|
|
21. yüzyılın başında Türk Ordusu’nun yeni görünümüKategori: Araştırma | 0 Yorum | 30 Nisan 2013 12:03:18 Rusya’nın etkin ve Kremlin’e yakın sivil toplum kuruluşlarından Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden iki uzman Vladimir Avatkov ve Yuliya Tomilova, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin fotoğrafını çekti. Prezidyumunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Basın Sözcüsü, Türkolog Dmitriy Peskov’un yer aldığı Konsey’in Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı eski başbakanlardan Yevgeniy Primakov yürütüyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Sberbank CEO’su German Gref gibi isimler Mütevelli Heyeti’nin üyeleri arasında bulunuyor. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin kurucu ortakları ise; Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya Eğitim ve Bilim Bakanlığı, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya Sanayici ve İşadamları Birliği ile İnterfax Haber Ajansı. Arkadaşımız Ali Rıza Dırık, Avatkov ve Tomilova imzalı bu analizi Rusya Analiz okurları için derledi: * Türk Ordusu, Türkiye Cumhuriyeti var olduğu sürece önemli ayrıcalıklara sahipti ve ülkedeki siyasal yaşamın kopmaz bir parçasıydı. 21. yüzyılın başında Türkiye, siyasal yaşamını, dış politikadaki birtakım önceliklerini, ülke içindeki siyasal ilişkileri köklü olarak yeniden gözden geçirme yoluna gitti. Orduyu aşama aşama siyasetten uzaklaştırma süreci başladı. Ordu daha çok iktidar partisinin etkili bir dış politika yürütme aracına dönüştürülerek ayrıcalıklarını ve bağımsızlığını kaybetmeye başladı. Diğer taraftan, meydana gelen değişiklikler zemininde hükümetin, Türkiye’nin uluslararası arenada otoritesinin sağlamlaştırılmasını, ordunun modernleştirilmesine ve savaş yeteneğinin artırılmasına bağlayan yaklaşımı dikkat çekicidir. Bunun için Türkiye yalnızca kendi kaynaklarını kullanmakla kalmıyor, müttefiklerinden de yardım alıyor. Örneğin, Amerikan “Patriot” füzesinin yerleştirilmesi, hem Türkiye’nin hava savunma sistemini güçlendirmesine, hem de aynı zamanda Ortadoğu’daki pozisyonunu sağlamlaştırmasına katkıda bulunmuştur. Bundan dolayı Türk Ordusu’nun gelişme perspektifleri ve Türk toplumunun yaşamındaki rolü konusu gündeme gelmektedir. Ordunun siyasal rolünün dönüştürülmesi Gerek muhalif güçlere gerekse askeriyenin üst kademesine karşı seri yargılamaların başladığı 2008 yılına kadar ordu, ülkede iç politik sürecin ayrıcalıklı düzenleyicisi idi. Ülkede emekli ve muvazzaf askerlerin, aydınların, gazetecilerin, yani hükümeti devirmek için işbirliği yaptıkları öne sürülenlerin tutuklama dalgasının yayıldığı Ergenekon Davası’nın başlamasıyla birlikte her şey değişti. 2010 yılında yapılan referandum sonucu onaylanan düzenlemeler ordunun siyasal süreçteki rolünü önemli ölçüde sınırladı. Hukuk alanında “Ülkenin Ulusal Güvenliğine ilişkin Yeni Siyasal Belge” ya da “Kırmızı Kitap”ın 2010 yılında kabul edilmesi AKP için ciddi bir zafer oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi yasama ve yargı inisiyatifleri dışında, darbe tehditlerinin tamamen ortadan kaldırılması için genç asker ve subayların eğitim sistemini değiştirme çabası içinde. 2012 Ekim’inde Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer askeri okulların demokratikleştirilmesi ve genç askerlerin eğitim programına İslami esasların eklenmesi düşüncesini desteklediğini ifade etti. Uluslararası bağlamda Türk Ordusu İçerde ordunun siyasetten uzaklaştırılması süreci devam ederken, uluslararası arenada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin otoritesi artmaktadır. Türkiye, NATO ve BM bünyesindeki barış gücü operasyonlarına daha aktif olarak katılmaya, mücadele olanaklarını ve siyasal iddialarını sergilemeye başlamıştır. BM’in Liberya, Fildişi Sahilleri ve Haiti’deki barış gücü operasyonlarına, NATO’nun Afganistan ve Kosova’daki askeri operasyonlarına davet edilmiştir. Bugün Türkiye, dünyada barış ve istikrarı destekleme operasyonlarına katılmak için en önemli polis gücünü veren 15 ülke arasında yer almaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte Türkiye bölgesel lider konumuna gelmek için reel bir olanak ele geçirdi. Mısır ve Libya gibi etkili bölgesel güçler istikrarsızlaştırıldı ve iç ve dış siyasal güçlerin karşılıklı mücadele alanı oldular. İran kuşatma halindeydi ve hala bu durumda. Arap ülkelerindeki muhalif güçlere desteğini açıklayan Türkiye bu koşullarda bir anda bölgesel “kahraman” oldu. Ancak Türkiye yönetimi bölgede yabancı güçlerin katılımıyla askeri bir çatışmanın başlaması durumunda zafer madalyasının galiplere takılacağını, Kendisinin ise hiçbir şey alamayacağını, üstelik bölgedeki durum üzerinde artık etkili olamayacağını anladı. Bu nedenle, Ankara dış politika çizgisini değiştirdi ve bölgede yeni gerçekliklerin oluşumu sürecinde kendi silahlı kuvvetlerinin anahtar rolünü dillendirerek askeri potansiyelini sergileme kozunu oynamaya başladı. NATO’nun İzmir’deki askeri üssü, Libya operasyonlarının komuta merkezi ve askeri uçakların bombardıman için uçtuğu alan oldu. Bugün tüm dikkatler Suriye’ye odaklanmış durumda. Batılı politikacıların bu ülkede kimyasal silah olduğuna ilişkin açıklamaları, yabancı silahlı kuvvetlerin tehdidini reel hale getiriyor. Günümüzde Türkiye, NATO çerçevesindeki işbirliğini kendi çıkarları için kullanmaktadır. Türkiye ve ABD, Beşar Esad’ı devirmek istiyorlar ve bu yolda her iki ülke ortaklaşa hareket edeceklerdir. Bugün ABD Suriye’deki iç çatışmalara müdahale etmek yoluyla bu ülkede savaşmak için yeterli olanaklara sahip değildir ve bu yönde isteksizdir. Türkiye’nin bölgede bulunması ve Suriye’deki savaşa katılması, NATO’nun bu sorunu başkalarının eliyle çözmesine yardımcı olabilir. Suriye’ye askeri müdahalenin başlaması şimdilik Rusya ve Çin’in çabaları sonucu ertelenmiştir. Rusya da Türkiye gibi bölgede kendi konumunu sağlamlaştırmak istiyor, ama askeri güç yardımıyla değil, istisnai olarak diplomatik yollarla. Moskova, Türkiye’nin Suriye sınırına NATO’nun 2013 yılında kullanmayı planladığı “Patriot” füzeleri yerleştirme kararına olumsuz tepki göstermiştir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 Aralık ayı başındaki Türkiye ziyareti, her iki ülke yönetiminin Suriye sorununa ortak bir bakış açısı geliştirmelerine katkıda bulunmak zorundaydı. Ancak taraflar bir türlü Suriye’deki durumun istikrara kavuşturulması olan başlıca amaca erişmek için ortak yaklaşım üretememişlerdir. Bu durumda Türk Ordusu, ülkenin, resmi olarak ilan edilmiş olmasa da, fiilen uygulanmakta olan yeni dış politika çizgisinin yürütülmesi için istisnai olarak bir araç konumundadır. Türkiye tıpkı kendi yakın müttefiki ABD gibi askeri güç kozunu oynamakla kendi barışçı devlet imajından gitgide uzaklaşmaktadır. Türk Ordusu’nun modernleştirilmesi Suriye senaryosu Türkiye için NATO ve ABD’nin dürüstlüğünün testi olacaktır. Bunun için de savaş yeteneğine sahip ve modernleştirilmiş bir ordu gerekmektedir. 2012 yılı itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mevcudu 700 bin civarındadır ve sayısal olarak NATO’da ABD’den sonra ikinci, dünyada da altıncı sıradadır. Bununla birlikte Türk Ordusu’nun sorunu, yeterince modern silahlara sahip olmamasıdır. Bugün Türk ordusunun elinde bulunan silahlarının önemli bir bölümü ABD ve İsrail’den ithal edilmiştir. Türkiye’nin bazı silah türlerini tamamen ithal etmesi gerekmektedir. Ancak sırf yabancı teknoloji ithal ederek orduyu modernleştirmek Ankara’nın işine gelmemektedir. Türkiye için ilk öncelik kendi askeri sanayi kompleksini geliştirmektir.2012 yılı başında Türkiye Savunma Bakanlığı Savunma Sanayi Dairesi 2016 yılına kadar askeri sanayi kompleksini geliştirme planı sunmuştur. Bu plan uyarınca 2016 yılına doğru Türkiye büyük bir ulusal savunma sanayisine sahip ilk on ülke arasına girmek niyetindedir. Türkiye’nin silahlı kuvvetlerini kendi askeri sanayi kompleksi sayesinde modernleştirme çabası içinde olduğu açıktır. Ama yine de Türkiye silahlı kuvvetlerin güçlendirilmesine hissedilir bir katkı sağlayan topçu silahları başta olmak üzere şimdilik yabancı silah ve askeri teknoloji ithal etmek zorundadır. Sonuç olarak, Türk Ordusu’nun iç ve dış politikadaki rolünün dönüştürülmesi süreci tüm hızıyla sürmektedir. Bir süre sonra ordu, iç siyasal sürece katılma olanağından tümüyle yoksun kalacaktır. Diğer yandan da Türk silahlı kuvvetlerinin, bölge sınırları dışında olmak da dahil, uluslararası barış gücü faaliyetleri ve askeri operasyonlarındaki önemi artacaktır. Bunun yanı sıra, hem kendi askeri sanayi kompleksini geliştirmek yoluyla, hem de NATO’nun katkılarıyla Türk silahlı kuvvetleri seri olarak modernleştirilecektir. Ortadoğu ülkeleri ve Rusya için en büyük tehlike, Türkiye’deki iktidar partisinin artmakta olan dış politik hırslarıdır. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” gibi yapıcı ve yenilikçi dış politika çizgisi, “Arap Baharı’nın” başlamasıyla birlikte önemli bir dönüşüme uğradı ve yaratıcılığın yerini saldırganlık aldı. Türkiye’nin dış politikasında anahtar bir değişiklik oldu ve Türkiye yalnızca bölge liderliği talebi olan bir ülkeden, önde gelen bölgesel bir güce dönüştü. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Türkiye’nin “Ortadoğu’daki yeniden yapılanmanın öncüsü olacağını” ve “Yeni Ortadoğu’nun sahibi” olarak kalacağını defalarca dile getirdi. Şimdi Türkiye’nin bölgedeki bu pozisyonunu güçlendirmesi ve bir de bunu meşru kılması gerekmektedir. Bu nedenle Suriye sorunu konusunda Türkiye’nin NATO ile işbirliği oldukça önemlidir. Suriye’ye askeri müdahale durumunda Türk Ordusu operasyonların yürütülmesinde belirleyici bir rol oynayacaktır ve Türkiye, Suriye ve Ortadoğu’nun “meşru” sahibi olacaktır. Rusya ile ilişkilere gelince, Suriye konusunda ortak tutumları olmasa da, bu ilişkiler istikrarlı olarak gelişmekte ve sağlamlaşmaktadır. Ve yine de Türkiye’nin NATO yönelimi ve bölge açısından barış getirmekten çok istikrarsızlaştıracak bir politika yürütmesi, Türkiye-Rusya ilişkilerini önemli ölçüde zora sokabilir. Bu nedenle, Türkiye’yi diyalog yoluna çekmek ve Suriye sorununun güç yöntemiyle çözümünün önüne geçmek Rusya için oldukça önemlidir. Yazarlar: Vladimir Avatkov - Rusya Dışişleri Bakanlığı Moskova Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Yakın ve Ortadoğu Dilleri Askeri Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Yuliya Tomilova - Rusya Dışişleri Bakanlığı Moskova Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Rusça’dan çeviren: Ali Rıza Dırık – Rusya Analiz - @RusyaAnaliz Kaynak : rusyaanaliz.com
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|