|
Da Vinci mi daha yaman Matrakçı mı ?Kategori: Unutulmayan Yapıtlar | 1 Yorum | Yazan: Onur Ayangil | 25 Ekim 2014 14:30:55 Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) siyasal ve askeri açıdan büyük çapta bir yayılma dönemi olmuştur. Donanma ve ordu, Rodos’u, Tunus’u, Macaristan’ın büyük bir bölümünü fethetmiş ve Avusturya kapılarına dayanmıştır. Diğer yandan Irak, Yemen ve Aden toprakları, İmparatorluğa katılmıştır. Bu dönem siyasal açıdan olduğu kadar bilim ve sanat yönünden de, Osmanlı için büyük ölçüde bir gelişmenin müjdecisidir ve Osmanlı sanat ve kültür tarihinde klasik çağ kabul edilmiştir. Saray kayıtlarına göre, 1525 de 29 usta ressam ile 12 çırak ressamın, 1557 de ise, 35 ressamın var olduğundan söz ediliyor.
Bunların 26 sı Türk olup, ikisi Avrupalı, yedisi İranlı olmak üzere 9 yabancıdan oluşmaktadır. İşte sözünü ettiğimiz bu Türk ressamların içinde bir anda en öne çıkıveren ve kendisini sanat dışında kalan merak ve eğilimlerindeki çok yönlülük açısından Da Vinci ile kıyaslayacağımız sanatçımız, Matrakçı lakabıyla tanınan Nasuh Efendi’dir. Nasuh’un doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Doğum yerinin Saraybosna dolaylarında olduğu sanılmaktadır. Ressamın devşirme olabileceği düşünülmektedir. II. Bayezid döneminde Enderun’a giderek Sai Çelebi’nin öğrencisi olmuştur. Enderun’da iyi bir şekilde eğim gören Matrakçı, önceleri bir matematikçi ve geometrici olarak ün saldı. Matematik konusunda yazdığı ilk kitap olan Cemalü’l-Küttab ve Kemalü’l-Hisab’ı I. Selim’e adamıştır. Kaleme aldığı ikinci matematik kitabı olan Umdetü’l-Hisab ise ölümünün ardından bile, uzun yıllar matematikçiler tarafından el kitabı olarak kullanılmıştır. Matrakçı lakabı, lobuta benzer bir sopayla at üstünde oynanan, cirite benzer bir savaş oyunu olan matrak oyunundaki ustalığından kaynaklanmaktadır. Hatta bu oyunu Nasuh’un icat etmiş olabileceği bile söylentiler arasındadır. Nasuh tüm savaş oyunlarında çok başarılıydı ve bu alanda ün de yapmıştı. Bu becerilerinden ötürü Enderun’da silah hocalığına atandı. 1529 tarihinde, Tuhfet-ul Guzat adında, değişik türden silahların nasıl kullanılacağını anlatan bir kitap yazdı. Ve bu kitabı daha ileriki yıllarda ortaya koyacağı ressamlık kariyerinin bir müjdesi olarak, çizdiği kale betimlemeleriyle süsledi. Bu betimlemelerde, tekerlekler üzerine monte edilmiş, duvarları bezemeli, beş burcunda da bayraklar dalgalanan iki kale resmi dikkat çekmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadelerinin Sultanahmet Meydanı’nda yapılan sünnet töreninde tören dekoru olarak kullanmak üzere, bu kale resimleri bir proje gibi ele alınıp, uygulamaya konmuş ve aynı benzeri gerçek kaleler yapılmıştır. Nasuh ve öğrencileri bu kaleler içinde tören alanına gelmişler ve zamanı geldiğinde izleyenlere savaş oyunları gösterisi yapmışlardır. Bunun üzerine, 1530 da Kanuni, silah kullanmadaki becerisini ödüllendirmek için Matrakçı Nasuh’a üstat ve reis sanlarını vermiştir. Nasuh’un becerileri bu kadarla da kalmıyor. Ta Yavuz Sultan Selim döneminden beri, Saray’da tarih yazarlığı görevini yürütmektedir. Tarih konusunda ilk yapıtı bir çeviridir. Taberi tarihini Mecmaü’t-Tevarih adıyla Osmanlıcaya çevirmiştir. Bundan sonra Matrakçı 1538 Karaboğdan seferini Fetihname-i Karaboğdan adıyla yazmış, yazmakla da kalmayıp, bu yapıtında ve bundan sonra kaleme alacağı tüm yapıtlarında, tarih bilgisi yanında coğrafya ve haritacılık bilgilerini, ayrıca da resim ve hat sanatını birlikte kullanmıştır. Nasuh’un en önemli yanı, tarihsel olayları arşivlemek amacıyla yazdığı yapıtlarında, en doğru coğrafi ayrıntıları vermek, yapıtlarını hat sanatının doruklarında dolaştırmak ve resim becerisini harita bilgileriyle harmanlayıp ortaya koyduğu minyatürlerle bu alanda bir ekol yaratmak, bir çığır açmak olmuştur. Tarih alanında kaleme aldığı bir diğer yapıt, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534-36 yılları arasında gerçekleştirdiği İran ve Irak seferlerini konu alan ve Matrakçı’nın bizzat sefere katılıp yazdığı ve çizdiği Beyan-ı Menazil-i Sefer’ul Irakeyn-i Sultan Süleyman Han adlı kitaptır.113 metin sayfası ve 107 tam sayfa minyatürden oluşan bu kitapta, ordunun İstanbul’dan hareketle, Bağdat’a ve Tebriz’e gidişini, sonra da Halep ve Eskişehir üzerinden dönüşünü anlatmıştır. Sefer boyunca yol üstünde konakladıkları tüm kentleri anlatmış ve betimlemiştir. Betimlemede görselliğinden yararlanmak için yaptığı minyatürler şöyle bir teknikle oluşturulmaktadır : kentin, kuş bakışı haritası çizilmekte, sonra önemli mimari, sanatsal, dini, tarihi ve askeri yapıların en ilginç cepheleri ve topografyası(*) sanki karşıdan bakıyormuşçasına (perspektif kullanmadan) çizilip, haritadaki yerlerine konmaktadır. Kompozisyonda hiçbir figür bulunmamasına rağmen, flora ve bazen de fauna coğrafi gerçeklere uygun olarak betimlenmektedir. Günümüzde topografik ressamlık denen bu çizim tekniği bize, daha önceki yıllarda Piri Reis tarafından Kitab-ı bahriye kapsamında çizilen liman haritalarını anımsatıyorsa da, portolan(**) tekniğinde çizilen bu haritaların ötesinde, Matrakçı’da bambaşka bir realizm, bir detaycılık, bir estetik arayış, bir renk eklektizmi ve bir sembolizmaya rastlamaktayız. Ayrıca yapıtta sıradan bir haritanın animizmden yoksun donukluğu yerine, aksesuar olarak eklenmiş ögelerin getirdiği canlılık göze çarpmaktadır. Kitabın çıkış kenti İstanbul için çizilen minyatür-planda teknelerin su içinde süzülmeleri, rüzgardan şişmiş yelkenler, boğazı geçen kayıklar, ateş açan kalyonlar ve denizin dalgaları olduğu kadar, ana kentin batıdan doğuya doğru, Pera’nınsa, güneyden kuzeye doğru bakarak çizilmeleri gibi kompozisyonla ilgili ayrıntılar da, bizi ruh yoksunu bir haritadan çok, animizmin varlığını duyumsadığımız bir peyzaja ulaştırmaktadır. Özellikle çift bakış yönlü kompozisyondan yararlanmak Matrakçının ökesini ortaya koyan bir buluştur. Minyatürde kentin tüm önemli yapıları o günkü halleriyle ve ö günkü gerçekliği içinde çizilmişlerdir. Fatih’in yaptırdığı saray gibi günümüze kadar ulaşmamış mimari yapılar hakkında da bu minyatür sayesinde bilgi alabilmekteyiz. Bu yapıtlar yapıldıkları dönemin günümüze ulaşmış tanıkları, belgeleri, bilgileridir. Yapıtta ayrıca, sefer süresince konakladıkları İznik, Seyitgazi, İnönü, Esıkişehir, Konya, Sivas, Erzurum, Diyarbakır, Halep, Bağdat, Tebriz gibi bir çok yerleşim yeri ve kentin aynı sanatsal anlayış çerçevesinde yazılı ve görsel betimlemeleri yapılmıştır. Matrakçı’nın kent planı minyatürlerini, günümüzde kullanılan turistik amaçlı kent haritalarıyla, sadece teknik açıdan, karşılaştırmak olası. Günümüz İngiltere’sinde basılıp turistlere dağıtılan Londra kenti haritasıyla, Matrakçı’nın Eskişehir kent planını karşılaştırmanızı öneririm. Acaba, günümüz haritacılığında tüm dünyaca kullanılan bu tekniği bulanlar bizden miydi diye düşünmemek olası mı? Bağdat kentinin planına dikkatli bakacak olursak, sadece konutları değil, türbeleri, devlet yapılarını, kuleleri, surları, Dicle nehrini, nehir kıyısındaki bahçe ve tarlaları, nehrin üstündeki köprüleri, hatta, şehir dışında, yabani hayvanları bile görürüz. Kompozisyonun ilginç yanı, gene iki farklı bakış yönüne göre düzenlenmiş olması. Dicle nehri eksen olarak alındığında, kentin her kıyısı, karşı kıyıdan bakıyormuşçasına çizilmiştir. Eskişehir kent planında da , türbeler, camiler, kervansaraylar, Porsuk nehri, kenti diğer kentlere bağlayan ana yol, görkemli bir kompozisyon anlayışı içinde ve cuk oturmuş bir renk armonisiyle bir araya getirilmiştir. Çimenlik alanı göstermek için yararlandığı simgenin, günümüzde bile hala kırsal alanları göstermek için haritacılar tarafından kullanıldığına dikkatinizi çekmek isterim. Aynı görkemli kompozisyon ve renk yelpazesine Seyitgazi planında da rastlamaktayız. Bu iki kompozisyonu, Egon Schiele’nin Küçük Kent ve Eski Kent adlı yapıtlarıyla karşılaştırın. 16. yüzyıl nakkaşının 20. yüzyıl ressamına esin verdiği kuşkusuna kapılmamak elde değil. Schiele’nin her iki tablosu da, hepimizin ortak beğenisine uygun, resim anlayışımıza yabancı kaçmayan yapıtlar olmasından ötürü, baktığımızda, içimizde bir ürperti ve coşku uyanmasına neden olan resimlerdir. Bu kez, Matrakçı’nın sözünü ettiğimiz Eskişehir ve Seyitgazi minyatürlerine dikkatle bakmanızı istiyorum. Bunca yüzyılın ardından, gene aynı hayranlık duygusunu, aynı ürperti ve coşkuyu duyumsayacaksınız. Bir sanatçı zaman aşındırmasından nasıl bu denli uzak kalabilir diye şaşmamak olanaksız. Matrakçı Nasuh’un kent betimlemeleri yaptığı bir diğer yapıtı, 1547 tarihli, Tarih-i Sultan Bayezid’dır. Kitapta II.Bayezid tarafından ele geçirilen Akkerman, Kili, İnebahtı, Gülük, Avema, Modon kentleri ve Osmanlı donanması betimlenmiştir. Kent ve kale resimleri genelde siyah mürekkeple çizilmiş olup, yer yer pastel renkler kullanılmıştır. Figür yoktur. Matrakçı’nın bundan sonra kaleme aldığı yapıt, Selimname adını verdiği ve Yavuz Sultan Selim döneminin olaylarını anlattığı kitaptır. Kitabın seferlere ayrılan bölümü gene yukarıda anlatılan tekniklerle oluşturulan minyatürlerle süslenmiştir. Bu kitapta, seferler sırasında konaklanan Amasya, Sivas, Kemah, Bayburt ve Tebriz gibi kale kentleri betimlenmiştir. Halen bu yapıt Dresden’dedir. Osmanlı tarihinin tümünü anlatmayı amaçladığı, ama tamamlamaya ömrünün yetmediği Süleymanname adlı, tamamı üç bölümlük kitabın her biri bir seferi anlatan iki bölümünden oluşan, 1545 tarihli Tarih-i Feth-i Şikloş, Estergon ve Estonibelgrad sanatçının bir diğer yapıtıdır. İlk bölümün konusu, Barbaros Hayreddin Paşa’nın 1543 yılında Güney Fransa’ya yaptığı deniz seferidir. Donanmanın konuşlandığı Toulon. Marsilya, Nis, Genova, Reggio ve Antib gibi liman kentlerinin betimlemeleri yapılmıştır. Matrakçı bu sefere bizzat katılmadığı, görüntüleri o günkü haritalardaki liman resimlerinden yararlanarak yaptığı için minyatürlerde renklendirme yok denecek kadar azdır. Portolon liman haritalarını anımsatan liman resminin arka planında pastel renkler kullanılarak oluşturulmuş bir geri plan görüntüsü yer almaktadır. Örnek olarak, Nis kenti liman görünümünü incelediğimizde, kale ile evler ve limandaki donanmanın oldukça gerçekçi bir stilde siyah mürekkeple çizildiğini, bu bölümde sadece evlerin çatıları ve gemiler dışında renk kullanılmadığını, evlerin duvarları ile kalenin beyaz bırakıldığını, mavi, yeşil ve pembe gibi renklerin ise resme canlılık katmak amacıyla arka tepelerde kullanıldığını görüyoruz. Denizi boyamak için gümüş yaldızdan yararlanılmıştır. Ağaç ve çalıların boyutları evlerinkinden büyüktür. Resmin tamamı tek bir noktadan bakılmışçasına çizilmiştir. İkinci bölümde ise, Kanuni’nin Budapeşte seferinde içinden geçtiği kentlerin görüntüleri söz konusudur. Sanatçı bu sefere bizzat katıldığından, görüntüler de Beyan-ı Menazil-i Sefer’ul Irakeyn-i Sultan Süleyman Han kitabındakilere benzer niteliktedir. Ancak bu resimlerde betimleme stili daha yüzeysel, renklerse daha güçlüdür. Zemini boyamak için kimi zaman altın yaldızdan yararlanmıştır. Süleymanname ayrıca Kanuni Sultan dönemine ait anımsanması gerekli olayları da kapsayan yazıları ve minyatürleri içermektedir. Firdevsi’nin Şehnamesi’nden esinlenerek yapıldığı için, farsça ve mesnevi türünde yazılmıştır. Minyatürler o dönem minyatürlerinde olduğu gibi yalın bir düzenleme içinde sunulmuştur. Bu yapıtta insan figürü vardır. Mimari nesneler ve giysiler üzerinde aşırı motif kullanıldığı göze çarpmaktadır. Ama tarihi olayları gerektiği gibi vurgulayabilme ve daha etkili anlatabilme amacıyla bu motif karmaşası zaman içinde azalacaktır. Minyatürlerde verilen Topkapı Sarayı enteriyörleri, sarayın o günkü durumunu göstermek açısından önemli belgelerdir. Minyatüre bakanların, yapının her tarafındaki olayları görebilmelerini sağlamak için, duvarlar çoğu kez açık olarak, mimari kesit gibi çizilmiştir. Bu minyatürlerde çok parlak renklerin kullanıldığına, çiçeklerin simgeselden çok gerçekçi bir anlatımla betimlendiğine tanık oluyoruz. Türk resim sanatına gerçekçi peyzaj kavramını getiren Matrakçı Nasuh, günümüze dek tazeliğini koruyabilmiş bir stilin yaratıcısı olmuştur. Bunu yukardaki kıyaslamalarda da gördük. Klasik Osmanlı çağının en parlak temsilcisi sayılan ve Avrupalı Rönesans ustaları gibi çok yönlü bilgi ve birikim sahibi olan Matrakçı ardından birçok yapıt ve bir resim ekolü bırakarak, 28 Nisan 1564 tarihinde yaşama gözlerini kapadı. Sanatçı tarih, coğrafya, matematik, askerlik, savaş oyunları, haritacılık, hattatlık ve resim alanlarında sadece bilgi sahibi olmakla kalmamış, bu alanların hepsinde ses getiren ve bazılarında ileriki yıllara bile yol gösteren değerli yapıtlar vermiştir. Yazımızın başlığında onun adını çok yönlülükte ön sırayı kapan bir Rönesans ressamı, Leonardo da Vinci ile yan yana getirmiştik. Da Vinci de resim dışında mimarlık, şehircilik, heykelcilik, edebiyat, müzik, mekanik, hidrolik, aerodinamik, matematik, astronomi, botanik ve zoolojiyle ilgilenmişti. Ama sadece ilgilenmişti. Resim dışında hiç biri üzerinde ses getirecek bir yapıtı olmadı. Çoğunda deneysel uygulamalar yaptıysa da, asla başarılı olamadı. Kanat takıp uçmayı beceremedi, yaptığı devirdaim makinesi çalışmadı, köprü düşüncesi tasarımdan öteye gitmedi, top tasarımları işe yaramadı, vs. Oysa Matrakçı Nasuh ilgi duyduğu her konuda günümüze dek gelen ve bugünün insanını bile bilgilendirmeye erkli yapıtlar verdi. Kaldı ki, da Vinci’nin bu konulara yönelmesi, ilgi duymaktan çok kişisel psikolojisindeki bozuklukların sonucudur. Noter bir babayla köylü bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Evlilik dışı doğumlar o günün kasaba toplumlarınca dışlanıyordu. Bu nedenle psikolojik travma yaşayan da Vinci, üzerine yapışan bunalımın da dürtmesiyle bir takım garip yollara yöneldi. Kadınlardan nefret edip, cinsel doyumu erkeklerde aradı, kendini topluma kabul ettirmenin ve saygıdeğer olmanın gizinin farklılıkta yattığını düşündüğünden her alanda farklı olmaya yöneldi. Farklı olmak için yazıyı sağdan sola yazmaya başladı. Farklı olmak için farklı davranmak, bunun için de herkesten daha yoğun olarak farklı bilgiler edinmek ve bu bilgiler yardımıyla kendine özgü davranışlar ve değişik bir vizyon edinmek gerektiğine inandı. Oysa Matrakçı’nın değişik alanlara ilgisi salt merakından kaynaklanıyordu, da Vinci’ninki gibi komplekslerden ve heveslerden değil. İşte bu kıyaslamalar ardından kişisel görüşüm bizim sanatçımızın, Avrupalı ağabeyinden (da Vinci 50 yaş kadar büyük olmalı) daha yaman olduğu yönündedir. Gelecek yazıya kadar hoşça kalın, gönlünüz hep renklerin coşkusuyla dolu kalın. Topografya(*) Yerey engebelikleri. Yerey engebeliklerini saptayan ve ölçen bilim dalı. Portolan harita(**) Kıyılara ve limanlara dair bilgiler içeren, 14. Ve 15. Yüzyılda Avrupa’da kullanılan denizcilik haritaları. Bu haritalarda yön çizgileri, rotalar, kıyı çizgileri, yerleşim bölgelerinin adları, uzaklıklar, deniz fenerleri, sığ yerler ve adalar gösterilirdi.
YorumlarReha Günay
{ 05 Haziran 2018 17:00:33 }
Onur'cuğum,
Diğer Sayfalar: 1. Çok güzel bir makale olmuş. Önemli bir ustamızı tanıtmakla bizleri bilgilendirdin. Sağol.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|