Sam Mirza'nın aktardığı bu olayı geçenlerde okudum, öyle anlamlı ki paylaşmadan olmayacak. Olayın baş kahramanlarına gelince... Bir giriş yapalım. Asıl oğlan, Habibi adlı gizemci Türkmen ozanı . Adsız kahraman da Sultan Yakub'un bir subayı. Olay büyük olasılıkla 1480 lerde geçiyor, Akkoyunlu topraklarında. Hani, Akkoyunlu toprağı neresidir derseniz... O yıllarda şöyle, Kafkas dağlarından Diyarbakır'a oradan Umman denizine uzanır gider. Bir yanı Horasan'dır öbür yanı Fırat. O topraklara ne olmuşdur, bir toprak ne zaman, nasıl, kimin olur derseniz....
Ooooo....O apayrı, upuzun, kanlı mı kanlı kirli mi kirli bambaşka bir anlatı olur, herkes bir yerinden işine geldiği gibi çekiştirir.
Biz gelelim Habibi ile adsız subaya.
Sultan Yakub, ava çıktığı bir gün yamaçta oynayan kuzuları görmüş. Merak etmiş, kimindir, subaylarından birini –bizim adsızı- göndermiş öğrenmesi için. Adsız sormuş, yanıt alamamış. Önce adını vereymiş, belki Habibi de alttan alırmış ya... Anlatı bu... Bizim adsız bir daha sormuş.
Subay: Bu kuzular kimindir?
Habibi: Koyunların....
Subay: Onu sormadım. Köyünüzün büyükleri kimlerdir?
Habibi: Öküzler herkesden büyüktür.
Subay: Ben onları da sormuyorum! Şimdi diyelim ki sizin köyünüze gelenler oldu, onları kimler karşılar, onu soruyorum?
Habibi: Senin gibi bir yabancı köye geldiğinde, onu köyün kapısında köpeklerimiz karşılar.
Subay: Vay.... seni gidi... bir kovalamalıydım ya seni!
Habibi: Kovala ki.... Arkadaşların gitti!
Subay geri dönüp, konuşmayı Sultan Yakub’a anlatır. Sultan’ın pek hoşuna gider bu çocuğun zekası, cesareti. Onu sarayında koruması altına alır. Çok iyi bir eğitim gören Habibi ise, yazdığı şiirlerle Fuzuli’yi bile hayran bırakarak hakkını verir zekasının, tüm emeklerin...
Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup göçer gider bir gün, devleti mirasçıları elinde paylaşılamaz. Bu kez başka bir Türkmen, Safevi devleti kurucusu Şah İsmail’in egemenliği altına girer Akkoyunlu’lardan kalanlar. Elbet Habibi de, şiire, sanata, kültüre büyük önem veren başka bir Türkmen sultanının, Şah İsmail’in koruması altına girer. Her ikisi de birer ozan olan, Şah İsmail ve Habibi, sultan demeden kul demeden dostluk kurarlar.
Aktarılanlar böyle göstermekteymiş.
Habibi’nin yaşamı, şiiri, yaşadığı dönemin gelişmeleri, gizemcilik nedir, gizemci ozan nasıl olunur, sevdiğimiz ulu gizemci ozanlar kimlerdir elbette uzun uzun konuşmak gerek... Ama genç Habibi ile bizim adsız subayın eğlenceli konuşması, belki öz yaşamımıza, ön yargılarımıza bizi bir baktırır, o bakışla bir şeyleri değiştirme arzusu da duyarız diye yazıldı bu yazı.
Habibi’nin divan’ından, yazdıklarından günümüze çok fazla bir şey kalmadığını da ekleyelim. Topu topu 47 şiir. Olsun. Onları bize bu günlere ulaştıranların emeğine sağlık olsun, aşk olsun diyerek sözü Habibi’nin bir şiiri ile bağlayalım...
Türkmen dilinde
| Türkiye Türkçesinde
|
Mehellem kübceninin gûşesidir, Sığıncım, bürcüm ü barım, xerâbet. Girov olsun da pîr-i mey-fürûşe Müreqqe cübbe, destârım, xerâbat.
Ümîdim bâd etme, bade vergil, Ey âb u xâkim ü nârım, xerâbat.
Enasir, şeş cehât ü heft kövkeb, Bu doqquz çerx-i devvârım, xerâbat.
Eğer sûfî vücûdi nur olursa, Hedîs ü neql ü exbârım, xerâbat.
Kelâm ü hikmet ü elm-i ledünni Menim mehrimdir, envârım, xerâbat.
Beyân ü mentîq ü qânûn-i heyet, Qezel, gövlile eş'arım, xerâbat.
| Mahallem ocağının köşesidir, Sığıncım, kalem ve hisarım, meyhane. İçki satan ihtiyara kalsın da, Yamalı cübbemle sarığım, meyhane
Ümidimi boşa çıkarma, içki ver, Ey ateşin ve suyun hakimi, meyhane!
Dört unsur, altı yön, yedi yıldız, bu dokuz kat gökyüzüm olan meyhane! Eğer sofuların vücudu ışık oluyorsa hadis, nakil, tarihim, meyhane. Kelam, hikmet ve ledün ilmi benim güneşimdir, ışığımdır, meyhane
Beyan ve mantık ve hayat kanunu, Gazel, sözlerimle şiirim, meyhane.
|
***
Kaynaklar:Sam Mirza (1517-1576, Şah İsmail'in oğlu) – Tuhfe-i Sami
Nejat Birdoğan – Alevi Kaynakları 1 – Kaynak yayınları
Kültür ve Turizm Bakanlığı – Habibi eKitap