Hayatın biçimsel öğeleri sabit bir hızla, gözümüzün önünde değişiyor. Tam da bu nedenle, göz göre göre değiştiği için, değiştiğini neredeyse algılamıyoruz. Bugün eski albümlerden birinde, iki kadın ve bir çocuğun olduğu fotoğrafa azıcık şaşkınlıkla baktım. Kadınlardan biri ben, yıllar önce bir arkadaşımla birlikteyken, çocuklarımız küçükken çekilmiş bir fotoğraf. Çocuklar büyüdüler, biz yaşlanıyoruz. Ama durun canım! Yıllar önce dediysem, o kadar da uzun zaman geçmedi. Ama bu uzun kloş kot etek?
Bu uzun kloş kot etekli, belinde kalın bir kemer olan, üzerine açık renk bol bir hırka giymiş kadın ben miyim? Nasıl olup da ben farkına varmadan bu denli değişti giydiklerim? 1995 de çekilmiş resim. Bakın... 1950 ler, 60 lar olsa anlayacağım, 70 ler bile olsa anlayacağım. İşte onlar eski... Ben böyle hissediyorum. Çünkü 1950 ler benden öncesi... 1960 lar, 70 ler çocukluk, ilk gençlik yıllarım. Eski olmaya hakları var. Ama 1990 lar? Benim artık neredeyse bugünkü bene yaklaştığım yıllar. Canım, o kadar da eski değil diyesi geliyor insanın ama eskimiş işte... Değişen dünya görüşlerimizden; yeryüzüne, insanlara farklı bir olgunlukla bakan gözlerimizden ve kalplerimizden; ağrımaya başlayan eklem yerlerimizden; yüzlerimizdeki kırışıklıklardan; çocuklarımızın artık birer yetişkin olmasından anlamıyorsak... İşte! Uzun kloş kot etekler anlayın artık diyorlar.
Zaman anlaşılmaz bir kavram. İşte takvim işte saat... Anlamayacak ne var? Dün salıydı bugün çarşamba. Üç saat önce sabahtı, kahvaltı ediyordum, şimdi öğleden sonra. Bakın, saati destekleyen güneş de var, saat güneşin sağ kolu değil mi zaten, işte güneş hafifçe aşağıya inmiş. Öğleden sonra güneşi... Akşam üzeri yaklaşıyor. Bu kadar basit. Anlaşılmayacak bir şey yok. Ama olsun... Zaman tuhaf bir kavram. Kim demişti şu sözü, şimdi anımsamıyorum. “Zaman nedir diye sormazsanız bana, çok iyi biliyorum ne olduğunu. Ama sorarsanız , işte o zaman bilmiyorum ne olduğunu.”
Pazartesi günü işyerinde gözümüz saatte çıkışı bekliyor olsak da, gün geçmek bilmese de, cumanın bir çırpıda geleceğini aslında biliyoruz. Ne çabuk geçti hafta, bir pazartesi oluyor, bir cuma diyeceğimizi biliyoruz. Zamanın çok çabuk geçtiğini durmadan dile getiririz. Havadan sudan söz ederken, kimi zaman samimiyetle kimi zaman sessizlik doldurucu olarak. Zaman yürüyor, biz de zamanla el ele yürüyoruz. Yüzümüze yeni çizgiler bir anda yerleşmediği gibi, giydiğimiz kot eteğin biçimi, uzunluğu kısalığı da bir anda değişmiyor. Yavaş yavaş, zamanın içine yayılıyor, zaman biz, biz zaman oluyoruz ve bunu, aynadaki yansımamızdan daha çok, eski bir fotoğrafta yakalanıp kalmış “o an”larda fark ediyoruz.
Bahçedeki manolya bugün çiçek açtı. Dışarı çıkıp bakmaya gittim. Koyu yeşil kalın yapraklar, kadifemsi, krem rengi iki yeni çiçek... Küçük birer kupa biçiminde...Yeni olgunlaşmış... Dokunmaya kıyamadım. İşte bu an... Şimdiki zaman... Tek var olan... Manolyanın görüntüsü zihnimde bir yere yerleşti , zamanın dokusuna karıştı. Bir an sonra ne olacağını bilmiyorum. Daha sonrasını da... Bir an sonra dediğim an, yoksa önce mi, aslında bunu da bilmiyorum. Zaman bizim algıladığımız. Öncesini sonrasını bildiğimizi sandığımız. Geçmişin geçmiş, geleceğin gelecek olduğundan adımızı bildiğimiz gibi emin olduğumuz. Böyle olmayabileceğini hiç düşünmeden. Manolyaları gördüm, sevdim, o an geçti. Artık şimdiki zaman değil o an. Yaşanmış anlardan bir an yalnızca. Ve eğer Einstein’ın dediği gibi geçmiş, gelecek ve şimdi bir yanılsamadan ibaretse, her şey aslında tek bir varoluşsa, uzun kloş kot etek giyip, arkadaşım ve çocuklarımızla parka gittiğimiz o gün de zaman içinde bir gün yalnızca. Ne geçmiş ne de gelecek olan.
Ama boşverin, buna aldırmayın. Her şeye karşın bizim işleyen saatlerimiz, koparılan takvim yapraklarımız ve hep birlikte inandığımız bir zaman kavramımız var. Neler olduğunu anımsadığımız geçmişimiz, bilmediğimiz ama umutla beklediğimiz geleceğimiz ve ikisinden de daha değerli, hayır, belki yanlış sözcük seçtim, değerli değil, daha yaşanası olan şimdiki zamanımız var. Eski resimlere bakıp da, artık sahip olmadığımız bir uzun kloş kot eteği gördüğümüzde zamanın geçtiğini fark etmeye, kimi zaman geçmişi düşünüp hüzünlenmeye, kimi zaman ümitle geleceğimizi tasarlamaya devam edeceğiz. Olması gereken de bu zaten. Ama eski resimlerden ve geleceğe ait umutlu beklentilerden daha değişik, daha güzel olan bir şey var. Manolyaya baktığımızda, onu görmek, onu duyumsuyor ve onu yaşıyor olmak.