|
75 yıl sonra - 4.BölümKategori: 75 yıl sonra | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 28 Kasım 2013 06:24:59 Ve birkaç ay sonra Ankara’da ilk TBMM toplanıyor. 337 milletvekili ile 23 Nisan 1920’de toplanan meclis her konuda tek yetkili ilan ediliyor. 10 Eylül 1920’de Baku’da Türkiye Komünist Partisi I. Kongresi yapılıyor ve Mustafa Suphi Başkan seçiliyor. Baku’de Enver Paşa’yı savaş suçlusu ve Ermeni tehcirinden ve Sarıkamış faciasından sorumlu görerek “Kurultaya değil halk mahkemesine!” sloganı attırıyor.
Daha sonra 14 yoldaşıyla birlikte Anadolu’ya geçip Kuvayı Milliye’ye katılıyor. Erzurum’da aradıkları desteği bulamayan komünistler Trabzon’dan gemiye biniyorlar ve 28 Ocak 1921’de İttihatçı olduğu bilinen Yahya Kahya ve adamları tarafından öldürülüyorlar. Bundan Atatürk’ü sorumlu tutanlar az değil. Meclis zabıtları incelendiğinde görülecektir ki İttihatçı vekiller, hükümeti ve Kazım Karabekir’i komünistleri kollamakla suçlamaktadır. Komünizmi ve Sovyetlerde yaşananları abartılı bir şekilde aktaran ve Mustafa Suphi’ler aleyhinde ağır hakaretlerde bulunan vekillere Mustafa Kemal’in yanıtı; Kazım Karabekir’i savunmak, Mustafa Suphi’leri eleştirmek ve Bolşevikliğin ülke şartlarına uygun olmadığını belirtmek şeklinde olmuştur. Ancak fikre karşı fikirle mücadelenin şart olduğunu ve Mustafa Suphi’lere bir şiddet uygulanamayacağını ve ceza verilemeyeceğini söylemiştir. Bunun aynı zamanda Sovyetlerle ilişkiyi baltalayacağına ve beklenen yardımı engelleyeceğini ifade etmiştir. Mustafa Kemal Sovyetlerin Lenin’den sonra 2. adamı olan ve Troçki’nin yerini alan Çiçerin’e bir mektup yazıyor. Kanlı Sakarya muharebesi bitmiş, büyük taarruz henüz başlamamıştır. Atatürk 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin'e yazdığı mektupta şöyle diyor: "Memleketimizi düşmandan kurtardıktan sonra, kamusal ehemmiyet taşıyan büyük işletmeleri devlet eliyle yönetme niyetindeyiz. Böylece gelecekte büyük kapitalist sınıfların efendiliğinin ülkede hâkim olmasının önüne geçmiş oluruz." “Türkiye'nin rejim değiştirmesi, Rusya'da olduğu gibi, sosyal bir devrimle ortaya çıkmış olmayıp, yabancı devletlerin saldırı ve hâkimiyetlerine karşı bir başkaldırma türünde olduğundan, dünya kamuoyunun dikkatini çekmemiştir.” Toplumun, artık istismara baş eğmemek konusundaki kararının neticesi olarak, herhangi bir çaba göstermeksizin, başkalarının emeği ile yasayan parazitler sınıfı bütünüyle ortadan kalkmamışsa bile, bu sınıfa girenlerin sayısında büyük bir azalma olmustur. Modern Türkiye'de, imparatorluk döneminin efsanevi zengin sınıfı artık yoktur. Büyük arazi sahiplerinin gelirleri artık düşmüştür. Simdi, Türkiye'de herkes düzenli çalışmak zorundadır. Sonuç olarak, bugünün Türkiye'sinde atılan adımlar herkes içindir. Türkiye, Batı Avrupa'ya olduğundan çok, bir bakıma Rusya'ya, özellikle son birkaç ayın Rusya'sına daha yakındır. Sonra, memleketlerimiz arasında bir başka mühim benzerlik, bizim, kapitalist ve emperyalist düzene karsı savaşmamızdır. Kapitalizm Türkiye'de, Avrupa'da ve eski Rusya'da olduğundan daha zayıf gelişti. Fakat vaziyet, büyük teşebbüslerdeki hemen bütün kapitalin yabancılar tarafından yatırılmış olmasıyla şiddetlenmiştir. Halkımızın istismarını kolaylaştırmak için kurulmuş olan kapitülasyon sistemi, gelişmemizi engellemiş ve bizi bu sömürüye tahammül etmeye mahkûm etmiştir. Bu rejimi ortadan kaldırma hedefine sahip bugünkü mücadelemiz her seyden önce kapitalizme karşı yönelmiştir”. Mustafa Kemal Bolşevikliğin ülke koşullarına uygun olmadığını söylüyor ama aynı zamanda kapitalizme de karşı çıkıyor. Emperyalizm hakkında ise: Kurtuluş Savaşının ayrıntılarına girmeyeceğim. Yalnız Kurtuluş savaşında Yunan ordusuyla savaşılıp, Fransızların fazla direniş göstermeden çekilmesinden ve İngilizlerin, kendileri çarpışmayıp Yunanlıları ve içerdeki işbirlikçilerini piyon olarak kullanmasından Mustafa Kemal’in İngiliz ajanı olduğu sonucunu çıkaranlar, Fransa ve İngiltere’nin Çanakkale hezimetini göz ardı edenler, 1918’de özellikle savaştan yeni çıkmış ve başında Hindistan belâsı olan İngiltere’nin durumunu bilmeyenlerdir, ya da salt Mustafa Kemal’in başarısını küçümsemek için bunu yapmaktadırlar. Yalnız tarihin ilginç bir rastlantısı 9 Eylül 1922’de Kurtuluş Savaşı İzmir’de noktalanırken, Sovyetlerde de aynı yıl Kızıl Ordu Beyaz Orduyu yenerek iktidarını sağlamlaştırıyordu. Kurtuluş savaşını doğru olarak anti-emperyalist bir savaş olarak gören Lenin maddi ve manevi yardımını esirgemiyordu. Ve aynı yıl İtalya’da Benito Mussolini’nin faşizm adını verdiği hareket iktidara geliyor ve Mussolini Başbakan oluyor, 1925’te de diktatörlüğünü ilan ediyordu. 1922’de faşizm bugünkü anlamını taşımıyor. Sovyet devriminin nasıl seyredeceği henüz bilinmediği gibi faşizmin de tam ne olduğu ve nerelere varacağı hakkında henüz kimsenin pek bir fikri yok. Doğuda 1921’de Hindistan Ulusal Kongresinin başına geçen Gandhi yoksulluğu gidermek, kadın hakları, dinsel ve etnik kardeşlik ve özyönetim kampanyaları başlatıyor ve İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesinin öncülüğünü yapıyor.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|