|
ATATÜRK PORTRELERİKategori: Günün içinden notlar | 1 Yorum | Yazan: Onur Ayangil | 12 Kasım 2013 01:02:31 Toplum hayatında yoğun işlevler üstlenmiş ve başarı kazanmış kişilerin, ulusal kahramanların ve önderlerin resim ve yontularının yapılması olağan bir eylemdir. Bu nedenle Atatürk'ün de bir çok yontusu ve resmi yapılmıştır. Anıtsal bir görev üstlendiklerinden ötürü yontuları resimlerinden daha çoktur. Resimlerinin büyük bir bölümü Atatürk'le beraber birkaç figürden oluşan kompozisyonlar biçimindedir. Portre olarak Atatürk'le ilgili yapıtlar adetçe çok fazla sayılmaz. Bunların bir kısmı birebir yüzüne bakılarak yapılmış, çoğunluğu ise fotoğraflarından esinlenerek oluşturulmuşlardır. Biz bugün Atatürk'le ilgili yerli ve yabancı sanatçılarca yapılan önemli portrelerden söz edeceğiz.
Atatürk’ün ilk portresini Anafartalar Savaşı sırasında Vilhelm Victor Krausz adlı Avusturyalı bir ressam yapmıştır (Resim için tıklayın..). Ressam, müttefik güçlerden Avusturya adına savaşa katılmıştı. Cephede Mustafa Kemal’i görmüş, fiziksel görünüşünden de fazlasıyla etkilendiği bu sıradışı kişiliği tualine geçirmek istemiştir. Kendisinin de olurunu aldıktan sonra bu isteğini gerçekleştirmiştir. Yıl 1916 dır. Bu resimde Mustafa Kemal, başında serpuşu ile, sonsuza odaklanmış mavi gözlerinde ileriye dönük tasarılarının okunduğu bir yiğit olarak betimlenmiştir. Çok başarılı bir portredir. Atatürk portreleri yapan bir diğer yabancı sanatçı da Alman Profesör Arthur Kampf’tır (1864-1950). Resim öğrenimini Düsseldorf Akademisi’nde yapan Kampf Berlin Akademisi’nde müdürlük yapmış olup birçok yapıtı Alman müzelerinde sergilenmektedir. Kampf, Hale Asaf ve Fikret Mualla’nın da Berlin Akademisi’nde hocasıdır. Tarihi yapıtların ressamı olarak ünlenen kampf, nazi Almanya’sında Nazizm ülküdaşlığına soyunmuş, bu arada başta Hitler olmak üzere bir çok nazi yöneticisinin portresini, nazi utkularının betimlemelerini yapmıştır. Gelelim Kampf’ın Atatürk portrelerini yapma görevine nasıl seçildiğine. Mustafa Kemal, görevi gereği, Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya gitmişti. Orada Askeri Müze’yi dolaştı. Oradaki portrelere ve savaş resimlerine hayran kaldı. Bunları gerçekleştiren sanatçının Berlin Akademisi’nde profesör Arthur Kampf olduğunu öğrendi. Yurda dönüşte, yakın çevresine, gezdiği müzeden, gördüğü resimlerden ve Kampf’tan söz etti ve onlardan sanatçıyı yurda çağırmalarını istedi. 1927 yılında Ankara’ya gelen Kampf, Ata’nın 3 portresini yaptı. Portrelerin birinde Mustafa Kemal’i Mareşal üniformasıyla ayakta (Resim için tıklayın..), diğerinde at üstünde, üçüncüsünde ise Türk bayrağı önünde sivil kıyafetle ayakta betimlemiştir (Resim için tıklayın..). Gerek Mareşal kıyafetiyle ayakta olanda, gerekse at üstündeki portrede açık oran hataları vardır. Bir insanın gövdesinin kafasına oranı 7.5- 8 dir. Bu resimlerde bu oranı çok aştığını görüyoruz. Her ne kadar, ülküselleştirme amaçlı bu tür oran aşımlarına resim sanatında seyrek de olsa rastlanıyorsa da, bir devlet başkanının portresinde bu tür aşırılık hoş kaçmamıştır. Kaldı ki oransızlık gövdenin diğer ögeleri arasında da göze çarpıcı ölçüde vardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk’ün portresini yapan ilk ressam ise Mihri Rasim hanım olmuştur. 1886 doğumlu olan Mihri Hanım, doktor Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Küçük yaşta resme olan ilgisiyle ve bu alandaki yeteneğiyle dikkatleri çeken Mihri’ye, Zonaro özel dersler vermiştir. Genç kızlık dönemine ulaştığında, resme olan ilgisini ve bu yöndeki becerisini geliştirmek isteyen sanatçı Paris’e kaçmıştır. 1922 yılında Fransa’ya giden, dönemin Maliye Nazırı Cavit Bey bir resepsiyonda Mihri Hanımla tanışmış, böyle bir yetenekten ana yurdunu yoksun bırakmanın yazık olduğuna sanatçıyı inandırıp, Türkiye’ye geri dönmesini ve kızlar için açılan “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi”ne hoca olmasını sağlamıştır. Kurtuluş savaşının destansı sonucunun coşkusuyla paletine ve fırçalarına sarılan sanatçı, Mustafa Kemal’in Mareşal üniformasıyla bir portresini yapmıştır (Resim için tıklayın..). Sanatçı, resmi tamamladıktan sonra, kaptığı gibi Çankaya’ya Başkumandan’a sunmaya götürmüştür. Tabloyu beğenen Atatürk, Halkevlerinin açılışında salonun bu yapıtla süslenmesini buyurmuştur. Tablo daha sonra, Yugoslavya Kralı Alexandre’ın imzalayıp, armağan olarak Türkiye’ye yolladığı kendi resmine karşılık olmak üzere, biraz gecikmeli olarak (kralın bir suikastta ölümünden sonra) Yugoslavya’ya armağan edilmiştir. Halkevinde Ata’nın resminden boşalan yeri ise, Kral Alexandre’ın portresi almıştır. Bu yapıtın asılı olduğu saray 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanıp yıkıldığından, tablonun ne olduğu bilinememektedir. Mihri Rasim’in bu portresi oldukça başarılıdır. Kartal bakışların etkili olduğu fizyonomi, aynı anda, insancıl duyguların egemenliğini de yansıtmakta. Cumhuriyet dönemi resminde portre ressamı olarak ilk akla gelen İbrahim Çallı’dır. 1882 yılında Denizli’nin Çal ilçesinde doğan İbrahim, dükkanların duvarlarında gördüğü Köroğlu-Ayvaz resimlerinin etkisinde kalarak resme başlamıştır. Küçük yaşta İstanbul’a gelip çalışma yaşamına başlayan İbrahim’in geceleri mum ışığında yaptığı resimler, Şeker Ahmet Paşa’nın ilgisini çekmiş, paşa onu Sanayi-i Nefise’nin müdürü Osman Hamdi Beyle tanıştırıp, okula yazılmasını sağlamıştır. Akademiyi bitirdikten sonra devlet bursuyla Paris’e giden Çallı, Cormon’un atölyesine devam etmiş ve 1914 de yurda dönmüştür. Aynı yıl, öğrenim gördüğü okula öğretmen olan sanatçı, emekliliğine kadar bu görevi sürdürdü. Çallı portreleriyle, İstanbul peyzajları ve nü tablolarıyla ün yapmıştır. Sanatçı 1960 yılında ölmüştür. İbrahim Çallı 1924 yılında, ziyaret için gittiği İzmir’de Atatürk’le karşılaşır ve kendisinden, Türk ulusunun gönlünde yatan Ata’sının bir resmini yapmak için olur ister. Atatürk’ün yanıtı şudur: “Sen gönüllerde yatan Mustafa Kemal’in resmini yapmak istiyorsun. O zaman benim modelliğime ne gerek var.” Ancak bu yanıt Çallı’yı yıldırmaz. Yakın dostu, Tekirdağ mebusu, Atatürk’ün silah arkadaşı ve o dönem Dahiliye Vekilliği yapan Cemil Ubaydın’ın aracılığıyla Atatürk’ün her devlet başkanının yaptığı gibi, uluslar arası geleneğe uyarak portresini yaptırtması gereği konusunda ikna edilmesini sağladı. Ubaydın, aynı zamanda, Çallı’yı Çankaya’ya tanıştıran kişi oldu. Bunun üzerine Atatürk hem İbrahim Çallı’yı, hem de Feyhaman Duran’ı Ankara’ya çağırtıp, portresini yapmalarını istemiş ve kendilerine bir çok kez poz vermiştir. Atatürk’ü en başarılı yorumlayan yapıt İbrahim Çallı’nınki olmuştur (Resim için tıklayın..). 1935 yılında gerçekleştirilen bu resimde Atatürk frak giymiş olarak bir koltukta oturmaktadır. Yapıt, ulusunun kötü alınyazısına meydan okumayı bilmiş liderini, insanı delip geçen bakışlarıyla olduğu kadar yeni bir ulus yaratmayı becermiş ellerinin inceliği ve zarafeti ile de ön plana çıkarmayı başarmıştır. Feyhaman Duran’ın yaptığı çok sayıdaki Atatürk portrelerinin hepsi de çok başarılı yapıtlardır. Duran 1886 yılında İstanbul’da doğmuş, 1970 de gene bu şehirde ölmüştür. Resme öğrenim gördüğü Galatasaray Sultanisi’nde merak saran Feyhaman, burayı bitirdikten sonra Paris’e gönderilmiş ve orada Jean Paul Laurens, Albert Laurens ve Cormon’un yanında resim öğrenimi görmüştür. Feyhaman Duran portreleri, peyzajları ve ölü-doğalarıyla ünlüdür. Burada örnek olarak, en çok bilinen, gömlek-papyon-fraklı portresini veriyorum (Resim için tıklayın..). Duran’da, Çallı’nınkinin aksine, delici bakışlara ek olarak Atatürk’ün fizyonomisine bir hüzün egemen olmuştur. Atatürk portresi üzerinde çalışmış bir diğer ressam da Namık İsmail’dir. 1890 da Samsun’da doğup, 1935 de İstanbul’da ölen sanatçı, Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten sonra, resim eğitimi için Sanayi-i Nefise’ye girmiştir. Burayı bitirdikten sonra Paris’e gönderilen Namık İsmail sanatını Julian ve Cormon atölyelerinde geliştirmiştir. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla yurda dönen sanatçı, askerlik görevini de tamamladıktan sonra Şişli’deki atölyesinde savaş resimleri yaptı. Birkaç kez daha yurtdışına çıkıp dönen Namık İsmail, akademi müdürlüğü görevini üstlendi. Yapıtlarında onu, kahve-sarı uyumlarını en başarılı yakalayan sanatçı olarak tanırız. Sanatçının yaptığı Atatürk portresi (Resim için tıklayın..), Ulu Önder’in frak, beyaz gömlek ve papyon üçlemesiyle betimlendiği, izleyicileri gözlerinin albenisinde esriten büyüye sahip bir yapıttır. Bugün size sunmak istediğim diğer bir Atatürk portresi de Nazmi Ziya Güran’ın (1881-1937) yapmış olduğudur. Doğma büyüme bir İstanbullu olan Güran babasının isteğine uyarak Mülkiye Mektebini bitirmiştir. Mülkiyeyi bitirir bitirmez de, hemen Sanayi-i Nefise Mektebine koşup, yıllar yılı hayallerini oluşturan bu okula kaydını yaptırtmıştır. Hoca Ali Rıza’dan resim dersleri alan Nazmi Ziya, 1905 yılında, İstanbul’a gelen Paul Signac’la tanışmış ve bu karşılaşma, onda bir empresyonizm tutkusunun başlamasına neden olmuştur. Sanayi-i Nefise’yi bitiren Güran, soluğu Paris’te, diğer bazı çağdaşları gibi Cormon’un atölyesinde almıştır. Ancak Nazmi Ziya hiçbir şekilde figür resminden hoşlanmamış, gönlü hep peyzajdan yana olmuştur. Atatürk portresi onun ender figür çalışmalarından biridir. Sanatçı, Atatürk’ü mareşal üniformasıyla, kalpaklı ve sağ elinde dürbün tutar pozda betimlemiştir (Resim için tıklayın..). Fırçanın ve renklerin kullanılması ile detaylandırmadaki ölçü ele alındığında, empresyonist estetiğin izlerini rahatça görebiliriz. Ancak portredeki Atatürk yorgun ve bıkkın bir ifadeyle bakmaktadır. Atatürk’ün başarılı bir karakalem resmini gerçekleştiren karikatür sanatçısı Ratip Tahir Burak’tan söz etmeden geçemeyeceğim. 1904 de İstanbul’da doğan ve 1977 de gene bu kentte yaşamını yitiren sanatçı, karikatürde olduğu kadar resimde de ustaydı. Denizcilik Okulu’nu bitiren Burak, resim öğrenimi görmek için Paris’e gitti. Dönüşünde bir yandan resim öğretmenliği, br yandan da gazete ve dergilerde karikatüristlik yaptı. Bu arada denizcilik mesleğinden gelen tutkuyla, denizi konu alan yağlıboya yapıtlar ve tarihi konulara olan merakı ile de tarihi konulu tablolar yapmayı ihmal etmedi. Bir zamanlar, İktisat Vekaleti’nin girişini süsleyen, ama daha sonra çok partili demokrasiye geçişin ilk yıllarında, sökülüp kaldırılan “Ergenekon I” ve “Ergenekon II” adlı tablolar Ratip Tahir Burak’a aittir (Bugün dalgalar halinde sökün eden Ergenekonlar bunların devamı olmayıp, aralarında hiçbir ilişki de yoktur. Ratip Tahir’e ait Ergenekonların sökülüp yok edilme nedenleri çok farklıdır.). Uzun yıllar Ankara’da yaşayan ve gerek kendi çabaları, gerekse ünlü kadın-doğum doktoru olan kardeşi Zekai Tahir Burak’tan ötürü Ankara sosyetesinin ünlülerinden olan Ratip Tahir, Cumhuriyet’in 2. Yıldönümü balosuna davet edilir. Orada Ata’nın da olurunu alan sanatçı, onun karakalem, büyük boy bir portresini yapar (Resim için tıklayın..) ve resmi bitirdiğinde kendisine gösterir. Resimden çok hoşlanan Atatürk, resmi konuk elçilere de gösterip düşüncelerini sorar. Herkesin beğenmesi üzerine, resim konuklarca imzalanır ve çoğaltılarak dağıtılır. Bir diğer karakalem Atatürk portresi de, Atatürk’ü devamlı izleyen, onun gittiği her yerde onunla birlikte olan ressam Saip Tuna’ya aittir (1904-1974). Sanayi-i Nefise’de iki yıl okuduktan sonra, resim öğrenimini geliştirmek üzere Fransa, İtalya ve Almanya’ya giden Tuna, yurda döndükten sonra kendini Atatürk resimleri yapmaya adamıştır. Yazımda örnek olarak verdiğim Atatürk portresini Karpiç Lokantası’ndaki bir yemek sırasında yapıp, Ata’ya sunmuştur (Resim için tıklayın..). Yazımı bitirirken, pek çok kamu kuruluşunun duvarını süsleyen Atatürk portrelerinden ve o portrelerdeki Atatürk imzasının yaratıcısından söz etmemek olmaz . Sözünü ettiğimiz, biri 10 Kasım 1969 tarihli bir gazete için yapılan bu portreler, hat sanatçısı Etem Çalışkan’a aittir (Resim için tıklayın..) ve (Resim için tıklayın..). Atatürk’ün 1931 yılında Marmara Köşkü’nde çekilen bir fotoğrafından esinlenerek yapılan Resim-12, zaman içinde halılara bile işlenmiştir. 1928 yılında Tarsus’ta doğan Çalışkan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiştir. Bir çok gazete ve dergide ressam, hattat, araştırmacı ve röportajcı olarak görev yapan sanatçı, gazetecilik dışında kitap kapakları, afiş, para ve pul desenleri de yapmıştır. Gene aynı sanatçının renkli olarak yaptığı profilden portre de, Ata’nın oldukça gerçekçi, geç döneme ait bir görüntüsüdür (Resim için tıklayın..). Son dönemlerde yapılmış bir Atatürk portresi ise, Sabiha Bozcalı’ya aittir (1903-1998). Ressam Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra yurt dışına çıkmış, Berlin, Münih ve Paris’teki atölye çalışmalarıyla resmini geliştirmiştir. Paul Signac’ın öğrencisi olmuştur. Davet edildiği Mısır’da saray için resimler yapmıştır. Roma’da Papalık Müzesi için yaptığı çalışmalarla ünlenmiştir.. Sanatçı portre ve peyzaj dallarında yapıtlar vermiştir. Atatürk’ün 20 Eylül 1924 tarihinde, Balkan Savaşı sırasında Rauf Bey (Orbay) komutasında başarılı deniz çarpışmalarıyla ünlenen Hamidiye Kruvazörü Subay Salonu’na armağan ettiği bir fotoğraftan bakarak yaptığı Atatürk portresi (Resim için tıklayın..), 1981 tarihini taşımakta olup, halen İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunmaktadır. Tablonun sol tarafında yer alan, Osmanlı Alfabesi ile yazılmış yazı, fotoğrafta aynı yerde bulunan, Ata’mızın kendi el yazısıyla yazdığı yazıdan, ressam tarafından birebir kopya edilmiştir. Bu durumda tablo Atatürk portresi olmaktan çok, bir Atatürk fotoğrafının yağlıboya resmi olarak nitelendirilebilir.Yazının günümüz alfabesine çevrilmiş şekli şöyledir : “Hamidiye kumanda ve zabitan heyetine seyahat hatırası. 20 Eylül 1340 Gazi Mim Kemal” Bu yazıyla ilgili bilgileri sağlayan ve günümüz alfabesine çeviren Em. Tuğg. Sn. Nurettin Türsan’a kendim ve tüm Atatürk sever okurlarım adına teşekkür ederim. Doğaldır ki, sevgili Atamız için yapılan portreler burada sözünü ettiğimizle sınırlı değildir. Özellikle yakın döneme ait kuşkusuz bir çok sanatçının yapıtları vardır. Ancak gerek yerimizin darlığı, gerekse bu portrelerin yeterli çözünürlükte fotoğraflarına henüz ulaşamadığımdan bu yapıtlardan sadece ikisini sunuyorum. İlk resim, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim görevlilerinden, ressam Aydın Ayan’ın yaptığı Atatürk portresidir (Resim için tıklayın..). İkinci portre, on yıl önce yitirdiğimiz değerli sanatçı Avni Arbaş’a ait ve 1987 yılında yapılmış (Resim için tıklayın..). Minimalist bir anlayışla ortaya konan portrede Ata’nın kararlılığını, görkem ve gücünü, liderlik vasfını açıkça görmekteyiz. Arbaş’ın “Atlı Mustafa Kemal” adlı yapıtından söz etmemek de sanatçıya bir haksızlık olur (Resim için tıklayın..). At üstünde betimlenen Atatürk’ün yüzüne ait hiçbir detay verilmemiş olmasına karşın, işte bu Atatürk dedirten bir bir gücü var bu resmin. Sevgili sanatsever okurlarım, sanatçı kardeşlerimin anımsayamadığımdan ötürü yazımda yer vermediğim diğer yapıtları için kendilerinden özür diler, bilgisayarıma yükleyip arka plan olarak kullandığım Ata portresini her gün görmemin beni ne denli güclü, ne denli uyanık ve kararlı tuttuğunu sizlerle paylaşmak isterim. Gelecek yazımda buluşuncaya kadar hepinize esenlikler dilerim.
Yorumlardeniz gunal
{ 12 Kasım 2013 02:51:15 }
çok değerli bir çalışma. değerli Onur Ayangil'e kendi adıma çok çok teşekkür ederim.
Diğer Sayfalar: 1. bu arada belirtmeden gecemeyeceğim. Arbaş'ın "Atlı Mustafa Kemal" adlı yapıtı en sevdiğim resimlerdendir. Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal ruhunu olağanüstü bir yalınlıkla aktardığını düşünürüm. melbourne'dan sevgi ve saygılarımla deniz
|
| Tüm Yazarlar |
|