Bir yerin yerlisi nasıl olunur? Öyle kolay bir iş midir bir yerin yerlisi olmak? Orada doğmuş olmayı mı gerektirir, yoksa belli bir zaman, kimi desin on yıl, başkası desin yirmi yıl, yaşamış olmayı mı? İstanbul’da bir gün taksi beklerken ve herkes yanaşan taksilere doğru atlayıp zıplıyorken...
Neredeyse, kendinden başka kimseyi düşünmeyen bencil bir çocuk gibi önce ben, önce ben diye bağırmamak için kendini zor tutarak birbirinin önüne geçmeye çalışıyorken... Ötekileri saf dışı bırakmak için biraz daha, hadi azcık daha diyerek ilerleyip, Kadıköy’e gidecek taksi yi yakalamak için Bostancı’ya yaklaşıyorken...
Taksi durağı değil burası. Sıra yok... Yalnızca arada bir boş geçen taksiler ve başkalarının da taksi beklediğine hiç mi hiç aldırmayan insanlar var.
Yanı başımda duran yaşlı kadın söylendi. “Ben yüz yıllık İstanbulluyum, böyle miydi İstanbul’umuz, dışardan gelenler ne hale çevirdiler?”
Yetmiş yaşlarında gösteriyordu, şaka yapar bir hali de yoktu. Anlaşılan, annesi babası otuz yıllık İstanbulluydu. Peki, annesinin babasının kendini yerli hissetmeye ve şikayet etmeye hakkı olmayacaktı da, onun var mıydı?
Yoksa, anneannemin, özellikle yaşamının sonraki yıllarında, tanıştığı herkese fırsatını bulur bulmaz mutlaka soruverdiği, memleket neresi sorusuyla mı belli oluyordu bir yerin yerlisi olunup olunmadığı...
Aslında herkes bir yerli ama o yerin yerlisi olduğu kadar yaşadığı yerin de yerlisi.
İstanbul’un ve Sydney’in yerlisi olmuş ‘ben’ler beraberce yürüyorduk.
Kazım Özalp sokağının sahil yoluyla birleştiği yere vardığımda, karşıdan bana doğru yaklaşan genç bir kadın “Afedersiniz, caddeye nerden çıkabilirim?” diye sordu.
Geldiğim sokağı gösterdim, “Bu yoldan gidin, caddeye çıkacaksınız.”
Ardından, “Kadıköy’e gitmek için caddenin hangi yanından minübüse binmem lazım?” sorusu geldi. Yanıtladım.
Sahil yolunda bir süre yürüdükten sonra karşıya geçmek için kırmızı ışıkta beklerken, bir araba durdu önümde bu kez. Sürücüsü kadın camı açıp seslendi. “Bağdat caddesindeki Divan pastanesine nasıl gidebilirim acaba?”
Uzun yıllardır İstanbul dışında yaşıyor olup da, bütün bu yıllar boyunca yalnızca sayılı zamanlar için İstanbul’a gelmiş olan ‘İstanbullu ben’in kendini iyi hissetmesi için çok güzel bir gündü doğrusu. İstanbul’un ‘yerlisi’ olan (olduğunu tahmin ettiğim) iki kişi yol sormuştu ‘İstanbul’un yerlisi olayan ben’e. Hoş bir duyguydu bu.
***
İyi niyetli bir gülümsemeyle “hi” diyen genç kasiyer çocuk paketleri kasadan geçirip, yanımda götürdüğüm geri dönüşümlü torbalara düzgünce yerleştirmeyi sürdürürken, “Kıymayı ve etleri direkt buraya mı koyayım, yoksa naylon poşetlere koymamı mı istersiniz?” diye sordu.
Havadan sudan muhabbeti sürdürdü. “Gününüz nasıl geçti bugün? Yoğun muydu?”
Avustralya’ya hoşgeldin dedim kendi kendime... Bu kez yol sorulmadı (Sydney’de kim kime yol sorar ki) ama işte kasadaki genç çocuktan ‘Sydneyli ben’e kendini yerli hissettiren çok tanıdık bir davranıştı bu.
Paketler torbalara yerleştirilirken ayak üstü çene çalmak...
Migros’un çalışanlarına da söz yok, bu delikanlı kadar olmasa da onlar da güler yüzlüler, bir yandan para ödemeye çalışıp bir yandan paketleri poşetlere yerleştirmeye çalışmak derdi olmasa Migros fena sayılmaz. (Sırası gelmişken değineyim: Paketlerin poşetlere yerleştirilmesini neden kasa çalışanlarının üstlenmediğini anlamış değilim, bu onların işini çok fazla değiştirmeyecektir ama müşteriyi son derece rahatlatacaktır.)
Alışveriş bittiğinde, “Have a nice rest of the day” deyip, günün geri kalan kısmı için iyi günler dilemeyi de aksatmadı delikanlı.
Müşteriye nasıl davranılacağı üzerine eğitimden geçmiş de olsalar, bu güler yüzün, bu konuşkanlığın tek nedeni bu değil. Asıl neden, yaşamayı, insanları seviyor olmak. Bıkkın, küskün olmamak. Bir merhabanın ardından konuşmadan işini yapan da çok elbette. Herkesin böylesine neşeli ve konuşkan olması gerekmiyor, önemli olan, neşeli ve dostça çene çalan bir kasiyerin varlığının olağan dışı sayılmaması. Karşılaşınca insanı şaşırtmaması. Şaşırtacak kadar az olmaması.
Bir yerin yerlisi olmaya gelince... Bu öyle, doğum yeri, yaşanılan süre gibi kesin yanıtları olan bir şey değil. Bu bir duygu... Gelir de gider de... Bazen bir yerin yerlisi olursunuz, bazen ötekinin. Üstelik, bazen yerli olmak güzeldir, bazen de yabancı...
Bir yere ait hissetmenin herkez icin degisik olculeri olabilir. Bence en onemli olculerden biri bulundugun yerin sanat, kultur ve siyasal hayatinin icinde olmak onemli bir olcu olmali. Bu arada Mogros'''''''' da calisanlarin paketleri posetlere yerlestirmemelerinin nedeni ''''''''''''''''zaman paradir'''''''''''''''' o isle musteri ugrassinki oda bir sonraki musteriye servise baslasin, sizde yarattigi rahatsizlik onlarin sorunu degil. oyuzdende ben paketlerimi yerlestirmeden parayi odemem ve Aldi den alis veris yapmam. Klavyenize saglik sevgiler.