|
Viyadüklerde trenlerKategori: Günün içinden notlar | 4 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 29 Ocak 2014 05:54:03 Çin’de son birkaç gündür milyonlarca kişi tren istasyonlarını, otobüs garlarını dolduruyor. Herkesin düşüncesi, dileği, hedefi ortak şu anda. Çin takvimine göre yeni yıla girerken, yılbaşı yemeğini ailesiyle birlikte yiyebilmek. Bu, yeryüzünün en büyük göçü. Her yıl tekrarlanıyor. Hep birlikte, aynı anda.
Bütün bir yıl bunun beklentisiyle, hayaliyle yaşanmış. Şimdi orada olmalılar. Evlerinde. O tek bir yemeği, yılbaşı yemeğini aileleriyle birlikte yemek için köylerinde olmalılar. Bunu da yapamazlarsa ne anlamı var her şeyin? Diktikleri şu on binlerce pantolonun, fabrikanın orasına burasına yığılmış bu öbek öbek gri siyah pantolonun ne anlamı var? Peki ya, her bir makinede bir parçasını birleştirdikleri bu polyester ya da polyester pamuklu karışımı kumaşların? Çizgili, kareli, düz renk gömlek yığınlarının? Batı ülkelerinin erkekleri eski pantolonlarıyla, eski gömlekleriyle yetinsinler biraz. Amerika’nın, Avustralya’nın, Avrupa’nın ofislerde çalışan adamları... Müdürleri memurları... İkinci el araba satıcıları... Bekleyiversinler. Çinli işçiler fabrikaları bırakıp evlerine koşacaklar şimdi. Yoksa ne anlamı var yıl boyunca daracık, izbe odalarda küçük ocaklarda zorlukla pişirilen, sessizce yenen yemeklerin? Sıkışık sert yataklarda rahatsız uykuların, düşüncelerle endişelerle bir olmuş uykusuzlukların? Makine başında geçirilen uzun, upuzun saatlerin, yorgun, kanlanmış gözlerin? Özlemlerin, uzun menzil telefon konuşmalarının ne anlamı var? Çin yeni yılı geldi, ülkenin en önemli bayram tatili başlamak üzere. Eve Giden Son Tren adlı belgeseli rafta bulup ikinci kez seyrettim. İlk kez duyduğumda şaşkınlıkla dinlediğim göçü anlatıyor film. Kırsal yörelerdeki evlerinden ayrılıp endüstrileşmiş şehirlere çalışmaya giden yüz altmış milyon göçmen işçi var Çin’de. Bunların hepsi değilse de çoğu, yüz otuz milyon kadarı Çin yeni yıl tatili için yollara düşüyor her yıl. Ülkenin dört yanı demir yollarıyla birbirine bağlanmış olduğundan çoğunlukla trenle ya da otobüs ve tren bağlantısıyla yapılıyor yolculuk. Filmi izliyorum. Olağanüstü bir gösteri bu. İnsanın içini acıtan... Sırtlarında yükleri, ellerinde valizleriyle trenlere koşan, içeri girmek, oturacak yer bulmak için birbiriyle yarışan çılgınca kalabalık. Tren biletini bulabilmek, alabilmek... Armağanlar, paketler, yüklerle birlikte trenlere doluşmak...Bir yere sıkışıp oturmak... Karmaşa, her yerde her şeyde karmaşa. Bir de hem umut, hem umutsuzluk. Yönetmen Lixin Fan, belgeseli çekerken Zhangs çiftiyle beraber üç yıl üstüste bu yolculuğu yapıyor. Zhangs çifti on altı yıl önce köylerini ve yeni doğmuş kızlarını büyükanneye bırakıp kilometrelerce uzaktaki şehirlerden birine çalışmaya gitmişler. Daha sonra bir de oğulları olmuş. On, on bir yaşlarındaki oğullarını ve artık büyümüş, on altı yaşına gelmiş kızlarını yılda yalnızca bir kez, yılbaşı tatilinde görüyorlar. Yaptıkları her şeyin çocuklarının iyiliği için olduğunu olduğunu düşünüyor Zhangs’lar ve en büyük istekleri, belki de tek dilekleri onların okuyup kendilerini kurtarmaları. Düşünceleri öylesine buna yoğunlaşmış ki, yıl içindeki telefon konuşmalarında da, her yıl bayram tatilinde beraber olduklarında da, çocuklarıyla en çok, neredeyse tek konuştukları konu derslerinin nasıl gittiği, karnedeki notlarının nasıl olduğu. Getirdikleri birkaç armağan ve karnedeki notlar dışında çocuklarıyla paylaştıkları hiç bir parçası yok yaşamın. Büyüdükçe asileşen, annesini onları bırakıp gitmekle suçlayan genç kız okulu bırakıp, aynı kendileri gibi göçmen işçi olduğunda, bir başka şehirdeki fabrikada çalışmaya başladığında karı kocanın, aslında daha çok kadının, annenin kendini sorgulaması başlıyor. Film çarpıcı. Çin’deki göçmen işçilik, neler getirdiği, neler götürdüğü, zorunluluklar, korkular, hayaller arasında sıkışıp kalmış göçmen işçilerin yaşamları, aldıkları yaralar çok etkileyici bir şekilde anlatılmış. Bu büyük göçü ilk kez birkaç yıl önceki Çin gezisinde duymuştum. Genç Çinli kadın kuaför elinin yeni değdiği belli olan, kısa kesilmiş saçını düzeltiyordu. Kolları yakası fistolu, ikinci el giysiler satan bir dükkandan alınmış gibi dursa da öyle olmadığına emin olduğum bir elbise vardı üzerinde. Buralarda moda, dünyanın başka yerlerindekiyle (ya da en azından benim bildiğim yerlerle) aynı olmayabiliyordu, fark etmiştim. Modası geçmiş izlenimi verse de öyle değildi. Genç kadının kendini şık hissettiği davranışlarından belli oluyordu zaten. “Yeni yıl bayramını zor bekliyorum,” demişti. “Yangzou’ya ailemi görmeye gideceğim. Kardeşimle beraber gideceğiz. O da burada, bu şehirde çalışıyor.” Rehberimizin arkadaşıydı bu kadın. Beni yerli halkın alışveriş ettiği pazar yerine götürdüğünde kadının çalıştığı hediyelik eşya mağazasına da uğramıştık. Rehber o zaman açıklamış, Çin yeni yıl bayramında akın akın doğup büyüdükleri yerlere giden göçmen işçileri anlatmıştı. Böylece öğrendim Sydney’de ışıklar, renkler, ejderhalar, yılanlarla dolu geçit törenleriyle ve fener festivalleriyle kutlanan Çin yeni yıl bayramında, milyonlarca işçinin evlerine doğru yola döküldüğünü. Bu süslü genç kadın belgeseldeki yoksul giyimli, yüzü çökmüş anneye benzemiyordu ama göçmen çalışanlar hep aynı olacak değildi ya. İşte o da yeni yıl tatilinde evine gitme hayalleri kuruyordu. Belki de, tatilden döner dönmez başlıyordu bir sonraki yılın yılbaşı tatilinin düşü. Çalışıyorlar, yemek yiyorlar, uyuyorlar, uyanıyorlar hep bu düşle yaşıyorlardı. Kimi ihtiyar annesini babasını kucaklayacaktı. Kimi Zhangs çifti gibi çocuğuna kavuşacaktı. Kim bilir ne çok anne, baba çocuklarını büyükanne büyükbabayla köyde bırakıp şehirlere gitmişti çalışmaya. Tanıdık geliyor bütün bunlar değil mi? Almanya’daki Türk işçileri de bazen çocuklarını anneanne, babaanne, dedeyle bırakıp gitmediler mi? Bütün yıl, Türkiye’ye geldikleri o birkaç haftalık iznin hayaliyle yaşamadılar mı? Her yaz belki bir Mercedes’e, belki bir başka Avrupa yapımı arabaya doluşup köylerine, kasabalarına, ailelerine koşmadılar mı? Yaz sokaklarında park etmiş Avrupa plakalı arabalar ve Almanya’daki gurbetçiler... Karlar arasında ilerleyen trenler ve Çinli göçmen işçiler... Viyadüklerde upuzun trenler Çinli göçmen işçileri anımsatıyor bana artık.
YorumlarAli Cevat Güven
{ 04 Şubat 2014 12:02:15 }
1850 de Sanayi devrimiyle beraber köyden şehirlere bu göçler başladı. bizde daha sonra da olsa bütün dünya senin yazdığın Çinlilerin bu hayatını yaşıyor. Özlemler sıkıntılar devam edip gidiyor. Esas olan birbirimize olan sevginin yaşamasıdır. Bu devam ettikçe her zorluk güzeldir.
deniz
{ 31 Ocak 2014 08:35:06 }
biz çinlileri ve çin'i hiç tanımıyoruz aslında. bu yazıyla onların da bizler gibi kederleri, hüzünleri, özlemleri, sorunları olan insanlar olduğunu, birer üretim makinası olmadığı görmek çok güzel.
teşekkürler, saba. nedret ziyalan
{ 30 Ocak 2014 10:12:09 }
Saba`cim yuregine,kalemine saglik
Ebru Guven
{ 29 Ocak 2014 09:56:35 }
Çok güzel anlatmışsın Saba, kutluyorum.
Diğer Sayfalar: 1.
|
| Tüm Yazarlar |
|