz tanimlari olan, her seye indirgenebilir ama yine de formule edilemez, acilimlari sonsuz... tipki copluk gibi. biraz sacmaladim galiba. insanin dusuncesini gezdiriyor gunceleriniz. sevgiyle.... deniz kizi
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|