|
75 yıl sonra - 6.BölümKategori: 75 yıl sonra | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 30 Kasım 2013 10:35:12 Daha Osmanlı'nın Avrupa yı kasıp kavurup haraca bağladığı zamanlarda Osmanlı geliyor değil, Türkler geliyor denerek korkulurdu. İronik olan şudur ki "Osmanlı geliyor" sözü çoğu Türk olan Anadolu halkı tarafından Osmanlı’nın yine ya haraç ya asker almaya geldiğini ifade etmek için kullanılırdı. Osmanlı'nın gözünde ise Türk "etrak-ı bi idrak" yâni idrakten, anlayıştan yoksun Türkler'di.
Aynı yıllarda seçimle Almanya’nın başına geçen Adolf Hitler Ari ırktan, Almanların üstün ırk olduğundan, Yahudilerin, Slavların, Çingenelerin aşağı ırklardan olduğunu kürsülerde bas bas bağırarak söylerken Atatürk’ün Türk tanımına bakalım: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)” Hitler Alman olmakla, Ari ırkından olmakla övünmek gerektiğini söylerken ve o günlerde ırk bugünkü olumsuz anlamını taşımıyorken bile Atatürk “Ne mutlu Türk’üm olana değil, Türk’üm diyene” diyor. Atatürk İlkeleri ATATÜRK'ÜN KENDİ İFADESİYLE İLKELERİNİN TANIMI I.TEMEL İLKELER 1. Cumhuriyetçilik: Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924) Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933) Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925) Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925) 2. Milliyetçilik: Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930). Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932). Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923) 3. Halkçılık: İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921). Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921). Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923) 4. Devletçilik: Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936). Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930). Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937) 5. Lâiklik: Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930). Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930). Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926) 6. Devrimcilik: Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925) Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925) IL BÜTÜNLEYİCİ İLKELER: 1. Millî Egemenlik: Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923). Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923) 2. Millî Bağımsızlık: Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921). Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923) 3. Millî Birlik ve Beraberlik: Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919) Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936) Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919) 4. Yurtta Barış Dünyada Barış: Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz. (1931). Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933). Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938) 5. Çağdaşlaşma: Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925). Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926) 6. Bilimsellik ve Akılcılık: a) Bilimsellik: 7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi: İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931). Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936) Atatürk’ün Meclis’te yaptığı son konuşmayı dinleyelim Konuşmamı dincilerin sitesinden alıntı yaptığım bir video ile bitirmek istiyorum. Atatürk’ün el yazmalarından alındığı söyleniyor ve Atatürk’ü kötülemek için yapılmış. Ne denli doğru olduğunu bilmiyorum ama dinleyince benim saygım daha da arttı. Önünde saygı ve minnetle eğiliyorum. Araştırmacıların isimlerine bakıldığında bunların ne ölçüde doğru olduğu belki tartışma götürür. Ancak şu alıntı sanırım su götürmez: Atatürk'ün tarihçi Afet İnan'a kendi el yazılarıyla teslim ettiği "Medeni Bilgiler" kitabından bir bölüm. MUHAMMED'İN VAHİY İDDİASI Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur. Vahiy insanda fikir olarak doğmaz ve bir insan hiç bir şekilde vahiy almaya karar veremez. Bir insanın kendisinde vahiy fikrinin doğması, ancak çevresine böyle bir telkinde bulunarak insanlar üzerinde etki sağlamaya çalışması fikrine kapılması şeklinde açıklanabilir. Burada da Muhammed’in aynı kavram içinde bulunduğu çok açık bir şekilde belirtilmektedir. Tenha yerlere çekilerek, yıllarca tefekkürden kastedilen Hira dağında geçirdiği zamandır. Vahiy ilham fikri Muhammed’den evvel de Araplarca meçhul değildi. Bütün iptidai kavimler gibi, Araplar da, şairlerin akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvetler Araplar için cinlerdi. Cinler güya, kahinlere gaipten haber vermek kudretini ilham ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır. Araplar şairleri bir kahin gibi telakki ederlerdi. Muhammed’in Musa, İsa, dinlerine dair öğrendikleri de, kendisinde bu itikadı kuvvetlendirmiştir. Bu peygamberler de melekler vasıtası ile ilham aldıklarını söylemişlerdi. Muhammed, uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu. Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi. Muhammed’i harekete getiren ilk amil bu samimi heyecanlar olmuştur." -Mustafa Kemal ATATÜRK / Medeni Bilgiler Hepinize sevgiler, saygılar.
YorumlarNecmi
{ 02 Aralık 2013 05:59:25 }
Gun Hoca:
Diğer Sayfalar: 1. Sahane bir Toparlama yurekten kutluyorum sizi. Her Turk'um diyebilenin mutlaka ama mutlaka okumasi ve izlemesi gereken bir tarih ozetlemesi Abartmiyorum!Sadece Turk'um diyebileninlerin degil,butun dunya insan'larinin bilmesi gereken bir belgesel yapit. Eline saglik. ANCAK!! Sizinde bildiginiz gibi (AYORUM)un bu guzelim belgesel icin yeterli oldugunu zannetmiyorum. Kac kisi okuyor onu ben bilmiyorum.Sadece umit ediyorum'ki cok gec olmadan bu belgeselin butunTurk medyalarina yansitilmasi. Sevgilerimle Necmi Bozkurt
|
| Tüm Yazarlar |
|