|
LİKYA (Demre ve Kekova Bölgesi)Kategori: Kültürün Damarları | 0 Yorum | Yazan: Ferruh Dinçkal | 30 Temmuz 2014 03:37:57 Bu bölümde, Anadolunun Güney - Batısında yerleşen, burada yaşayan bir uygarlıktan yani LİKYA'dan söz edeceğiz ve Demre ve Kekova yörelerinde gezeceğiz. Likya bugünki Fethiye ile Antalya yani 37 ile 35 16' enlem ile 28 48' boylam çizgileri arasında kalan Toros sıra dağlarının egemen olduğu bölgedir. Bu bögenin Kuzey sınırı Doğusunda Bey dağları (Antik adı: SOLIMA) Batısında Antik adı MASSICYTUS olan Akdağ olup zirveleri 3000 m civarındadır.
Kuzeyden korumalı bu bölge Güneyindeki Akdenize doğru alçalır. Genelde doğal olarak Akdeniz iklim özelliklerini gösterse de derin vadilerde kara iklim etkileri de görünür. Artık pek raslanmasa da Likyalılar zamanında bölgenin Sedir ormanları ile kaplı olduğu bilinmektedir. Dağların sertliği ile Akdenizin yumuşaklığı bölgenin yanlızca eşi bulunmaz güzelliğini değil Anadolunun en eski halklarından biri olan Likyalıların karakterini de etkilemiştir. Hitit kaynakları (Luka) Likyalıların Anadolunun en eski halklarından biri olduğu konusunda güvenilir kanıtlar sunmaktadır. Mısır'ın TEL-ELAMARNA yazıtlarında Likyalılardan deniz insanları arasında bahsedilir. En eski Likya buluntuları MÖ 2600-2200 yılları arasında olup bronz çağına aittir. Bu buluntular Elmalı kazılarında bulunmuştur. İlk tarihçi Halikarnaslı Heredot Likyalıların gelenekleri ile ilgili birinci kitabında şunları söyler: Görenekleri bir yanı ile Giritlileri öbür yanı ile Karyalıları andırır. Ama bir adetleri vardır ki başka hiçbir ulusta raslanmaz. Babalarının değil analarının adını alırlar. Bir Likyalı öbürüne kimlerdensin diye sorsa, kendi adından sonar anasının adını ve onun soyadını söyler. Eğer bir kadın yurtaş bir kölenin damı altında yaşıyorsa yasalar çocukları özgür sayar, tersine yurdun en önde giden kişisi bile olsa, bir erkek yabancı bir kadınla ya da köle bir kadınla yaşıyorsa çocukları yurtaşlık haklarından yoksun kalır. Heredot'dan anladığımıza göre Likyalılar da anaerkil toplumların en iyi örneklerinden biridir. Sonraları Ataerkilliğin eğemen olduğu zamanlarda bile bu geleneklerini büyük bir ölçüde korumuşlardır. MÖ 64 - MS 21 tarihleri arasında yaşayan Amasyalı Strabon ise Ünlü Coğrafyasında Likya birliği ile ilgili olarak bu kıyılar ve bu kıyılarda yaşayan Likyalılar için şunları söyler: - Rodosların Daidala sından sonar Likya'da kentle aynı adı taşıyan bir dağa gelinir. Likya kıyısı boyunca yapılacak gezi buradan başlar. Bu kıyı 1700 stat (1 stad 177.6 m) uzunluğundadır ve engebelidir, geçilmesi zordur. Fakat limanları son derece iyi donatılmıştır, nezih bir halk tarafından iskan edilmiştir - Strabona göre Likya birliğinde oy hakkını paylaşan 23 kent vardır. Hangi kenti uygun gördiklerini seçtikten sonra her kentten temsilciler birleşerek orada genel bir kongrede toplanırlardı. Belgeselimizde tek tek inceleyeceğimiz birliğe bağlı en büyük kentlerin 3 , orta büyüklükteki kentlerin 2, ve diğerlerinin de bir oy hakları vardı. Üç oy hakına sahip kentler Xantos, Patara, Pınara, Tlos, Myra ve Olynpos du. Toplanan bu kongre Likya birliğinin LYCIARKH (Likyark) adı verilen başkanını, yüksek memurları ve yargıçları seçerdi. Savaş ve barış anlaşmalarıda bu kurulda görüşülürdü. Lidya'nın Anadoludaki egemenliği sırasında bağımsız yaşayan Likyalılar ve Kilikyalıların bağımsızlıkları, Lidya kralı Kreusus'un Persler tarafından MÖ 546 da yenilmesi ile tehlikeye girdi. Persliler komutanları Harpakusun önderliğinde bir orduyu Likya üstüne gönderdiler. Ümitsiz ve korkunç bir direnişten sonra Likya birlik kararı ile teslim oldular. Fakat Pers egemenliği baskıcı değildi, vergilerini ödediği sürece Likyalılar kendi topraklarında eskisi gibi idareyi ellerinde tuttular. MÖ 480 yılında Pers kralı Xerxes Yunanistanı fethetmeye kalkıştı, Likya birliği de elli gemi ile donanmaya katıldı. Perslilerin Yunanistan'da bulunan Salamis ve Plataea da yenilmesi ile Atinalılar Delian Konfederasyonunu kurdular. Likyada Faselis dışında kısa bir süre için bu birliğe katıldılar. Plataeas savaşları sırasında Atina'nın Isparta tarafından yenilmesi ile bu Konfederasyon bozuldu. Ve Likya bir kez daha eski koşullarda Pers egemenliği altına girdi. Bir çok Likya şehrinin kendi isteği ile Büyük Iskendere katılışına dek bu koşullar devam etti. Büyük Iskenderin ölümü ile onun generali, kendini Mısır Kralı ilan eden Ptolemay egemenliği altına girdi. Ptolemay'ın egemenliği süresince Likya Helenleştirildi. Grekçe Likya dilinin yerini aldı. Şehirlerde Helen kurumları oluşturuldu. Sanat ve kültürde de bu etkiler hissedildi. MÖ 197 yılında Suriye kralı III.Antiochus tarafından Likya alındı. Fakat krallığı kısa sürer ve Magnezia savaşında Romalılar tarafından yenilir. Bu savaşta Romalılara yardım eden Rodoslular Termesus dışındaki tüm Likyayı alırlar. Kolay kolay başkalarının egemenliği altına girmeyen Likyalılar çetin ve uzun savaşlar sonunda bağımsızlıklarını MÖ 167 yılında ilan ettiler. MÖ 129 ile MS 88 yılları arasında Romalıların Asyadaki egemenlikleri süresinde Likya hiçbir zaman Romanın bir eyaleti haline gelmedi. Pontus Kralı Mithridates'in Batı Anadolu'ya açtığı savaşta Likya'dan yardım istemesine karşın, yüz yıllar boyu Anadolu birliği için gerek Troya'ya gerek Hitit'lere asker veren Likyalılar Mithridates'e yardım etmediler. Mithridatesin Romalılara karşı bu savaşı kaybetmesi sonrası Roma senatosu bu davranışı kendilerine bağlılık olarak algıladı, Likyalıların topraklarını genişleterek bağımsızlıklarını tanıdı. Likyalılar Roma iç savaşlarından da etkilendiler. Likya'ya gelerek gücünün bir göstergesi olarak para bastırmak isteyen Brütüs'ü reddettiler fakat bunun sonucunu Xanthosun yıkımı ile ödediler. Antony ve Oktavia'nın Brütüs ve Kassio'yu yenerek zafer kazanmasından sonar Imparatorluğun doğu bölümü Antony'nin payına düştü. Fakat Likyalılar bu durumdan etkilenmeden çıktılar. Likya, yalnızca Imparator Kladius zamanında Pamphylia ile birlikte Roma Imparatorluğunun bir parçası oldu. Roma imparatorları zamanında Likya daha fazla öneme ve refaha kavuştu. Likya federasyonu sürdü. Pamhylia ile birlikte bir Romalı yöneticileri olmasına karşın, resmi kurumlar Likyark taafında yönetiliyordu. Bu dönemde Likyanın nüfusunun 200,000 olduğu tahmin ediliyor. M.S. 4.yy da Diokletian tarafında bölge ikiye bölündü ve yavaş bir gerileme de başladı. M.S. 7.yy daki Arap akınları ise Likya kentlerinin düşüşünü hızlandırdı. Orjinal Likya sanatı, antic Anadolu sanatının ender örneklerinden biridir. Mezar mimarisinde, özellikle abartma ve yontularda kendisini gösterir. Pek çok yabancı etkiye karşın tipik Likya karakterini korumuştur. Erken Likya mezarları dört tipe ayrılabilir. Bunlar kaya mezarlar, lahitler, ev ve tapınak mezarlarıdır. Kaya mezarları en eski türlerdendir ve genellikle önemli aileler için yapılırlardı. KEKOVA Uzun ve dar Kekova adası Teimiussa ve Simena kalıntıları ile birlikte antic zamanlardan beri gemilere korunaklı bir sığınak sağlayan koy girişinde yatar. Bu ölü denizin iç kısımlarında, antik Teimiusa kalıntıları ile birlikte bir balıkçı köyü olan Üçağızlar bulunur. Köyün adı üçağız demek olan Yunanca Tristomo'dan gelmektedir. Bu ölüdenizin Batıdan, Doğudan iki girişi vardır. Doğu girişinde ki Antik Simena kenti Kale köyü ile iç içe uzanır. Deniz yüzeyine kadar çıkan sığ kısımlar ve bir çok adacıklar bu limana gizemli bir hava verir. SİMENA Simena antik kenti Kekova adasının tam karşısına düşen bir burun üzerine kurulmuştur. Çekiciliğini antik ve orta çağ kalıntıları bileşimi ile bugünki Kale köyünden alır. Bu özelliği ile bu bölge tektir. Arkeolojik ve tarihsel açıdan zor kayıt bulunduğundan bu bölgeyi genelde kendi gözlemlerimizden aktarmaya çalışacağız. Simena, Aparlai kentinin, Likya fedarasyonunda başkanlığını yaptığı bir şehir gurubunun üyesiydi. Bazı Likya yazıtları ve Aparlai'de bulunan gümüş paralara göre Simena'nın tarihi en yakın MÖ.4. yüzyıla kadar inmektedir. Bu bölgenin hatta Türkiyenin simgesi haline gelen denizdeki Likya kaya mezarı için bile burası görülmeye değer. Tamamen yamaca kurulu olan Kale köyü zamana meydan okurcasına antik şehirle uyum içinde yaşar. Simena şehir duvarları düzgün volkanik kaya bloklarından oluşmaktadır. Kale köyünün tepesinde çok iyi korunmuş bir kale bulunmaktadır. Kıyıdan kaleye doğru üzerlerinde yazıtlar da bulunan kaya mezarları bulunur. Kale duvarlarının altında bir zamanlar bir tapınağın parçası olan STOA yeralır. Kalenin içinde kayaya oyulmuş sahnesiz bir tiyatro yer alır. Bu tiyatro yedi sıralı olup 300 kişiliktir. Kalenin zirvesinden manzaraya doyum olmaz. Ince bir kara parçası ile anakaraya bağlanan yarımadanın her yanı dantel gibi adacıklar koylar ve burunlar ile bezenmiştir. Kekova ile Kale köyü arasında oluşan ölü deniz ve köyün kuzeyinde kalan koy küçük ve orta boy tekneler için doğal bir limandır. Kalenin doğusunda Simenanın Metropolisi, kayalara oyulmuş Likya yazıtlı bir çok mezar bulunmaktadır. Sahile yakın bir yerde Aparlai şehir konseyi ve halkı tarafından, MS 79 ile 81 yılları arasında egemen olan Roma Imparatoru Titus'a adanan bir hamam kompleksi yer alır. Bu bölgede başka etkileyici görüntüler çekmek için Simena'dan ayrılıp Kekova adasına doğru yola çıkıyoruz. Kekova adasının Kale köyü tarafına bakan kısmında batık şehir vardır. Kıyı boyunca uzanan bu şehrin büyük bir kısmı sular altında ve oldukça belirli yapılardır. APERLAI Şu ana kadar hiç bir Likya yazıtına raslanmamasına karşılık Aparlai'nin bir Likya kenti olduğu kesindir. Bununla birlikte Aparlai'ye ait MÖ.5.yy gümüş Likya paraları bulunmuştur. Antik yazımda Likyadan ilk bahseden PLINY'dır. Daha sonar PTOLEMY ve HIEROCLES de Aparlai'den bahseder. Bazı Bizans dini kaynaklarında da şehirden APRILLAE diye bahsedilir. Aparlai Likya'da Simena, Apollonya ve Isinda oluşturduğu bir kent gurubunun başıydı. Ve bu dört kentin fedarasyonda bir oy hakkı vardı. Bu kent gurubunda yaşayanlara Simene Aperlites denirdi. Şehir yaklaşık dikdörtgen bir alana kurulmuş ve şehir duvarları ile koruma altına alınmıştır. Çok güzel bir koyda kurulu olan bu şehirde doğa şartlarının sertliği de meşhurdur. Koyun ağzının direk olarak Akdeniz'e ve sert rüzgarlara açık olması burada yaşamayı zorlaştırır. Eskiden (Cumhuriyet döneminde) burada yerleşik olan Sıcak köylüleri de buradan, dağın arkasına göçe zorlanmıştır. Yine de doğa ve tarihin iç içe girdiği çok güzel bir mekandır. MYRA Myra kenti bugünki Demre'den 1.5 km uzaklıktaki Koçademre köyündedir. Strabon'a göre şehir denizden 20 stad (4 Km) içerdedir. Antik kaynaklar kentden M.Ö.I.y.y.da bahsetmeye başlamışlardır. Fakat Likya dillindeki yazıtlar ve kalıntılara bakılırsa, kentin varlığının M.Ö. 500 yılına kadar indiği görülür. Likya federasyonu zamanında kent konseyde 3 oya sahip en önemli yerleşim birimlerinden biridir. Bu parlak dönemin en önemli tanıkları muhteşem mezar tapınakları ile üzerlerindeki kabartma süsler ve yazıtlardır. Şehrin adı Myrrh sözcüğünden değişime uğrayıp Myra olmuştur. Myrrh sözcü ise bu yörede yetişen güzel kokulu bir çalıdan gelir. YANARTAŞ ( Kimera ) Anadolunun Güneyinde, Antalya ve Finike arasında, bugünki adı Çıralı, eski adı Olimpos olan bir dağ vardır. Volkanik olan bu dağ çevresine de ismini vermiştir. Yunanistan'da Olimpiyatların M.Ö.776 yılında başlamasından çok daha önceleri bu dağın çevresinde festivaller tertiplenip oyunlar oynanır, yarışmalar yapılırdı. Bu oyunlara - büyük olasılıkla Olimpiyatlar - merkezlik etmiş olan bu dağın bir de hikayesi vardır. Bellerefon isimli bir kahraman Pegasus (Mobil şirketinin logosu) isimli bir kanatlı ata sahip olmak ister. Bu ata sahip olmak için inanışa göre altın bir gem gerekmektedir. Bir gece Bellerefon, tanrıça Athena'nın tapınağında yatar ve gece rüyasında Athenanın kendisine altın bir gem verdiğini görür. Sabah kalktığında kucağında altın gemi bulur. Ve hemen gider, atın boynuna takar. Atla beraber Gök tanrısı Zeus'dan sonra, göklere hakim olur. Bir gün yanlışlıkla çok sevdiği bir arkadaşını öldürür. Bu üzüntü ile dünyayı dolaşmaya başlar. Günlerden bir gün Finike'ye gelir. Finike halkının bir sorunu vardır. Kimera isimli bir canavar ağzından çıkan ateş ile çevresindeki şehir ve köyleri yakıp yıkmaktadır ve burada yaşayanların can güvenliğini tehtit etmektedir. Finikeliler Bellerefon'dan kendilerini bu canavardan kurtarmalarını ister. Belerefon bu canavar ile Olimpos civarında mücadele eder. Canavarı öldürmeyi başarır ve cesetini dağdan içeri atar. Fakat ağzından çıkan ateşi söndüremez. Işte o gün bugündür Olimpos Dağında yanan ateş budur. Olimpos meşalesinin de ateşlendiği yer burasıdır. Bu olayın şerefine insanlar dağın etrafında şenlik ve festivaller tertiplemeye, oyunlar oynamaya başlarlar. Bu oyunlar Olimpiyatların başlangıcıdır. Bu yöreyi ilk olarak dünyaya tanıtan ve Yanartaş'ı siyah beyaz görüntülüyen Ingiliz Profesör Gearge E.Bean'dir. Eserinin adı ise ''Turkey's Southern Shore - Türkiyenin Güney Kıyısı ''dır. Altın çağ ozanı Homeros, Hesiodos ve Pindaros'la başlayıp süregelen ''Bellerefon - Pergasos ve Chimaera'' üçlüsünün öyküsü, çağdaş mitologya kitaplarında ve ansiklopedilerinde yansıtılmıştır. Ama, Anadolunun eski Misiya'sındaki Ulu Dağ (Olympos) veya Likya'sındaki Tahtalı Dağ (Olympus) canavarının ağzındaki ateşi kimin, nasıl ve ne zaman Yunanistan Olimpiyadına götürdüğü kesinlikle söylenememek-tedir. Çünkü, Anadolu'da eski Yunan öncesi dilde ''dağ'' anlamına gelen 20 adet Olympus Dağı vardır. Yanartaş veya Deliktaş yani eski adıyle Olimpos Antalya ilinden 80 Km. uzaklıktadır. Bu yerleşim birimi Likya Birliğinin önemli bir üyesidir. KIMERA İtalya'nın Floransa Arkeoloji Müzesinde bulunan bronz Etrüsk heykelinde Kimera (Khimaira - Chimaera - Chimere), Başı aslan, sırtı keçi ve kuyruğu yılan olarak belirtilmiş bir canavardır. Antalya ormanlarında keçi daha boldur. Şimdi nesli tükenmesine rağmen buralarda aslan ve parsın yaşadığı bilinmektedir. Yılanın varlığı da hem tehlikeyi, hem de kehaneti simgelemektedir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|