İri yarı bir adam, orta yaşa yakın. Yardımcısı gençten biri. Siyah saçlar, esmerce ten. Kırık bir İngilizce. Elektrikçi gerekmişti, ikisi geldiler. Bir yandan çalışıyor bir yandan laflıyorlar, ben de katıldım. Oradan buradan, havadan sudan konuştuktan sonra bir ara sözün bittiği yerde, “Müslüman mısınız?” diye sordu gençten olan. Türk olduğumu biliyorlar, daha önce patronlarıyla konuştuğumuzda sözü geçmişti.
Sordu, yanıtlamama meydan vermeden de başının bir işaretiyle bir köşede duran irice nazar boncuğunu gösterdi. “Bundan anladım.”
“O kültürel bir şey dedim, Müslümanlıkla ilgisi yok.”
Öyle ya, Yunan lokantası Mykonos’un tabelasında da “o” ların birinin içini doldurmuşlar, koyu mavi, beyaz, açık mavi, siyah yuvarlaklar. “O” olmuş nazar boncuğu. Hoş da olmuş.
İkisi de, “Biliyorum, biliyorum,” der gibi başlarını salladılar, gülümsediler. Neşeli, sıcak insanlardı. Daha önce ben öbür odada başka işlerle uğraşırken, kendi aralarında şakalaştıklarını duymuştum. İyi niyetli, işinde gücünde insanlar. Kültürün ortak öğeleri de insanları yaklaştırır. Ben de gülümsedim.
“Biz Lübnanlıyız,” dediler, “Lübnan göçmeniyiz. Müslümanız.”
Orta Doğu kaynıyor. Yeni bir şey mi? Yoo... Ama yeni eklenmiş parçalar var... Karşılarına bir Türk çıkmış. Fırsat kaçar mı? Ardından “Türkiye neler yapıyor böyle?” sorusu geldi.
Dünyanın o yanından çok uzakta da olsak, Orta Doğu’da olan bitenler Avustralyalı Arapları etkiliyor. Esad karşıtı güçlere katılıp savaşmak üzere giden gençlerden tutun da, Sünni köktencilerden tekmeyi yiyen ılımlı Sünnilere kadar...
Elektrikçilerden birinin, gençten olanın keskin düşünceleri var. Fikir yürütüp duruyor. Suriye şöyle... Türkiye böyle... Mısır desen, o da böyle...
Orta yaşlı olanı “Ben politik değilimdir,” dedi, “haberim olmaz ne olup bittiğinden.” Ötekini işaret etti gözleriyle. “Jim izler, gelir bana anlatır.”
Jim güldü, elinde uzaktan kumanda varmış da, o kanaldan bu kanala gezip duruyormuş gibi bir işaret yaptı. “Bir o kanal bir bu kanal ben,” dedi. “Kaçırmam hiç.”
Bu arada ben de düşündüm. Neden Avustralyalı Lübnanlı Arapların adları hep Jim olur ya da Sam? Abarttım tabii, Jalal var, Ziad var... Ama pek çok da Jim ve Sam var... Avustralyalı Yunanlıların hep Nick oluşu gibi...
Politik Jim, biraz sonra damdan düşer gibi sordu.
“Sünni misin, Şii misin?”
Hoppala, dedim kendi kendime, insanlar ne zamandır Avustralya’da birbirlerine Sünni misin, Şii misin diye sorar oldular... Müslümanların geldiği noktaya bakın... Müslümanları bu noktaya getirenler de Müslümanlardan başkası değil elbette.
Eski işimde, uzun yıllar Lübnan asıllı Müslüman biriyle iş arkadaşlığı yaptım. O kadar yıl boyunca bir kez bile Sünni misin Şii misin konuşması geçmedi aramızda. Üstelik yalnızca kimlik belgesinde Müslüman yazan Müslümanlardan da değildi. İslam, büyük ölçüde yaşam biçimiydi. Ramazanda oruç tutar, şirkette arada bir öğle yemeklerinde pizza ısmarlandığında, yalnızca tavuklu ya da vejetaryan olanından yerdi. Benzer kültürlerden geldiğimiz için beni kendisine yakın hisseder, arada bir Avustralya toplumunun beğenmediği yönlerine atar tutar rahatlardı ve bir kez bile Sünnilik Şiilik sözü etmemişti.
Şimdi ise bizim iyi niyetli, çalışkan elektrikçiler için Sünnilik, Şiilik merak konusu oluyordu.
Son birkaç hafta içinde bir şey daha fark ettim.
Sidney’in Arapları Erdoğan’dan hoşlanmıyorlar.
İnsan bazen belli bir şeye dikkat etmeye başlayınca, sık sık aynı şeyi görür, duyar, yeniden fark eder ya, ben de üst üste Lübnan ya da başka bir Orta Doğu ülkesinden göçmüş Arapla karşılaştım son günlerde. Şu anda Avustralyalı Araplar arasında bu konuda bir araştırma yapılsa Sidney’in Araplarının Erdoğan’dan hoşlanmadıkları sonucunun çıkacağına karar verdim.
Geçenlerde bir mağazada kendi aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyan satıcı yanımıza gelip, “Türksünüz sanırım, hoşgeldiniz,” diye söze başladı. Aradığımız ürünle ilgili bilgi verdikten sonra, Lübnanlı olduğunu söyleyip, hemen Orta Doğu’da olan biteni değerlendirmeye girişti. Tam da iki Türk pilotun Lübnan’da kaçırıldığı günlerdi, ordan başlayıp, Suriye’den devam etti. Belli ki, bu konuda konuşmayı, sattığı ürünü anlatmaktan daha çok seviyordu, fırsatını kollayıp kaçmasak sürüp gidecekti sohbet.
Kimi bu satıcı gibi, ciddi bir tavırla eleştiriyor Türkiye’nin dış politikasını, kimisi, “herkesle arayı bozdu adam, komşuların hepsiyle sorunlu, işe bak ya,” deyip, ha ha ha gülüp dalgasını geçiyor Erdoğan’la.
Katılmasaydım dediklerine, bilirdim sözü ağızlarına tıkamayı...