|
XX. Yüzyılın Avant - Garde SanatçısıKategori: Unutulmayan Yapıtlar | 2 Yorum | Yazan: Onur Ayangil | 07 Kasım 2012 22:41:23 Bu yazımda ünlü Katalan ressam Joan Miró'dan söz etmek istiyorum. Özellikle 1924 sonrasında yaptığı resimleriyle tanıdığınız ve sevdiğiniz soyut sürrealist sanatçının sanat tarihi açısından bence en önemli niteliği, figüratif resme karşı bir reaksiyon olarak 1912-13 yıllarında ortaya çıkan ve kısa sürede benimsenip yayılan soyut resmi tek başına bir akım olarak kabullenmek yerine, başka akımların anlatımı için bir yol, bir tarz olarak görmesi ve bu anlayışla kullanmasıdır. Tıpkı 1905 yılında bağımsız bir akım olarak beliren fovizmin ileriki yıllarda diğer akımların anlatımında yararlanılan bir renkçi anlayışa dönüşmesi gibi.
Binlerce yıldan beri doğa gerçekliğinden yararlanmasından ötürü ters doğmuş sanat niteliğinde yol alan resim sanatı, XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde doğanın biçimlerinden soyutlanıp, özgür ufuklara yelken açmanın yollarını bulmuştur. Doğa gerçeklerinden kaynaklı resim sanatının absürtlüğü, doğa gerçeklerinin üç boyutlu olmasına karşın resim düzleminin iki boyutlu olmasından doğan paradokstan ve sanatçının doğanın gerçeği olan üçüncü boyutu verebilmek için bir takım yanılsamalara başvurmasından ileri gelir. İşte bu tersliğe son veren soyut sanat neo plastisizm (1912) ve süprematizmden (1913) soyut ekspresyonizme dek (1946) soyut için soyut anlayışıyla varlığını sürdürmüştür. Sürrealist sanatı soyut anlayışla yorumlayan Miró ise, gerçeğin ötesinden kaynaklanan konunun doğal gerçekliğin biçimleriyle değil, gene gerçeğin ötesinden gelen biçimlerle betimlenmesinin yolunu açmakla bir ilke imza atmış olmaktan da öte, soyutun bir konuyu anlatabilmek için tek başına bir yol olduğunu da kanıtlamış bulunmaktadır. İşte bu yönüyle Miró avant-garde bir sanatçıdır. Zira o, daha sonraları bir çok akımın anlatımında soyuttan yararlanmanın önünü açmış bulunmaktadır. Şimdi ana hatlarıyla bu sanatçının yaşamını ve sanatını irdeleyelim. Joan Miró 20 Nisan 1893 de Barselona’da doğmuştur. Ailesi sanat eğitimi almasını istemediğinden, normal bir liseye giden Miró, burada başarılı olamayınca bir ticaret okulunda eğitim görmüştür. Okulu bitirdikten sonra kısa bir süre memurluk yapan Miró sevemediği mesleğinin de etkisiyle ruhsal bunalıma girince çocuklarının kötüye gittiğini gören ailesi tarafından bir Güzel Sanatlar okuluna yerleştirilmiştir. Sanatı tanıması, sevmesi ve çağdaş akımlar hakkında bilgi sahibi olmasını, buradaki hocası Francisco Gali’ye borçludur. Miró, resimlerinde metaforik bir anlatımdan yararlanmanın, bunun için de, doğayı ve aşkı şiirsellik içinde betimleyecek sembolleri keşfetmenin yollarını buldu ve resimlerinde bu sembolleri kullandı. Rönesansın Alman temsilcisi Hieronymus Bosch’un eserlerini derinlemesine inceleyen Miró, kullandığı sembollerin çoğunu üretmek için bu Rönesans sanatçısının yapıtlarından esinlendi. Bosch’un şeytansı figürlerine, böcek ve gizemli yaratıklarına, bir ölçüde yalınlaşıp, simgeleşmiş haliyle Miró’nun yapıtlarında da rastlıyoruz. Sanatçı doğayı, doğanın bizlere sunduklarına alışık olmayan, çevreye yabancı gözlerle ama aynı zamanda insana Tanrı’nın sunduğu tüm zekayla gözlemlercesine betimlemek istiyordu. 25 yaşından sonra kimi zaman Paris’te, kimi zaman da İspanya’da yaşadı. İlk resimleri Van Gogh ve Cézanne etkisindeydi. 1921 yılında Çiftlik adlı resmini yaptı. Bu resimde sanatçının kendine özgü bir anlatım tarzı edindiğini görüyoruz. 1924 yılında sürrealistlerle bir araya gelen sanatçının bu yıl içinde yaptığı Sürülmüş Tarla ile Arlekino Karnavalı adlı resimleri onun ilk sürrealist yapıtlarındandır. Her iki yapıtta kullandığı simgelerde de, yukarıda sözünü ettiğim Rönesans ressamı Hieronymus Bosch’un etkisini görmek olası. 1924 yılından sonra yaptığı yapıtlar artık bizim aşina olduğumuz ve sevdiğimiz soyut tablolardan oluşmakta. Sanatçı bu yapıtlarında, Bosch’dan esinlenerek oluşturduklarına ek olarak geliştirdiği simgesel biçimler aracılığıyla, soyut sürrealist bir dil kullanmıştır. Miró bu soyut simgeleri kullanma konusunda şöyle diyordu : “sanki kafamdaki somut bir betimlemeye uydukları anda tuale aktardığım simgeler gerçeğin bir parçası değilmiş gibi.” 1925 tarihli Dans eden Kadın tablosu bu özel dilin yer aldığı yapıtlarından biridir. 1930 lu yıllarda geçirdiği sanatsal bunalımlar onu bir tür anti-sanat’a yönlendirmiştir. Bu dönemde yaptığı bir resmi gösteriyor. Sanatçının bir başka özelliği de, kompozisyonlarında bir tokat gibi birden bire patlayan şaşırtıcı ve çarpıcı bir lekenin ya da bir biçimin kullanılmasıdır. Bu konuda da Miró şöyle demekteydi: “eserlerimin maddesine giderek daha büyük bir önem atfediyorum. İzleyiciye, daha düşünce devreye girmeden ulaşması gereken o şaplağı indirebilmek için zengin ve güçlü bir şey bana zorunlu gibi görünüyor.” 1938 tarihli, Denizin Karşısında duran Kadın adlı yapıtı dairelerden oluşmakta; insanın suratında patlayan bir tokat duyusu veren bu kırmızı dairelerden biri güneşi, kadının sağ eliyle tuttuğu diğeri de bir yıldızı simgelemekte. Karanlıklar içinde kalmış kadınsa güneşten yayılan ışınları tutmak sevdasında. Kadının giysisi üstündeki, güneş ve yıldızı öykünen iki küçük daireyse, kadının da aslında çevresinin bir yıldızı olduğunu vurgulamak istiyor. Sanatçının gene 1938 yılında yaptığı Kadın Başı adlı yapıtı da oldukça ilginçtir. Çürük dişlerini gıcırdatarak lanetler okuyan bir cadaloz görüyoruz. Bu yaşlı ve çirkin kadın anneliği simgeliyor. Miró korkunç, her şeyi yiyip yutan, yok eden bir canavar olarak betimlemiş annelik içgüdüsünü. Bir kadına Aşık Rakamlar ve Yıldızlar adlı, 1941 tarihli bu resimde de sanatçının çok kullandığı göz simgesini görüyoruz. 1948 yılında Miró geniş fırça darbeleri eşliğinde ince fırça ile oluşturulmuş figürler kullanmaya başladı. Kırmızı Güneş adlı bu tablosunda sanatçı parlak mavi alanın oluşturduğu pencereden dairesel kırmızı lekenin simgelediği güneşi gösteriyor. Güneşin getirdiği mutluluk, ikinci kırmızı dairesel lekenin üzerindeki figürde açıkça okunuyor. Sağ alt köşedeki bir başka figür bu mutluluk sahnesini izlemekte. 1954 yılı resimlerinde sanatçının bir tür puantilizme yöneldiğini görmekteyiz. Bu küçük noktaları boyaya buladığı parmak uçlarıyla yapmakta. Bu noktalar şekle bir devingenlik ve çekicilik vermekte, aynı zamanda da dikkatimizi uzaydaki makrokosmik cisimlere ve bir gün onların donma riskinin getireceği tehlikelere çekmekte. Miró 1961 yılında, Mavi adını verdiği 3 resimlik oldukça minimalist seriyi yaptı. Bu resimde siyah noktaların ve kırmızı çubuğun mavi zemini nasıl titreşime soktuğuna, onu ne denli devinir kıldığına tanık oluyoruz. Sanki mavi ulaşılamaz bir derinlikte olup, izleyicinin bakışlarını vantuz gibi emmekte. Böylece bu mavi bize hem iç huzuru, hem de kozmik geceyi anımsatıyor ve rüyalarımızın simgesiymiş izlenimi veriyor. Bu kadar az simge ve renk kullanıp, imgelemimizin sınırlarını sonsuza doğru böylesine zorlamak, Miró’ya özgü bir beceri diye düşünüyor insan. Yazıyı bitirmek için son resimlerinden bir örnek vermek yerinde olur diye düşünüyorum. 1978 yılında yaptığı bu resmin adı Uzaydaki Kuş. 90 yıllık yaşamının resimle uğraştığı bölümlerinde kullandığı simgelerin hiç değişmediğini görüyoruz. Aynı simgeler, ama her seferinde yeni kompozisyonun getirdiği taptaze heyecanlar. 1980 yılında İspanya Güzel Sanatlar Altın Madalyası’nı kazanan ve Madrid’deki bir meydana da adı verilen Joan Miró 25 Aralık 1983 de Mayorka’nın Palma kasabasında kırmızı çubuk ve siyah noktaların süslediği mavi sonsuzda son yolculuğuna çıktı. Mutluluğun en gönül verdiğiniz resimlerce yaşamınızı süslediği esenlik dolu günler dilerim. Hoşça kalın.
Yorumlarnilüfer pasiner
{ 31 Ekim 2014 07:31:41 }
Sevgilerimle Onur'cum ve tekrar merhaba. Soyut resimlerini görmek için sabırsızlanıyorum.
Ülker Sime
{ 03 Aralık 2013 21:58:26 }
TŞKLR ONUR AYANGİL...
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|