A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

‘Bunun adı kentsel dönüşüm değil kentsel yıkım’

Kategori Kategori: Söyleşi | Yorumlar 0 Yorum | 02 Haziran 2014 07:05:48

Fonda hüzünlü bir müzik, İstanbul’un keşmekeşi, trafik, korna sesleri, hızla çarpan bir kalp ve biri bize şunu soruyor: ‘Sizce bu bir yaşam olabilir mi?’ Bu bir belgeselin giriş repliği değil. Sorunun muhattabı da muhtemelen biz değiliz, zira bu soruya cevap verebilmek için cebimizde en az bir milyon dolarımızın olması lazım. Yatay ve dikey yaşam modelleriyle hayatın tadını çıkarmak isteyen, paralı vatandaşlarımız için seçeneklerimiz arasında Fikirtepe’den Brooklyn, Büyükçekmece’den Toskana, Maslak’tan Manhattan, Bayrampaşa’dan Venedik, Okmeydanı’ndan Şanzelize var! Gel vatandaş gel! 4 gün 3 gece değil, ömür boyu Venedik! Adalar’dan Brooklyn’i de göreceksin!

Reklam filmlerinde modern kentler vaad ediliyor bize, yeşili bolmuş, bulvarları genişmiş, hızlı tren geçiyormuş evimizin önünden. Helikopter pistleri, marinalar, deniz uçakları, her siteye bir AVM, bir ‘Square’. Sandalların yerini gondollar, kebapçıların yerini Uzakdoğu’nun en güzel mutfakları alacak. Sıcakla soğuk suyun bir türlü doğru bağlanamadığı memleketimde, Toskana tarzında tasarlanmış villalarımızın bahçesinde taşlanmış kot giyen arkadaşlarımızla sohbet ediyoruz. Elbette konu kot kumlama atölyelerinde çalışan işçilerin yakalandığı silikozis hastalığına gelmeyecek! Pazar sabahı geleneksel köy kahvesinde kahvaltımızı edip, akşamüstü de yatımıza atlayıp yengemlere çaya gideceğiz. Bunları ne Hong Kong’da, ne Dubai’de, ne Tokyo’da, ne de New York’ta göremeyeceğimiz söyleniyor. Neden acaba?

Şu akbillerimizi (pardon İstanbulcard) doldurduğumuz makinadaki kadının sesi geliyor kulağımıza: ‘Sadece kağıt para girişi yapın, sadece kağıt para girişi yapın!’ Filmin sonunu henüz kimse bilmiyor. Ya kafamızı İtalyan mimarisinden feyz alan taş duvarlara ya da Truman Show’daki gibi dekora vuracağız! Gazeteci, akademisyen Ayşe Çavdar’la bu janjanlı site isimleriyle bize vaad edilen hayatı, masum isimli apartmanlarımızdan sitelere taşınırsak ne kazanıp ne kaybedeceğimizi, kendi şehirlerimizi başka şehirlerin imgelerinin altına gömerek göstere göstere yürütülen soylulaştırma operasyonunu, patlaması muhtemel inşaat krizini, mahalle kültürümüzün nereye kaybolduğunu konuştuk.



Bize benzer insanlarla yaşamak

Masum apartman isimlerimiz vardı. Bir de en fazla, sitelerimize Gazeteciler Sitesi, Spor Sitesi derdik. Şimdi bu havalı site isimleri nerden başımıza çıktı?

O masum gibi görünen isimler, bugünün işaret fişekleriymiş meğerse. Bize hiç tuhaf olmayan şekillerde başlayan inşa süreçleriyle, kendileri normalleştikçe bildiğimiz hayatı anormalleştiren yapılara dönüştürdü siteler. Şimdi bu yeni isimler sözüm ona kendini tehdit altında hisseden üst orta sınıfın, ürküntülerini dünya standartlarına kavuşturma çabası kanaatimce.

Sitede yaşayanlara ‘Niye yapıyorsunuz böyle bir şey?’ diye sorduğunuz zaman size söyleyecekleri birkaç şey var: ‘Daha güvenli, daha planlı, hem “bize benzer” insanlarla yaşıyorum burada.’ Siteye para vererek satın aldıkları şeyler de bunlar. Bu arada sitelerin çoğu kaçak inşaattır ya da tanınmış inşaat haklarını ihlal ettikleri için plansızdırlar, sizi dışardaki tehlikelere karşı korur ama kapı komşunuz olabilecek bir seri katile karşı hiçbir şekilde işe yaramazlar, üstelik sürekli kendine benzer insanlarla haşırneşir olan insan aşırı sıkıntıdan ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Tüm bunlara rağmen insanlar niye buralara taşınır?

İşin aslı şu: Şehirden her türlü hizmeti esirgeyen devletin sevgili vatandaşı olmak için. Bir şehirde yaşayan herkesin sahip olması gereken altyapıyı kendileri için bir ayrıcalık olarak gördükleri için.

Mekan hafıza demektir



Yılların Fikirtepe’sine Brooklyn dendiği vakit, bu; yaşadığımız hayatları asilleştirmek ve kestirmeden bir sınıf atlama operasyonu mu?

O isimler ne kadar cafcaflıysa şehre karşı hem bu sitelere gidenlerin, hem bu siteleri inşa edenlerin, hem de o siteleri inşa edenlere zemin hazırlayan devletin suçu o kadar büyüktür. Birlikte şehri öldürür, kentsel mekanı bir lamekana (olmayan mekana ya da mekan olmayana) dönüştürürken bu tür isimlerle suçlarının üzerini örterler. Çünkü mekan hafıza demektir. O beton yığınlarında olmayan şeydir hafıza. İstediğiniz kadar reklam yapın, taklit çinilerle bezeyin, saçma sapan kimlikler uydurun, o mekanlar insanların birlikte ürettikleri yaşam alanları değiller.

Buralarda da bir hafıza oluşmayacak mı?

Elbet oluşacak, yani buralar da zamanla mekanlaşacaklar. Ama sürekli dillenen bir güvenlik ihtiyacı ile şekillenen bu mekanlardan nasıl bir hayır beklenir bilemiyorum. Hani eskiden ütopya diye bir şey vardı ya, düşü kurulmuş ama olmayacak yer demekti ütopya. Kanaatimce o sitelerde yaşayanların da, o siteleri yapanların ve bütün bunlara zemin hazırlayan devletin de düş kuracak cesaretleri yok. Yeni mekanlar düşleyecek hayal gücüne de sahip değiller. Şehrin orasına burasına dinamit gibi yerleştiriyorlar bu yapıları ve başka şehirlere ilişkin imajları da çaldıkları minarenin kılıfı olarak kullanıyorlar.

Başka şehirlerin isimlerini, markalarını almak ne işe yarıyor?

Kültürel anlamda alabildiğine içeriksiz bir toplumsal sermaye söz konusu, zaten bu yüzden başka şehirlerin cadde ve semt isimlerini alıp kendince bir toplumsal sermaye devşirmeye çalışıyor. Oysa gerçekte, yaşam bilgisi, beton sevgisine ve bağımlılığına indirgenmiş durumda bu alanlarda. Çok acıklı, çünkü kendilerinin çakması haline geliyorlar böylece. O siteler birer araf! Bu insanlar satın alınarak edinilemeyecek bir etik ve estetik olgunlukla, başka bir deyişle hep dahil olmak istedikleri ‘medeni’ cennetlerle, kendilerinde gördükleri ve asla aşamadıkları ‘değersizlik’ cehennemi arasında bir arafta yaşıyorlar. En muhafazakarlar, kendilerinden en çok kaçmak isteyenler. Başka bir şeye dönüşmek istedikçe, varoluşlarında hissettikleri değersizliği ele veriyorlar.

Rezidanslar yaşadığımız çağı ortaçağlaştırıyor




İtibar ve kredibileteyle süslenen bu yaşam rezidansları neyi yokedecek?

O rezidanslar ve siteler şehri yok ediyor. Çevreden merkeze doğru taşınarak yaşadığımız zamanı ortaçağlaştırıyorlar. İnşaat şirketleri, mesela Ağaoğlu da -ismiyle müsemma- bir derebeyine dönüşüyor bu çerçevede. Artık hayatlarımız bu ultra-modern, neoliberal feodallerin elinde. Hayatlarımızla ilgili her türlü kararı tek taraflı olarak onlar veriyorlar. Aidat adı altında haraca bağlıyorlar site sakinlerini. Eviniz sizin ama evinizin üzerinde olduğu toprak onların. Evinizi sırtınıza alıp taşıyamayacağına göre, ömrünüz oldukça bağımlı olacaksınız bu şirketlere. Yani kendi paranızla bağımlılık satın alıyorsunuz böylesi bir yaşam alanına yatırım yaptığınızda. Hayırlı olsun.

Bugüne kadar yaşanan ve içimize sindirdiğimiz mahalle kültürü nereye gidiyor yok mu oluyor?

Mahalle kültürü heterojen yapısıyla, her yaşam alanında var olan eşitsizlikleri yumuşatıyor, geçişkenliği kolaylaştırıyor ve dolayısıyla aslında hayatımızı içine doğduğumuz koşullardan başka yönlere evriltmemize imkan sağlıyordu. Elbette mükemmel değillerdi, ama namükemmel oluşları ile dönüşüme açıklardı. Sitelerin ve rezidansların sundukları yaşam ise sizi önce bir suçlu olarak görüp daha kendilerine temas ettiğiniz anda sınırlamaya ve o sınırları bedeninize, hareket alanınıza indirdikleri darbelerle acı bir şekilde hissetmenize uğraşıyorlar sürekli. Onları şikayet edebileceğiniz bir merci ise bulunmuyor. Sitelere yerleşen arkadaşlarıma şaşıyorum doğrusu. Kim hayatını ve itibarını bir Türk müteahhide emanet etmek ister ki…

Alçak binalardan yüksek binalara taşınan insanları nasıl bir hayat bekliyor?

Yüksek bina demek insani olandan kendini izole etmek ve bağımlılık demek. Örneğin elektriğe ve enerjiye bağımlısınız. 20′nci katta oturuyorsunuz, evinize geldiniz, elektrik kesik… Vallahi, hakettiniz, ne diyeyim? Bu yalnızca bir örnek, gerisini herkes hayal edebilir. Ayrıca, Türkiye gibi yasaların, yönetmeliklerin inşaat şirketleri tarafından hükümete yakınlıkları oranında esnetilebildiği bir deprem ülkesinde o kadar yüksek bir binada yaşayarak kendimi güvende hissedebileceğimi zannetmiyorum.

İstanbul’da tüm yolları Brooklyn’e çıkması madem dahiyane bir fikir, niçin Brooklynliler bir New Fikirtepe projesi üretmiyor? Ya da bizden bir semtse şayet, niçin İstanbul’da Kreuzberg evleri yok?

Türk dediğin şey, sürekli kendinden başka bir şey olmak isteyen tuhaf bir şey. Sürekli dönüşüm halinde ve dönüşümün hiçbir aşaması onu tatmin etmiyor. Onca şişinmesine rağmen kendinden o kadar rahatsız ki, ona değen, temas eden, içinden geçtiği her şey bir anda değersizleşiyor. Kreuzberg fazla Türk, Türkiye için. İşin ironisi bir yana, Kreuzberg olmaz, çünkü Kreuzberg Berlin’de bir dışlanma mekanıydı. En uzun süre dışlanmışlar fırsat bulur bulmaz Kreuzberg’den kaçtılar. Böylece Kreuzberg’in dönüşümünden hasıl olacak uzun vadeli faydayı da elden kaçırmış oldular. Fikirtepe’de de aynı şey olacak. Bir dışlanma mekanı olduğu için insanlar ilk fırsatta kaçıyorlar oradan. Fikirtepe’nin oluşturacağı rantı da elden kaçırmış oluyorlar böylece.

Kentler hep böyle mi dönüşür? Bu mudur işin raconu, varolanı yok ettiğini anladık da koca bir geçmişi yok saymak… O nasıl olacak?

Kentler her dönemde başka şekillerde dönüştüler. Kentsel dönüşümün her dönemde ve coğrafyada geçerli bir kuralı yok. Ama kural olarak bütün kentlerin bir şekilde dönüştüklerini, dönüşemeyen kentlerin ortadan kalktıklarını biliyoruz. İşin kötü tarafı ben bu ülkede “kentsel dönüşüm” dediğimiz şeyin dönüşüm olduğunu düşünmüyorum. Bunun adı kentsel yıkım, yapılan her şey kentsel mekana karşı işlenmiş bir suç niteliğinde. Kentsel mekanı, üzerinde hayat bulan insan ve doğa varlığından ve etkinliğinden koparmak o kenti bir ucubeye dönüştürmek demektir. Çok uzak olmayan bir gelecekte, muhtemelen deprem sonrasında İstanbul’un dünyanın en çok yatırım yapılmış harabelerinden birine dönüşeceğini düşünüyorum. Çünkü geri dönüşü olmayan o yola gireli çok oldu. Bunun günahı vebali kimin üzerine, varsın buna tarih karar versin.
Satamadığınız inşaatın altında kalırsınız

İnşaat krizine gelelim. 17 Aralık operasyonunda ilk duyduğumuz isimler Ali Ağaoğlu, Erdoğan Bayraktar, Fatih Belediyesi’ydi. Ve aslında inşaatçılığa dair bir kriz işaretiydi. Şimdi bu insanlar aklandı, paklandı. Lakin kimi araştırmalara göre İstanbul’da 400 bin konut fazlası var. İnşaat krizinin altında kim kalır, kimler yine yara almadan çıkar?

Satılamayan konut sayısının 600 bini bulduğu söyleniyor. Ama tabii her şeyi bilen devletimiz bu konuda güvenilir bir istatistik yayınlamayı düşünmüyor bile. İnşaat krizinin altında hepimiz kalırız. Sadece biz de değil, Türkiye’ye bir şekilde yatırım yapmış herkes kalır. Çünkü şu anda inşaat demek Türkiye demek, inşaat krizi demek de Türkiye’nin uzun soluklu bir krize girmesi demek. Çünkü inşaat krizi başka krizlere benzemez. Satamadığınız inşaatın altında kalırsınız. Satamadığınız müddetçe de çıkamazsınız oradan. Hadi bu inşaatları yıkalım desek, inşa maliyetinin neredeyse 1.5 katı kadar bir maliyet çıkar karşımıza. Bu yüzden Allah gecinden versin, ama galiba korkunun ecele faydası yok. Zaten bizi AKP’nin neden olduğu bu inşaat krizinden bir tek Allah koruyabilir, bu konuda hükümetin tedbir almayı akletmesi bir manda sürüsünün topluca ağaç dallarında yaşamaya karar vermesi kadar olasılık dahilinde görünüyor…

Ayşe Çavdar kimdir?

Ayşe Çavdar, gazeteci ve akademisyen. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde, yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yaptı. 1992 yılından itibaren Yeni Şafak, Ülke, Yeni Yüzyıl, Nokta, Atlas, Aktüel gibi yayınlarda muhabir ve editör olarak çalıştı. “Müslüman Ailenin Mahalleden Siteye Taşınma Macerası” başlığını taşıyan doktora tezini Avrupa Viadrina Üniversitesi’nde Kültürel Antropoloji dalında hazırladı, sundu, bitirdi. Halen Kurtuluş’ta oturuyor.

Kaynak : ELİF KEY | diken.com.tr

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git