İki arkadaşıma rastladım, Cumartesi öğle sonrasıydı. Kitap kulübüne gittiğim günlerden tanıyordum onları, çoktan görüşmemiştik. İstanbul, Taksim pek alışkın olunmadığı biçimde Avustralya televizyonunda ve gazetelerinde boy gösteriyordu. Gezi Parkı olaylarından söz ediyorduk ki, arkadaşımın kızının okulda akran zorbalığıyla karşı karşıya geldiğini öğrendim. Zorbalık her yerde aynı.
Ülke halkı ya da okuldaki savunmasız bir çocuk olsun, zorbalar, zorbalık ve sonuçları birbirine benziyor.
“Umarım ailen iyidir, herhangi bir sorun yoktur,” dediler önce. Sonra neler olduğunu sordular.
Burada, tepkiler çoğunlukla bu türden olur. Örneğin Türkiye’nin herhangi bir yerinde düşük şiddette deprem olduğunu duysunlar, “aklımıza hemen sen geldin, umarım ailen iyidir,” derler. Türkiye’de bir tarihte büyük bir deprem olduğu kalmıştır akıllarında. İstanbul, Muğla ya da Van birbirine ne kadar uzaklıkta tam olarak bilmediklerine göre de, Türkiye’nin herhangi bir yerindeki deprem ailemi tehdit ediyor olabilir.
Ailemi düşünmeleri güzel de, halkın geri kalanı yokmuş gibi söz etmeleri bazen tuhaf gelir. Ama onlar da ne yapsınlar? Düşüncesizlikten değil tam tersine düşünceli oldukları için sorarlar bu soruyu. Birdenbire her şeye çözüm getirip Türkiye’yi deprem çizgisinin dışına çıkaracak ya da toplumun her kesiminde insan haklarının geçerli olduğu, huzur ve barış içinde bir özgürlükler ülkesi yapacak değillerdir ya. Ailemin iyi olduğundan emin olmak istiyorlardır en azından. O da güzel... Neyse, zaten ailemden sonra, neler olduğunu, bütün bu eylemlerin niye olduğunu sordular.
Kahve içeceklermiş, “vaktin varsa sen de gelsene,” dediler. Kafelerden birine girdik.
Arkadaşlarımın biri Mısır asıllı Avustralyalı. Türkiye’de yaşananların Mısır’dakine benzer olup olmadığı sorusunu ortaya attı. “Ortadoğu’da halk demokrasiye hazır değil,” dedi. “Batı yanılıyor, tanımıyor Ortadoğu’yu. Sanıyorlar ki, Ortadoğu’ya gökten zembille demokrasi indirebilirler. Arap baharıyla Mısır’a demokrasi geleceğini sandılar. Ortadoğu demokrasi nedir bilmiyor, gökten indirip versen ne olacak, demokrasiyi kullanamaz ki.”
Arkadaşımın halkına güveni bu kadarcıktı.
Türkiye’de yaşananların farklı olduğunu söyledim. Burada yinelememe gerek yok, günlerdir her yerde konuşuldu, yazıldı. Nedenleri anlattım kısaca.
Diğer arkadaşım keyifsiz gibiydi.
Bir an durakladık, kahve fincanlarımıza uzandık hepimiz birden. O zaman konuştu.
“Zorbalıktan söz ettin de,” dedi, “Zorbalık her yerde aynı. Topluluklara da yapılsa, bir tek kişiye de yapılsa. Kızımın okulunda var aynı olay. Üstelik kızım da payını aldı, alıyor. Başka sınıftan bir kız öğrenci Jennifer’la uğraşıyor. Ders aralarında onunla dalga geçiyormuş. Saçının renginden giydiği ayakkabıya dek... Yediğine içtiğine, kantinden aldığına karışıyormuş. Jennifer’in arkadaşlarından bazılarına onunla ilgili yalanlar söyleyip uzaklaştırmış. Çocuk evde suskunlaşmıştı, bir tuhaflık olduğunu seziyorduk. Sonunda bir gün bir öfke nöbeti, bağırma, ağlama... Patlama... O zaman anladık. Normal mi şimdi bu kızın davranışları? Böyle biri normal mi? Aslında tedaviye gereksinimi var kızın ama haksızlığa uğrayan kendi çocuğun olunca, ötekiyle empati kuramıyorsun. Bir tek Jennifer da değil... Aynı kızın ezdiği, zorbalık ettiği başkaları da varmış. Birbirlerini buldular bir şekilde. Şimdi beraber hareket ediyorlar. Okula beraber gidip gelip, ders aralarını birlikte geçiriyorlar. Geçen gün kız sataşacak olduğunda, üçünü birden karşısında bulunca uzaklaşmış yanlarından. Okul yönetimine de haber verildi. Onlar da ilgilenecekler. Ama hala canım sıkılıyor... Şimdi de zorbalık deyince... Senin ülkende olanları konuşunca... Birden aklıma geldi... Buralarda bir yerlerdeler kızlar, Jennifer’le arkadaşları... Alışveriş merkezindeler, bir bakayım neler yapıyorlar.”
Telefonunu çıkarttı çantasından.
eline sağlık saba öymen, bu yazılar çok samimi. kutluyorum. aman devam.