|
54 mezunları, kuru fasulye pilava buyrunKategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 19 Mayıs 2014 04:36:24 Taksi 54 mezunlarının geleneksel kuru fasulye pilav partisine doğru ilerlerken, İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka yapısı tarihi görkemiyle sağ yanımızda kalıyor. Sosyal Tesisler’in merdivenlerinin önünde iniyoruz. Güneşli, güzel bir gün. Kapıdan girince biraz ileride beyaz bir levha... Ok üst katı işaret ediyor: İTÜ İnşaat Fakültesi 1954 mezunları yemeği.
Facebook diye bir olgunun çıkıp, eski dostları buluşturmasından çok önceydi babamın dönem arkadaşlarının ilk kez bir araya gelişleri. Facebook ve diğer kitle iletişim araçlarının akıllara getirmesiyle gerçekleştirilen teknoloji destekli toplantılardan, yemeklerden çok önce. Yemeğin verileceği salona doğru merdivenleri çıkarken, anımsayamadığım ilk buluşma tarihini babama soruyorum. Evet, çok zaman önceymiş... 1979... Üniversiteyi bitirişlerinin yirmi beşinci yıldönümüymüş ve içlerinden bir arkadaşlarının, Enka Holding yönetim kurulu başkanı Şarık Tara’nın girişimleriyle Çeşme’de bir otelde eşleriyle birlikte birkaç günlük tatil için bir araya gelmişler ilk kez. Ondan sonra her yaz sonunda Güney’de değişik yerlerde toplanmayı sürdürmüşler. Bu toplantılar dünyanın her köşesindeki İnşaat Fakültesi 1954 mezunlarına duyuruluyor, yalnızca yurt içinden değil, Amerika’dan, Almanya’dan ve başka ülkelerden katılanlar oluyormuş. Bu yetmemişti 54 mezunlarına... İstanbul’da yaşayanlar kuru fasulye pilav partisini başlatmışlardı. Ayda bir gün Taşkışla’da, Maslak’ta ya da Maçka’da bir araya gelip kuru fasulye, pilav, salata ve irmik helvasından oluşan öğle yemeğini hep birlikte yiyorlar, sohbet ediyorlardı. Çoğu zaman içlerinden biri, kendi ilgi alanına giren herhangi bir konuda bir sunum hazırlıyor, yemekten önce konuşmasını yapıyor, konuyu tartışmaya açıyordu. Yalnızca üç tanesi kız, 175 kişiymişler 54 mezunları. Mühendisliğin gerçekten mühendislik olduğu bir zaman diliminde eğitim almış, değişik yaşamlara atılmış 175 genç inşaat mühendisi ... İçlerinde üç yürekli genç kadın... Aynı yıllarda doğup büyüyen belirli sayıda kişinin yaşamını, çocukluk yıllarından başlayarak gözlemleyen, yıllar boyu aldıkları kararları, yapıp ettiklerini, yaşamlarının aldığı yönü anlatan belgeselleri hep sevmişimdir. Lisenin ilk yılındaydı sanıyorum, bugün özellikle ‘çok satan’ kitapların bol bol kullandığı bu konu henüz böylesine moda olmadan önce, şimdi adını anımsayamadığım bir roman okumuştum. Beş, altı liseli arkadaşın birbirinden çok farklı yaşamlarını ve yıllar sonra bir araya gelişlerini anlatıyordu. Okurken arkadaşlarımı ve kendimi düşünmüştüm. Henüz on beş ya da on altı yaşlarındaydık. Bizi birbirinden değişik yaşamların beklediğini çok iyi biliyorduk ama bunu bildiğimizin farkında bile olmadığımızı şimdi görebiliyorum. Mutlu olacaktık canım, daha ötesi yoktu... Gençliğin umut doluluğuyla, iyimserliğiyle, hayalciliğiyle başka bir şey beklemek olanaksızdı. Ötesi yoktu, mutlu olacaktık da, öyle ya, en azından hepimiz farklı bir yaşamda mutluluğu bulacaktık. Yaşam herkes için değişik bir serüvendi ve bu serüvende yol alırken, arada bir durup bakınmak, düşünmek, yaşadıklarımızı birlikte yola çıktığımız kişilerle paylaşmak güzeldi. 54 mezunlarının düzenli olarak bir araya gelişlerini belki de bu nedenle seviyordum. Düşünüyorum... Bu kadar yıldan sonra, belki de eskileri konuşmayı bitirmişledir artık diyorum kendi kendime, ama hayır, asla tam olarak bitmez bu. 1940’ların sonlarında bir zaman, onları rastlantıyla buluşturmuş... Bir ucu, bu zaman diliminde asılı kalmış bir bağ var aralarında. Aynı fakülte koridorlarında yürümüş, aynı amfi sıralarında oturmuş, aynı profesörlerden ders dinlemiş, notları, kitapları paylaşmış olmak... Birbirine benzer hayalleri, beklentileri, tasaları paylaşmış olmak... Bu çok güçlü bir bağ aslında. Ve bu bağı hala bırakmamış olmak yalnızca onların yaşamını, bir birey olarak her birinin tek tek yaşamını değil, yaşam olgusunu, yaşamın ta kendisini zenginleştiren bir şey bence. Birbirlerini biz çocuklarının asla tanıyamayacağı haliyle tanıyan bu erkekler, kadınlar bizim bilmediğimiz bir dünyayı paylaşıyorlar. Yaşam o zaman onlar için nasıldı, biz bilmiyoruz. Babamız ya da annemiz olmadan önceki o kişiyi, bizim tanımadığımız o insanı tanıyor bu salondakiler. Toplantıdan birkaç gün sonra, bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Yakın bir akrabasının babamın sınıf arkadaşı olduğunu öğreniyorum. Akrabasının, babamdan söz ederken “Çok iyi çocuktur.” dediğini anlatıyor. ‘Çocuk’ sözcüğünü kullanması ne ilginç... Ya da aslında hiç ilginç değil... Kendi deneyimlerimizden de bilmiyor muyuz, orta yaşı çoktan geçmiş olsak da, eski arkadaşlarımızla buluştuğumuzda aslında hep o genç yüzleri görür gibi oluyoruz karşımızda. Bir dahaki toplantının planları yapılıyor herkes dağılmadan önce. Mayıs sonuna doğru tüm mezunlara plaketlerin verileceği büyük bir 60’ıncı yıl yemeği düzenlenecek. Bir de kitap hazırlanacak mezunları ve ailelerini tanıtan, anılara, fotoğraflara yer veren, daha önce basılmış olan 25’inci, 30’uncu yıl kitaplarından daha geniş kapsamlı ve güncellenmiş olan. O gün orada, hepsi nazik, hepsi kültürlü, hepsi yaşam deneyimiyle yüklü, Türkiye’nin neredeyse her ilinde üniversite açılıp, ülke mühendislerle dolup taşmadan önceki yıllarda eğitim almış, Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde çalışmış, hepsi değerli 1954 mezunlarını tanıdım. Çıkınca Maçka’dan teleferiğe binip Taşkışla’da iniyoruz. İlk kez yapıyorum bu kısa yolculuğu. Çok keyifli... İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla yerleşkesi, tadilat nedeniyle çevresi iskelelerle sarılmış bile olsa bir başka görkemli tarihi yapı... Bu yazı, İTÜ İnşaat Fakültesi 1954 mezunlarına bir saygı duruşudur.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|