|
Eskiden Tutunduğu Duvarı Tutuyor ŞimdiKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 10 Ocak 2008 08:57:20 Ne çok insan ülkesini bırakıp gitti yeni acılarla tanışmaya. Zaman, değişik bir dili konuşarak dağda, gurbette çok farklı işler. Doğunun bilinen öyküsünü yalın bir dille bir kez daha gözler önüne seriyor Ferit Edgü. Tüylerim ürperdi kitabı okurken.
Berlin Günceleri 8- 14 Aralık 2007 8 Aralık, Cumartesi Büyümenin Türkçe Tarihi (Eylül 2007), bir Murathan Mungan seçkisi. Çoğu benim de etkilendiğim öyküler. Kitabı yanımdan ayırmıyorum hiç. Unutulmayan, çok etkilenilen öyküler üstüne yazılanlardan farklı tatlar devşiriyorum: “Bu kitabın konukları olan on iki yazar, bu kitap için özel olarak yazdıkları denemelerde kendilerini büyüten hikâyeleri, bu hikâyelerle kurdukları kendi büyüme ve kavrama serüvenlerini anlatıyorlar.” Yitik Kent: Ankara dosyası yüz yetmiş iki sayfa oldu; şimdilik. Hem dosya, hem de ben biraz dinleneyim istiyorum. Ne diyordu Cemal Süreyya? “Ankara Ankara Ey iyi kalpli üvey ana!” 9 Aralık, Pazar 23 Aralık 1917. Pazar. Saat: 11.00. Atatürk, Veliaht Vahdettin’le birlikte Berlin’in Friedrichstrasse istasyonunda trenden iniyor. Alman Dışişleri Bakanlığı yetkililerince törenle karşılandıktan sonra, o yılların en konforlu oteline, Adlon’a götürülüyor. Türk heyeti Berlin’de on gün kalıyor. 15 Aralık 1917’de başlayan Almanya gezisi, 21 gün sürüyor. Almanlar Türklere 1. Dünya Savaşı’ndaki savaş ve asker konumlarını göstermek için bu geziyi düzenlemişler. Atatürk, 90 yıl önce Berlin’e geldiğinde kaldığı otelde anılacak. Ben de “Atatürk ve Çağdaşlık” konusunda Dr. Ufuk Yaltıraklı ile birlikte bir konuşma yapacağım 23 Aralık Pazar günü. “O, hayatını yaşadığı gibi yazmamalı; yazacağı gibi yaşamalı. Başka bir deyimle, yaşamasını dilediği kalıba sokmalı; kısacası, nasıl olmak istiyorsa öyle olmalı.” (A. Gide) Son günlerde Atatürk’le fazla haşır neşir olduğum için mi Gide’nin 1892’de yazdıklarının altını çizdim acaba? 2. Advent. Ceviz , fındık masadaki yerlerini aldı. Geçen yıl bu aralar kürdeydim Heine’nin de kaldığı bir klinikte. Tuttuğum günlükte kahvaltı için şunları yazmışım. “Kahvaltıda karpuzla greyfurt vardı meyve olarak. Karpuz beni Ayvalık’a götürdü, bir de Sait Faik’in unutulmaz “Bir Karpuz Sergisi” öyküsüne. 10 Aralık, Pazartesi. Rahime’nin yeniden guatr ameliyatı olacağı kesinleşti. Oysa 23 yıl önce olmuştu. Benim de burnumda tıkanma, daralma var. Ben de ameliyat olmak zorundayım. Geceleri boğazım, ağzım çok kuruyor. Sık sık uyanıp su içmek, ağzımı, boğazımı ıslatmak zorunda kalıyorum. “Ölesiye sürdürmek. Yaşamayı ve yaratmayı. Sol memesinin altına sıktığı iki kurşun bile, hemen orda, buğday tarlasında, Temmuz güneşinin altında, tüm çektiklerini sona erdirmeyecektir.” (F. Edgü, Van Gogh, Yüz Yıl Sonra) 11 Aralık, Salı Binbirgece. Senaryo yazarları arasında tanıdıklarım olduğundan mı, yoksa güçlü oyuncularıyla, anlatımıyla sürükleyici olduğundan mı hiç kaçırmadan izliyoruz bu diziyi? Masallar gibi çok katmanlı, uçları geniş, dramlarla dolu yol alıyor dizi. Yüz elliye yakın diziyi izliyormuş halkımız. Sinemaya, tiyatroya, müzelere, sergilere, kültürel ve sanatsal etkinliklere gitmeyenler ekranlarına gelen dünyaya gözlerini mi kapasınlar? Cumhuriyet’in internet baskısından Adnan Binyazar’ın “Güzellik Düşmanları” üstüne yazdıklarını okuyorum. Gaziantep’te açılan nü sergisinin sansürlenmesinin ayıbını da yaşadı Türkiye. “Sanatçı, gerçeği yansıtıp, o güne değin düşlemlerden bile geçirilmeyen güzellik duygusunun yaratıcısıdır. “ dedikten sonra Adnan Binyazar, şunları da yazıyor: “Gerçeklik, kadının kalçasında ise resim odur; bir yaşlının buruşuk yüzünde ise o, teşrih masasındaki kadavrada ise o, çocuğun lekesiz gözlerinde ise o...” Öyle, “Çıplaklığın güzelliğini sergilemek sanattır.” Nü yapan ahlaksız değildir. Asıl ahlaksızlık “Kadını mala dönüştürüp satışa çıkaran güzellik düşmanlarının yaptığıdır.” Mektup-Kart: “Ben de besleyenler kervanına katıldım mahalledeki sokak kedilerini; kültürlü, rugan ayakkabılı. Hepsi tam bir sokak kedisi. Kendi aralarında daha memnunlar. Benim bacaklarıma değil de birbirlerine sürtünüyorlar. Alman denetim memurları gibi ayrıksı. İçrek.” 12 Aralık, Çarşamba 23 Aralık konuşmasının metni üzerinde çalıştım epeyce. Her yer bembeyaz deyince ağaçlar da anlaşılmalı. Kar değil, kırağı. “Kocamış bir sarmaşık, eskiden tutunduğu duvarı tutuyor şimdi” (André Gide) 13 Aralık, Perşembe Türkiye’den hiçbir edebiyat dergisi gelmedi daha. Gurbet burası diyorum kendime, unuttun mu? Ferit Edgü’nün Yaralı Zaman (Eylül 2007) romanı çok sarsıcı. “Bir Doğu Yolculuğundan Notlar”da “İnsan yurdunu bırakıp gider mi?” diye soruyor romanın kahramanı. Ne çok insan ülkesini bırakıp gitti yeni acılarla tanışmaya. Zaman, değişik bir dili konuşarak dağda, gurbette çok farklı işler. Doğunun bilinen öyküsünü yalın bir dille bir kez daha gözler önüne seriyor Ferit Edgü. Tüylerim ürperdi kitabı okurken. “Bilmez misin ki bu dağların ağaçları kayalardır.” Havanın giderek soğuyacağını söylüyor meteoroloji uzmanları kar sözcüğünü ağızlarına almadan. Kardan söz eden yok. 14 Aralık, Cuma Adnan Binayazarlarda, yemekte. Salı günü yayımlanacak yazısını herkesten önce okumama izin verdi. Yazıda, çok sık duyduğumuz, artık içi iyice boşaltılan, farklı bir işlevi olan “Türkiye Seninle Gurur Duyuyor” konusunu işlemiş. Şu cümle günümüz Türkiye’sini nasıl da gözler önüne seriyor: “İnanç, gümüş yüzük takmak, benzer bıyık bırakmak, filozofu din hatibi edasıyla konuşturmak ise, bu inanç değil, ev papağanı mukallitliğidir.” Halkımız o kadar çok insanla gurur duyuyor ki, bilmem o gurur duyulan kişilerde gurur murur olmadığını bir gün anlarlar mı? Halkın övgüsü her zaman geri tepen bir silah gibi diye düşünüyorum. Bugün gurur duyar, yarın idama giderken yüzüne tükürür. “Kadidjan da seni mutlu etsin.” “Koca gözlü kediler” de.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|