|
|
Yüce dağların ışık ülkesi : LikyaKategori: Bilim | 0 Yorum | 10 Haziran 2014 11:27:22 200 yılı aşkın bir süredir Likya keşfedilmektedir. Bu benzersiz bölgeden araştırmacıların ne denli etkilendiklerini yukarıdaki birkaç örnek göstermektedir ki; bölge hala araştırmacıları şaşırtmaya devam eden muhteşem kalıntıları ve akıl almaz doğasıyla araştırma ve kazıların ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Bugüne dek gerçekleştirilen kazı ve araştırmalar sonucunda şimdilik aşağıda özetlenecek olan tarih oluşmuştur. Her bir yeni bulgu bu eski hikâyeye yeni parçalar eklemekte ve gün geçtikçe daha anlaşılır bir Likya geçmişi oluşmaktadır.
“…bu toprakların şimdiki yoksulluğu ve terk edilmişliği bir yana, sahip olduğu birçok antik dönem kalıntısı; onun bir zamanlar antik dünyanın en kalabalık ve en bahtiyar bölgelerinden birisi olduğunu anlatır…” William Martin Leake, 1800 “İnsanların yeni gördükleri heyecan verici şeyleri daha önce gördüklerinin üzerine çıkarmasına sık rastlanır, ama dağların arasındaki bu geçidin içinden at ile yaptığım beş saatlik yolculuk boyunca; İngiltere, Almanya, İsviçre, İtalya ve Yunanistan’da gördüğüm manzaraları aklıma getirdim ve bunun üzerine söylemeliyim ki böylesi görkemli şekilde güzeli ve böylesi uzun süreni ile daha önce hiç karşılaşmadım. Burası binlerce ayak yüksekliğinde dağların arasında anlaşılamaz bir şekilde oluşmuş öylesi dar bir vadidir ki tabanında yalnızca içinden akan nehre yer vardır” Sir Charles Fellows, 1838 – 1843 “25 yıllık keşiflerime baktığımda en zevkli yolculuklarımı Likya’da yaptığımı anımsıyorum. Bu ülke başka yerlerde dengi olmayan bir etkiye sahiptir. Manzara muhteşemdir. Ay ışığında başka bir evren olur…” George E. Bean, 1952 – 1966. “Tanrı ve insan bir olup Likya’yı yaratmış. İnsana boşluğu duvarlarla sınırlamak mekanlar yapmak düşmüş. İstemiş ki; evinde kendisi, kamu binalarında yönetimi, tapınakta tanrısı, onurlansın. Tanrı da tüm bunlar için cömertçe malzeme sunmuş insanına: taş sunmuş, çamur sunmuş, ağaçların en iyisini sunmuş. Üstüne üstlük eksilmez ışık düşürmüş üstlerine. En mavi denizi de değdirmiş eteklerine. Tanrı ve insan bir olup Likya’yı yaratmış” Nevzat Çevik 2000. LUKKİ ÜLKESİ HALKI Likya ismi ilk kez ‘Lukka’ olarak Albright’ın, Mısır’ın Orta Krallık Dönemi Byblos metinlerinde görülür. Sonra da, Kıbrıs Kralı’nın Mısır Firavunu Akhenaton’a Lukka halkını şikayet ettiği Amarna arşivinde bulunan 1375 tarihli mektupta, halktan “Lukki Ülkesi halkı” olarak bahsedilir. Bölgeden ve bazı kentlerinden Hititçe adlarıyla bahseden Yalburt metinleri ile ilk kez Lukka’nın yeri tam olarak belirlenmiş olur. Bu dönemde Lukka ülkesi ve bölgenin Bronz Çağ halkı Trmmililer, Hitit kontrolü altına girmiştir. Yazılı belgelerin yardımıyla ‘Lukki’ ya da ‘Lukka’nın, Hititçe’de ‘ışıldamak’ anlamına gelen erken isim olduğu artık bilinmektedir. Bu ismin kökeni, Latince’deki ‘lux’-‘ışık’a kadar gitmektedir. Hellenlerin Likyalıları ‘Lykoioi’ olarak adlandırması da bundan kaynaklanır. Luvice kaynaklı “Lukka” ismi, yerini Likya’ya bırakır. Dünyanın her yerindeki kural bir kez daha çalışmış, toprak ve üstündekilerden önce ad değişmiştir. Onlar ülkelerine Trmmise, kendilerine de “Trmmliyiz” derlermiş. Luvice’de anlamı ‘dağ doruğu’dur ve gerçekten bugün Dirmil Yaylası’nın eski ismi olan Trmmisil Yaylası da Kızlar Sivrisi’nin eteklerinde bölgenin en yüksek ve bitek yaylası özelliğindedir. Bugünün Trmmisil Yaylası’nın Luvice’deki Trmmisa ile bağlantısı kolayca kurulur. Nippur’un MÖ 420 tarihli çivi yazıtlarında ta-ar-mi-la-a-a olarak anılır. Patara’da bulduğumuz Yol Kılavuz Anıtı, tartışmasızca birbirine bağladığı kentlerle oluşturduğu yol ağının tanıklığında öyküyü doğrular ve bizi yine Dirmil Yaylası'yla buluşturur. LUVİLERİN İZLERİ Bu halk yeni arayışlarla sahile inip kıyı sakinleriyle buluşmuştur: İlk, MÖ 6. bin ortalarında, Tlos-Girmeler mağara buluntularıyla belgelenen en eski sakinlerle... Diğer eskiler ise Dağlık Likya'da Milyaslar, Doğu Likya'da Solimler'dir. 3. bin yarımadasında dağılmış birbirleriyle akraba olan bu budunlar, hep beraber ortak ataları Luvilere iz verirler. Tesadüfen Tlos’ta bulunan balta yanında, 1989’da Kyneai’da bulunan taş balta ve Patara’da en dip kazı katmanında ortaya çıkarılan taş balta, merkezi Likya’nın Bronz Çağa kadar indiğini göstermektedir. Karataş-Semahöyük bulguları da 3. bin yayla kültürlerine ilişkin önemli belgeler sunar. Gelidonya Burnu ve Uluburun’da bulunan 14. ve 12. yüzyıllara tarihlenen batıklar, büyük limanlara sahip önemli kıyı kentlerinin Bronz Çağındaki işlerliğine tanıklık etse de, Klasik Çağ ve öncesinde denizciliğin ve dolayısıyla limanların ve de liman kentlerinin çok da önemli olmadığı düşünülmektedir. Buna rağmen Likya kıyılarında mutlaka yerleşimler kurulmuş olmalıdır; çünkü denizdeki tekneler, Bronz Çağ gemiciliğinde günlük menziller kat edebiliyorlardı ve bu nedenle de sık sık sahildeki yerleşimlere demir atmak zorundaydılar. Gagai–Mavikent yüzey araştırmalarında, mağara içinde in situ olarak korunmuş bir şekilde bulduğumuz İlk Tunç Çağı seramiği, ilk kez, Gelidonya Burnu için en geç Bronz Çağın yerleşim başlangıcı olarak gösterilmesi gerektiğini kesinlikle ortaya koymaktadır. Ksanthos, Patara, Limyra ve Rhodiapolis gibi yerleşimlerde, kazılarda elde edilen seramik veriler MÖ 8. yüzyılı çoktan geçmiştir. ESARETTEN DİRENİŞE LİKYA Rodos kolonizasyonunun etkin olduğu MÖ 7. yüzyılda Likya’da da Phaselis gibi bazı kentlerin önem kazandığını biliyoruz. Bu dönemde Anadolu’da Lidya egemenliği söz konusudur. Ancak, Herodotos’un bildirdiğine göre Likya ve Kilikya topraklarının büyük kısmı, bu yeni egemenden kurtulacak kadar da güçlüdür. Anlaşılan Kroisos’un işgal alanı içerisinde bulunmamaktadır. Likya’nın Demir Çağı şimdilik tam aydınlanamamıştır. Kazıların sürmesiyle bu dönem de belgelenecektir. Bu dönem karanlığında sorun, özellikle seramik kriterlerinin tam oturmamış olmasından kaynaklanır. Toprak altından öte, kazı depolarındaki soru işaretli birçok örnek bile, belki de, ileride bu döneme verilecektir. Likya’nın bağımsız günleri, 540’da İonia’dan başlayan Pers işgali ile biter: Tarih yeniden yazılmaya başlar. Yıl 545'tir. Artık, ülkenin tek egemeni Harpagos'tur. Bazı kentlerin sadece ölüsüne egemen olabilmiştir Satraplar: Başkent Ksanthos'un kent ve insanlarıyla birlikte intiharı seçişinde destanlaşmıştır Likyalı direnişi. Persler’in başlangıçta kanla ve baskıyla egemenlik sağladığı izlense de, bazı Likya kentlerinin Pers düşmanlarıyla birlik olup savaşmaları bu egemenliğin sonradan zayıfladığını gösterir. Anlaşılan, tek başına karşısında duramadıkları bu yeni gücün sınırsız hakimiyetini, yandaş bularak azaltmışlardır. MÖ 540’tan itibaren Akhamenid Krallığı’na vergi ödeyen ve MÖ 480’de Kserkses’in Yunanistan işgali için başlattığı sefere 50 gemiyle katkıda bulunarak kimin yanında olduğunu açıkça gösteren Likya, bu dönemde Pers egemenliğindeydi. Herodotos, bu sefere katılan Likya askerlerinin göğüs ve bacak zırhı, kızılcık yaylar, kamıştan oklar ve mızraklar ile kama ve palalar kullandıklarını, omuzlarında postlar ve kuş tüyünden başlıkları bulunduğunu yazar. Bilinen en erken Pers hanedanı (dinastı) Kheziga’dır (MÖ 526-525). Bu hanedan, MÖ 526’dan MÖ 380’e kadar Ksanthos’un egemen ailesidir. Son hanedan Kherei (MÖ 410 – MÖ 390) ile birlikte Ksanthos, Likya üzerindeki söz sahipliğini yitirmeye başlar. Erbbina’nın (MÖ 390 - MÖ 380) atandığı Telmessos, batıda egemenlik merkezi olur. Pers egemenliğinde bazı Likya prensleri kendi adına sikke basmaya devam ederler. Kuprilii bunların içerisinde hanedanlığını en uzun sürdürendir. Bu prens, olasılıkla, Pers ordusuna yol gösteren Kybernikos olmalıdır. Takvimler MÖ 370-360’ı gösterdiğinde, Büyük Satrap Ayaklanması yaşanır. Likyalılar krala başkaldıran satraplarla aynı cephede yer alırlar. Bu arada Karia Satrabı Maussollos usta bir manevrayla kazanacak gücün yanında yer alır. Bu çıkarcı manevrası sayesinde Kral Artakserkses’ten Likya armağanı sözü alınır. Kimon’la birlikte Likya tarihi tekrar değişir. Attikalı komutan, Eurymedon Savaşı’nı kazanıp Karia ve Likya’yı Perslerin elinden alır ve Attika-Delos Deniz Birliğine katar. Tarih ilerledikçe – tüm güçsüz küçük bölgeler gibi - Likya’nın sahipleri sürekli değişmektedir. Ama Likya’nın durumu aslında değişmemektedir: Vergiler Persler’e değil, artık Yunanlılara verilmektedir. Bu dönemde değişen yönetim biçimidir: Kent meclisleri ortak kararların alındığı karar makamı rolünü egemen feodal güçlerden almıştı. Likya iki büyük egemen güç arasında sıkışmıştı. MÖ 449’da Kalias Barışı ile bu sıkışma biraz da bölünmeye dönmüştü: Artık Pers gemileri Gelidonya Burnu’na kadar ilerleyebiliyorlardı. Batı Anadolu kıyılarının işgali için kurulan Delos Deniz Birliğine ödenen vergilerin MÖ 446’dan itibaren kayıtları bulunmaktadır. Kimon aracılığıyla Birliğe dahil olan Likya’nın birlik üyeliği kısa ömürlü olur (MÖ 452-445). Zaten, Birlik üyeliği de ekonomik birlikten öteye gitmez. Peloponnes Savaşı’na katılmayarak bunu gösterir. Peloponnes Savaşı’nın giderlerini karşılamak için Likya’ya gelen Melesandros, Likya’da ölür. PERİKLE’NİN DÜŞÜ Atina’nın Sparta’ya karşı yenilgiye uğradığı Peloponnes Savaşı sonrasında artan birlikten ayrılma eğilimi nedeniyle Likya’yı cezalandırmaya gelen komutanın ölümüyle, Likya üzerindeki Atina etkisi MÖ 429’da kaybolur ve Delos Birliği de biter. Perslere ikinci kez egemenlik sırası gelmiştir. Likya tekrar Pers egemenliğine girer: MÖ 358’e kadar sürecek bu dönemde, Likya’da imar ve sanat yoğun bir süreç yaşar. Şaşırtıcı olan, Yunan ve Pers arasında sürekli el değiştiren Likya’nın bu baskı altında nasıl bu denli yüksek ve özgün bir sanat yarattığıdır. Çünkü sanatına bakıldığında, kattıklarının aldıklarından daha az olduğunu söylemek zordur. Bu sanatsal zenginliği yaratan olgu, belki de geliş gidiş zenginliğidir. Özgürlüğün güzelliği ve değeri zorluğundadır; kolay ele geçmeyişindedir. Çünkü bağımlı olan herkes, aynı zamanda tepedeki bağımsız azınlığın gücünü oluşturduğu için, özgürlüğün ve buna karşı durmanın yolları hep kanla çizilmiştir. Bu sonuçtandır, Tlos'un Ortaçağ beyine “Kanlı Ali Ağa” denmesinin nedeni. Beşkaza'ya ayrı emniyet atamak zorunda kalan Osmanlı yönetimine dek sürer bu zapt edilmezlik. Belki de sadece bu nedenle doğru olabilir, Atinalı İsokrates'in söyledikleri: "Persler hiçbir zaman Likya üzerinde sürekli egemen olamamıştır". Harpagos sonrası dönemin seramik bulgularının Pers geleneğinde görünmemesi nedeniyle, Likya’daki Pers varlığı hep azımsanmıştır. Perikle’nin, Pers Satrabı Arrtumpara'yı Ksanthos Vadisi’nden atmasıyla yerli egemenliği tekrar kazanılır. Ancak “yabancı” kimdir bilinmez; çünkü Mausollos'tan İskender'e ve Rodos'a kadar sık sık el değiştirir Likya. Ta ki, Likya Birliği sürecindeki ayrıcalıklı bağımsızlığa kadar… Likya’nın bağımsızlık savaşının ilk etkileyici lideri Perikle’dir. Karia Satrapı Mausollos’a karşı, dağınık Likya güçlerini bir araya getirerek verdiği savaşla Likya Birliği, hayallerini gerçeğe dönüştürmek isterse de, kaybeden taraftadır. Pers Kralı Artakserkses, Likya topraklarını ödül olarak işbirlikçisi Karia kralına verir. Artık dinastik (hanedanlık) düzenin sonu gelmiş ve Pers gücü çözülmüştür. KÜLTÜREL İŞGAL O kadar ki, İskender Likya’ya girdiğinde hemen hemen hiçbir önemli Pers direnişi ile karşılaşmadan kentlere sahip olmuştur. Büyük İskender, yandaşı Nearkhos’u atayarak eski satrap yönetim biçimini sürdürmüştür. İdari olarak bir yenilik getirilmemesine karşın, yarımadanın kültürü, bu yeni dönemde yeni değişiklikler yaşamıştır. Bunların en radikali kültürel işgaldir: İskender, Anadolu halklarına Eski Yunanca konuşma ve yazma zorunluluğunu getirmiştir. Ardılları da bu kültür politikasını sürdürmüştür. Küçük Asya’daki Hellenizasyon, İskender’in askeri işgaliyle değil, aslında dil ve yazı mecburiyeti getirmesiyle söz konusu olmuştur. Ve öylesine de kalıcı olmuştur ki, Roma Dönemi yazıtlarının çok büyük çoğunluğu da Latince değil, Eski Yunanca yazılmaya devam etmiştir. Anadolu’nun zengin geçmişinden gelen sanat tabanına eklenen Pers unsurlarına şimdi bir yenisi daha katılmıştır: Zenginleşme sürmektedir… Likya topraklarına yönelik egemenlik isteklerinin ardı arkası kesilmez; çünkü Ege ve Akdeniz’e sahip olmanın yolları, Likya limanlarından geçer. Dahası, Elmalı sedirleri ve çamlar diğer değerli ürünlerle birlikte Likya dağlarının vadilerinden sahile indirilip limanlardan sevk ediliyordu. Bu limanların güneydoğu Likya’daki en önemlilerinden ikisi, bugünkü Rhodiapolis’in bulunduğu bölgede Finike Limanı ve Melanippe (Karaöz) limanlarıydı. Rhodiapolis’in en yakınındaki önemli liman, Finike (Phonikus) idi. Ancak Melanippe ve Atrasas limanları da diğer pek çok liman gibi bölgeye hizmet vermekte ve trafik yanında zenginliği de arttırıcı unsurlar olarak önem taşımaktaydılar. Akdeniz sahillerinin en önemlileri ise Patara ve Andriake limanlarıydı. Limanlar zinciri ve doğu ile batısındaki limanlarla güçlü bağlantıları Likya’yı geniş bir egemenlik için vazgeçilmez kılmaktaydı. Likya sahillerinin egemenlik yolu olduğunu fark eden Büyük İskender, tüm Likya’ya egemen oldu. Artık Likya’nın kendi kendini yönetebilme şansı bitmişti. İskender’in Babil’de ölümünden (MÖ 323) sonra Likya topraklarına önce Makedonlar girer. Daha sonra 310’da Likya topraklarına giren Ptolemaioslar 309’da güçlü filosuyla önce Phaselis’i ardından da Likya’yı fetheder. Burada, Diodoros’un, Phaselis’i Likya’dan ayrı olarak anmış olması ilginçtir. MÖ 301’de de Lysimakhos egemen olur. Egemenlik sık sık el değiştirir: Likya MÖ 279-78’de Antiokhos I’in, MÖ 278-77’de Ptolemaios II. Philadelphos’un kontrolündedir. MÖ 197’de ise sırada Seleukoslar egemenliği vardır. Antiokhos III, Likya’nın özellikle de Myra, Andriake, Patara, Phaselis ve Limyra’nın alınması üzerinde durur. Çünkü bunlar en önemli limanlardır. Temeli ekonomiye dayalı bir memuri yönetim anlayışıyla Hellenistik Dönem Likya’sında aristokrasi yeniden güç kazanır. Suriye Kralı III. Antiokhos’un Anadolu’yu ele geçirme serüveni, MÖ 189’daki Magnesia Savaşı’nda yenilmesiyle son bulur. BAŞKALDIRIDAN BİRLİĞE Savaşın ardından imzalanan Apameia Barışı (MÖ 188) sonrasında Romalılar (Telmessos hariç) tüm Likya’yı Rodos’a armağan eder. Ancak, bu dönemde Likya’da büyüyen şiddetli hoşnutsuzluk, 22 yıl sürecek bir başkaldırı dönemini başlatır. Rodos Kongresi’nde Likyalılar, Rodos’a boyun eğmektense her şeye katlanacaklarını bildirmişlerdir. Anlaşılan bir eşya gibi armağan edilmiş olmak hoşlarına gitmemişti. Bunun bedelini Rodos’la yaptıkları ilk savaşı (MÖ 187) kaybederek öderler. Rodos’un Likya işgali karşısında da ilk kez MÖ 168/167’de Likya Birliği kurulmuş oldu. Bu dönemde Rodos’un Roma nezdinde gözden düşmesi ve topraklarını kaybetmesi ile düştüğü ekonomik çöküş Likya’nın palazlanmasına yol açtı. Rodos’la mücadeleler bitmez, 172’de Likya’yı tekrar bir yenilgi beklemektedir. Sonuçta Roma’nın Rodos politikasını değiştirmesi ve Likya’ya egemen olmak istemesiyle Likya’ya bağımsızlığı verilir. Bunun üzerine Likyalılar Roma Kapitol Tepesi’nde Jüpiter Tapınağı’na bir şükran anıtı armağan ederler. Böylece Likya’da Roma kontrolü başlar. Tarih, ilk birliği oluşturan Lysanias ve Eudomos isimlerini yazar. Likya Birliğiyle birlikte federatif yönetim dönemi başlamıştır. Birlik ve eyalet günlerinde, Likya en varsıl çağını yaşar. Kumluca sınırlarında bulunan Rhodiapolis, Korydalla, Olympos, İdebessos, Akalissos, Korma, Gagai, gibi yerleşimler de Likya Birliğinin üyesidirler. MÖ 3. yüzyılda tüm Akdeniz’e egemen olan Roma, Makedonya Krallığını da ortadan kaldırdıktan sonra artık tüm devletler Roma’ya bağlı hale gelmişti. MÖ 133’te Bergama Krallığı da Roma’ya devredilir ve böylece Roma’nın Anadolu’daki ilk eyaleti olan Asia Eyaleti kurulur. Anadolu’nun her bir yanı Roma eyaleti olurken Likya MS 43 yılına kadar bağımsızlığını sürdürür. Likya, Anadolu’da en son Roma eyaleti olan bölgedir. Gerçek bağımsızlık ise MÖ 81’de Sulla tarafından verilir ve Likya ilk kez “Hür Devlet” konumunu ancak kazanır. Bunu da Mithridates Savaşı’nda Roma’yı desteklemesiyle kazanmıştır. Anadolu’nun belki de ilk bağımsızlık savaşlarını veren Pontos Kralı Mithridates VI. Eupator MÖ 88-89’da Anadolu’nun büyük bölümünü egemenliği altına alır. Anadolu kentlerinin çoğu Pontos kralına isteyerek kapılarını açar. Hatta Efes gibi bazı kentlerde Mithridates’e yaranmak için Roma onuruna dikilen heykel ve anıtları yıkmışlardır. Likya gibi bazı özerk bölgelerdeki az sayıdaki bazı kentler ise, müttefik Roma gücüne sığınarak direnmekteydiler. Roma’nın Doğu Akdeniz’deki en büyük donanma gücü olan Rodos Adasıydı. Ancak Rodos tarihsel dersini iyi almış ve Mithridates’e karşı bayrak açmıştı. Rodos MÖ 88 yılındaki ada seferine karşı Likyalıların yardımıyla savunma hazırlıklarını yapmıştı. Likya’dan gönderilen Pataralı Artapatos’un oğlu Amiral Kreinolaos komutasındaki gücün ilk görevi, Mithridates’in yola çıktığı Kos Adası’nı gözetlemekti. Şiddetli savaş sürecinde, Rodos’un yüksek deniz yeteneğinden öte iki önemli olay Mithridates’in kaderini ve Rodos’un şansını belirlemişti. Bunlardan biri, krala yardıma gönderilen güçleri taşıyan nakliye gemilerinin Kaunos açıklarında fırtınaya yakalanması, diğeri ise kuşatmada saldırı kulesi dev sambukenin devrilmesi idi. Kuşatma gücü bırakıp Rodos’tan Likya’ya hareket eden Mithridates, Likya Birliği donanmasının bulunduğu, Birliğin başkenti Patara’ya hareket eder. Bu mücadelede Rodos’un yanında Mithridates’e karşı savaşan Likya, Roma tarafından, Sulla’nın zaferinden sonra “Roma’nın dostu ve müttefiki” olarak ödüllendirilir. MÖ 82’de Balbura, Bubon ve Oinoanda’nın birliğe katılması bu ödüllerden biridir. Nevzat ÇEVİK www.nevzatcevik.com.tr
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|