|
|
Duran Adam ile bir söyleşi: Vatan diye bir şey kalmadı ki!Kategori: Söyleşi | 2 Yorum | Yazan: Ferruh Dinçkal | 16 Kasım 2013 14:06:46 Cuma akşamüstü buluşmak üzere sözleşmiştik Erdem Gündüz, ya da diğer adıyla DURAN ADAM ile. Çarşamba günü İstanbul'a geldim, cuma söyleşi yapıp, Cumartesi de Avustralya'ya uçacaktım. Çarsamba öğleden sonra, haber geldi, Erdem Cuma günü Almanya'ya uçacakmış, söyleşiyi hemen o gün yapmamız gerekiyormuş. Koşturmalı bir İstanbul gününün ardından akşam onda Nisantaşı'nda Erdem ile bulusabildik. Çay kahve eşliğinde, kısa ama içten bir tanışma faslından sonra kayda başladım.
Kendini nasıl tanımlıyorsun? Ben dansçıyım. Dansa aslında 23-24 yaşlarında başladım, geç sayılacak bir yaşta dans etmeye başladım yani. 16 yaşımdayken tiyatroya başlamıştım. Benim hayatımda sadece bir şey yok. Lisede Baketbol oynadım. Orta okulda basketbol, santraç ve müzik ile ilgileniyordum. Bu arada Ankara’da yüzdüm. Ankara doğumluyum. Bir dönem karete de yaptım. Ben kimim... Şu anda dansçım. Ama donanımlı bir dansçıyım. Dans olmasa heykel yaparım. Önemli olan dert ve bu derdi anlatabilmek. Herşeyin dinamik olduğu bir anda durmak tokat gibi birşeydi. Bunu planladın mı? Nasıl nasıl oluştu bu eylem? Planlamadım. Tamamen kendiliğinden gelişti. Ama şimdi olayları yine gözden geçirince... Ben aslında İstiklal’deydim, olayın çıkış yeri orası. Direniyorduk KESK ve DİSK Taksim’e çıkacaktı. Ama ulaşamadık çünkü Fransız Konsolosluğu’nun orada barikat vardı. Orada oturduk.. Orada oturmak da bir şeye yaramadı üç kişiden ikisi sivil polisti. Bu şeye benziyor Gezide eylemci kalmadı ama polislerin bundan haberi yok. Eylemin bittiğini bilmiyorlar!!! Ben bu durumdan hoşnut olmadım.. Sokaklara da baktım, Sıraselviler caddesini polis tutmuş, Mis sokak, Bekar sokak taraflarına da baktım sonra tekrar İstiklal’e geldim. Orada durmanın ya da beklemenin bir anlamı olmadığını fark ettim. Baktım turistler Taksim’e gidip geliyor ama biz gidemiyoruz. Tamam o zaman dedim ben de turistim, aldım çantamı yürüdüm gittim Taksim Meyda’nına ve durdu. Bu kadar basit. O an durdum elimde gözlük varmış. Ben de bunu sonradan videodan gördüm. Elim cebimde, kolumda gözlük. Hatta birçok ‘insan elin cebinde, Atatürk’e karşı saygısızlık değil mi’ de dedi. Atatürk’e karşı saygısızlık onun ilke ve inkilaplarını anlamamak. Kendisinden, posterinden sana ne! Sana ne sağlar ki? Atatürk ilkeleri ve inkilapları sen olmanı sağlar bence, özgür olmanı sağlar. Aklı hür vicdanı hür olmanı sağlar. Mesela Atatürk Kültür Merkezi’ne karşı durdun, deniyor. Evet AKM’de ben bir çok kültür festivali, dans festivali seyrettim. Bir çok önemli iş de seyrettim.. Ben 1999’da İstanbul’a ilk geldiğimde Mahir Günşıray’ın ‘Efrasiyab'ın Hikayeleri’ni izledim mesela büyüleyiciydi. Kocaman bir sahne, kocaman kostümler.. Hatta Latin grubu ile AKM’nin küçük sahnesinde dans bile ettim.. Demek istediğim, sonuç olarak AKM çok önemli bir yer ama POLİS DİNLENME MERKEZİ olmuş. Polisler yemek yiyor, dinleniyor, TOMA’lara ilaçlı sular orada dolduruluyor. İki tane bayrak var, bir Atatürk resmi. Evet, biz Türkiye’de yaşıyoruz. Sonra iki tane ağaç var orada, bütün bunlar çok önemli. Bulunduğum yerin şöyle bir önemi daha var. 1 Mayıs olaylarında tüm televizyonlar Taksim meydanından saat 14:00 de yayın yapıyorlar bakın Taksim’de kimse yok diye... Çünkü Beşiktaş’ta Dolambahçe’de kavga var. Evet Beşiktaş’ta kavga var, Kurtuluş’un bütün sokakları dolu. Osmanbey kilit. Ama bakın 1 Mayıs’ta Taksim’e geleceğiz dediler ama kimse yok, her şey sütliman diye göstermek için. Yine aynısını yapacaklardı. ‘1 Mayıs gibi, biz size eylemler bitecek dedik bitti. Taksim sütliman!’ Ama orada biri durursa bakın Taksim meydanında hiçbir şey yok diyemiyeceklerdi. Çünkü biri orada dikiliyor. Ve gerçekten de öyle olmuş. DHA haber yaptıktan sonra polis beni fark ediyor. Bunu bana bir gazeteci arkadaşım söyledi. DHA’dakiler de o kadar zeki. Yayını yapıyor sonra kendileri kamera ile geliyorlar ve polisin tepkisini çekiyorlar. Bir şehir efsanesi sanıyordum, gerçekmiş. Polis merkeze bildiriyor, - Amirim bir eylemci var Taksimde ne yapalım? - Durdurun. - Zaten duruyor amirim... İnanılır gibi değil ama bu konuşma gerçek. Peki benim seyrettiğim o sahnelerde polisin senin sırt çantanı araması var ve sen sinirleniyorsun? Evet çünkü, biri geliyor senden izin almadan çantanı karıştırıyor, üstünü arıyor ve bunları senin rızan olmadan yapıyor. Tabi burası Türkiye, burada herşey oluyor. Gözaltında insanları çıplak soyuyorlar. Ben de o yüzden sen soyma, ben soyunurum dedim ve soyunmaya başladımç Hemen orda. Dur dediler. Durduktan sonra hayatın nasıl değişti? İlk günlerden başlayayım. İlk günlerde telefonumu açamıyordum, zaten hemen kapattım, başka bir numaraya yönlendirdim, kullanamıyordum. Özgürlüğüm kısıtlanıyordu. Telefonla internete de girmek istemedim, heklerler diye.. İlk üç gün sesiz geçti, ta yalan haberleri duyana dek. Aslında ilk gün dinlendim ertesi günü sokağa çıktım. Her zaman ne yaptıysam onu yaptım, çayımı içtim gazetemi okudum. Sonra Tünel’e indim. Tünel’de beni biri tanıdı, onunla çay içtik tavla attık ama etrafımda sivil polisler vardı. Senin hakkında bir sürü şey yazıldı -zaten eylemlere katılırdı filan gibi. 97 gibi Ege üniversitesinde okurken Dünya Kadınlar Günü vardı. İnsanlar halay çekiyorlar, ne güzel dedim ben de katıldım.. Ama insanlar aynı eda ile halay çekmiyorlardı. Bir çoşkunun sonucu değildi o halay. Haa ben yanlış birşey yapıyorum dedim ve çıktım. Bu siyasi durumlara da pek inanmıyorum.. Biliyorum ki insanlar kullanılıyorlar. A partisi B partisi sağ ya da solda, hiç fark etmiyor. Demin dedim ya, DISK ve KESK diye. Ben yürüyüşlere inanan biri değilim, yürüyüşler ile birşeyler olsaydı Türkiye’de bir şeyler olurdu. Türkiye’de bu çalışmıyor. Ama o gün önemli bir gündü. Ben o gün yürüyüşe katılma cesaretini gösterdim ve katıldım. Ne oldu? Tam bir hayal kırıklığı. Bir gece önce 300 kişi alınmıştı, Kazılıçeşme mitingi buyrulmuştu, ondan önceki cumartesi Gezi’ye çok büyük bir şiddet ile girilmişti. Ve bütün bunlardan sonraki pazartesi idi. Artık insanların korktuğu, sindirildiği, insanların nerelerde tutulduğunun bilinmediği, kayıtsız gözaltıların olduğu bir dönemdi. Benim duyduklarım bunlardı. İnsanlar korkuyordu sadece Türkler değil burada yaşayan yabancılar da. Mesela ilk vurulan kız Suriyeli.. Kendisi de dansçıymış. Kendini siyasi olarak yelpazenin bir yerinde görüyor musun? Sola oy veririm. Ama bence bugünü sol ya da sağ diye ayırmamak gerek. Bu hükümet herşeyin altını deşti. Ama herşeyin! Bugün heryer Taksim heryer Gezi sloganını heryer Metro yaptılar. Herşeyin altını deşip, içini boşaltıyorlar. Eğitimin içini boşaltılar, ordunun içini boşaltılar.. Doktorluk, gazetecilik, mimarlık, mühendislik bunların hepsinin içini boşaltılar ve değersiz kıldılar. Vatan diye birşey kalmadı ki... Bazı söyleşilerimde "ben bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak gidip durdum" dedim. Keşke şunu diyebilseydim. "Ben bir Türk vatandaşı olarak gittim durdum." Anlatabildim mi? Herşeyin altını deşiyorlar.. Artık Türk asimilesi var. Türk diyemiyorsun.. Türk’üm doğruyum diyemiyorsun mesela.. Nasıl bir ülke hayal ediyorsun? Bir kere bu sistem değişmeli. A partisi gider B partisi gelir ayni sistem yürür. Bu sistem derken kapitalizim, emperyalizm dediğimiz sistem. Bu sistem işe yarasaydı ikinci dünya savaşı çıkmazdı. Bizde ise ileri demokrasi adı altında insanlar kültürsüzleştiriliyor, eğitimsizleştiriliyor... Örneğin integral alıyorsun ama integral almanın neye yaradığını bilmiyorsun, türev alıyorsun türevin neye yaradığını bilmiyorsan türev almanın bir anlamı yok. Tın giriyor tın çıkıyor. Buradaki en önemli şey eğitim. İnsanları tek bir yönde eğitirsen tektipleştirirsin. Çoklu eğitim ile zekanın gelişmesine ön ayak olmalı. Eğitim ile doğru ve yanlışı ayırt edebilirsin. Peki sence dediğin gibi bir eğitimi verecek kişiler ya da kadrolar var mı Türkiye’de? Daha doğrusu kaldı mı? Öyle bir sorun var. Dedim ya herşeyin altını boşaltılar. Peki forumlar konusundaki düşüncen nedir? Şöyle birşey oldu formlar ile, insanlar birleşip konuşmaya başladılar. 50 kişi bir yerde bağlasan insanlar durmazlardı ama şimdi 100 kişi 200 hatta 300 kişi toplanıyorlar. Bunun bence gideceği bir yer yok ama insanlar bilinçleniyor, paylaşıyor ve daha önemlisi insanlar birbirlerini tanıyorlar. Belki şunu da diyebiliriz daha önce birbirlerini tanımaları gereken insanlar birbirlerini tanımamışlardı. Şimdi tanışma imkanı buldular. Formlar bir yere gider mi gitmez mi? Ssistem kendini yeniden kurmak zorunda, gene sisteme geri döndük ama. Eskiden sendikalar vardı hepsini parçaladılar böldüler. Haber kanalları vardı, gazeteler vardı onlar da bitti. Satın alındı, gazeteciler işten atıldı veya haber yapması engellendi yada öldürüldü. Ordu tasviye edildi. Sosyal medya vardı onu da bitirdiler. Hem korkutarak hem de sahte haber ile. Mesela siz sosyal medyada bir etkinlik düzenliyorsunuz. Polis sizden önce oraya gidiyor, oradaki yerel halkı size karşı örgütlüyor, siz gittiğinizde dayak yiyip geliyorsunuz. İşte Yedikule Bostanları’nda olduğu gibi. Windows Office2003 word dosyası ile ancak doc uzantılı dosya üretelbilirsin, docx açamazsın, üretemezsin. Adamın bilgisayarında olduğu ve onun yazdığı ida ediliyor ve o yüzden hapiste. İkiyüz küsür sayfa yazıyı dört dakkikada yazdığı ida ediliyor. İmkanı var mı? İşte böyle bir ülkedeyiz. Eylemine dönersek, dururken ne düşündün? ‘Ey Türk Gençliği’ aklıma geldi. Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedbahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. Evet düşünmedim... Yurtta sulh Cihanda sulh! Senin ülkende barış yokken Suriye’nin işine ne için karışıyorsun? Yıllardır Irak’ın terorist beslemesinden yakındık, şimdi biz terörist besliyoruz. Bu nasıl bir mantık! Bunların nedeni, şu an iktidarda olan insanlar hayal edemiyeceğimiz baskılar içinde yetiştirilmişler... Yalan dolan içinde yetiştirilmişler. Şimdi kusuyorlar. Halkuki bu baskıyı size, sizim imam dediğiniz, hoca dediğiniz kişiler yaptılar ve siz hıncınızı bu halktan alıyorsunuz. Ben böyle düşünüyorum. Başka bir şey. Atatürk ne yaptı? Ulusalcı oldu. Din işleri ile devlet işlerini ayırdı. Kadınlara hak verdi. Neden, büyük bir savaş vermişsiniz kadınlar eğitilsin, üretime katılsın. Bu hakkı vermessen kadınlar üretemez. Eğitim alamaz ise ilerleyemez. Ama şimdi bu eşitlik gitmek üzere. Latin alfabesine geçildi. Bir örnek vereceğim kendi hayatımdan. Her çocuk gibi ben de kuran kursuna gittim. İmam bizi kovdu. Nedeni, biz bu ne, bu ne anlama geliyor, bu nasıl böyle oluyor gibi sorular sorunca velilerimize gelmesinler demişler. Söz de yaramazlık yapıyormuşuz. Bence olay soru sormamızdı. Bütün diğer çocuklar tekrar edip duruyorlardı. Ama adamlar ne diyor, harf devrimi yapıldı kültürümüzü kaybettik. Yazı dili ile konuşma dili ayrı şeyler bence asıl kültürsüz olmak eğitimsiz olmaktır. Arapçayı sekiz ayda okuyabiliyorsun ama anlamlarını bilmiyorsun. Çünkü Arap değiliz ki. Kaç saat durmuştun? 8 saat Nasıl durdun? Aslında teknik olarak 3 saat durulur. 3 saat sınır. Tıpkı Gezi direnişindeki insanların korku eşiğini geçmeleri gibi, artık ne gaz işliyor, ne polis sireni, bir müddet sonra hiçbirşey işlemiyor. Aslında özgürlüğün içinde olduğunu ve yaşadığını hissediyorsun direnerek. Aynısı benim için de geçerliydi. Benim direniş şeklim farklıydı. Gittim durdum. 3 saatten sonra aklıma yine Atatürk’ün bir sözü geldi ve durdum "Vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır" Gittim, durdum yani ben önemli değildim. Çoğu zaman adın ne diye sorduklarında da ben bir Türk vatandaşıyım demek istediğim. Ben Erdem olmuşum dansçı olmuşum kareograf olmuşum hiç önemli değil. Peki özgürlük dedin, özgürlüğü nasıl tanımlarsın? Sadece fikrini söylemek, fikrini açıkça dile getirmek özgürlük olamaz. Ya da giyim tarzına karışıp karışmamaları. Benim anladığım anlamda özgürlük, yeraltı kaynaklarını, yerüstü kaynaklarını kullanabilirsen özgürsün. Eğer kömürün var çıkartamıyorsan, petrolun var çıkartamıyorsan, bor madenin var, kromun var çıkartamıyorsan nasıl özgürsün? Mesela biz kromu çıkartıyoruz Çin’e gönderiyoruz sonra Çin’den çelik ithal ediyoruz. Yani bunu işleyemiyorsan ya da altının var, bunu devlet istimlak ediyor ve yabancıya satıyorsa, kömür var ama çok kaza oluyor diye orayı kapatıp yabancıya satıyorsa, yabancı çıkartıyorsa o zaman özgür değilsin. Özgürlük üzerine konuşmalar yapacaksak önce bunları konuşmalıyız. Biz güneş enerjimizi kullanamıyorsak, bize nükleyer santıral satıyorlarsa, gaz satıyorlarsa!!! Özgür müsünüz? Hayır değiliz abi. Neresine özgürüz? Kendi ağacını koruyamıyorsan, su kaynaklarını koruyamıyorsan, toprak parçanı koruyamıyorsan abi neren özgür? Ödüllerin? Ödül bir tane var. Uluslararası Potsdam Medya ödülü, Almanya’da aldım. Benim için önemi Avrupa medyasını kulanabilmek. Potsdam’da bir basın klübü gibiler. Türkiye’de olumsuz olayları anlatabilirim diye düşündüm. Türkiye’de Türk medyası yanlı haber yapıyor, yabancı basın da Türk basını ne ulaştırırsa onu veriyor. Bunun bir örneği mesela Esat kimyasal silah kullandı diye haber yaptılar. Ruslar elimizde resim var Esat atmamıştır diyor hala bizimkiker Esat attı ısrarındalar. Sonunda ne oldu? Kim haklı çıktı? Bir de Hollanda’dan bir bakan 50 tane kadar milletvekili imzası ile birlikte Avrupa Parlemontosu Barış ödülüne beni aday göstermiş. Ama o daha sonuçlanmadı. Erdem, çok güzel bir söyleşi oldu. İçtenliğin için de çok teşekkür ederim. Sana bol şans ve başarılar diliyorum bundan sonrası için. Gerçekten de senin başarıların bizim de umudumuz olacak.
Yorumlarmeziyet
{ 24 Kasım 2013 01:23:48 }
Oğlum seninle bir kez daha onur duydum.İşte Atatürk'ün evladı.Türklüğün,insanlığın aklın gereği neyse o.Başarıların sonsuza kadar sürsün.
Deren Sezgin
{ 19 Kasım 2013 09:01:46 }
İnsani yönü duruşu mükemmel olan bir eylemden aylar sonra, eylemciyle yapmış olduğun bu güzel su gibi duru akan söyleşi hakikaten mükemmel.
Diğer Sayfalar: 1. Sagol Ferruh.
|
| Tüm Yazarlar |
|