|
|
Başbakan'ın o söylediği geçerli değil!Kategori: Söyleşi | 0 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 30 Mayıs 2012 08:41:52 Gündeme damgasını vuran Şehir Tiyatrolarına getirilmek istenen yeni yönetmelik, Başbakanın tiyatroculara ve oyunculara yönelik yaptığı sert söylemler, "hepsini özelleştiriyorum" açıklaması... Hepsi bir yana dursun, ama oyuncuların ve tiyatroseverlerin İstanbul'un dışına çoktan taşmış, Anadolu'ya yayılmış eylemleri hala devam ederken, sanatseverlerin kafalarındaki sorulara yanıt bulmak adına yolumuzu faaliyetlerinde bir yılı doldurmuş olan Oyuncular Sendikası'na düşürdük.
Sendikanın genel başkanı Mehmet Ali Alabora’ya sorduk, hem sendikayı, hem sanatı, hem de arkası kesilmeyen söylemleri... Başbakan Erdoğan tiyatrocular için “siz kimsiniz?” dedi. Bu olaya bakış açınız nedir? Başbakan birçok konuda yanlış bilgilendirildi. Bu sözlerinin hiçbiri sanat için geçerli değil. Özellikle tiyatro sanatçıları için geçerli değil. Çünkü tiyatro sanatçıları tamda tersi özellikle söz konusu olan şehir tiyatrosu kurumuysa her zaman halkla çok bütünleşmiş. Yani şehir tiyatrosu gerçekten bir halk tiyatrosudur. Ve her zaman halkla çok bütünleşmiş halka çok yakın olmuş, hem oyuncuların hayat içindeki duruşu açısından hem de geleneği açısından böyle süregelmiş bir tiyatrodur. İstanbul’un çok çeşitli yerlerine, banliyölerine kadar ulaşmış bir tiyatro olarak hayatını sürdürmüştür. Dolayısıyla bu geçerli bir söylem değildir. Söylemin içinde bir de şu var; sanki Türkiye’de sanat yapanların tamamı devlet destekli sanat yapıyorlar. Hayır, Türkiye’de kamu fonlarından yararlanan sanatçılar, yararlanamayan sanatçılar var. Burada bir söylem farkının şu olması lazım; bu devletin verdiği para kamu fonudur. Yani kamuya ait bir şeydir. Kamu yararına böyle bir hizmetin gerçekleşmesi için kamunun verdiği bütçedir. Diğer hizmetler gibi bir şeydir aslında. Ama bundan bir artı değeri daha vardır. Buradaki kârlılık, gelir gider düzeyi ile ölçülmez. Özellikle İstanbul Şehir Tiyatroları söz konusu olduğunda İstanbul’u uluslararası arenada ve marka, yaratıcı endüstrilere kattığı değer açısından kenti bir çekim alanı yapması gibi bütün değerlerle algılanması tek başına olan bir şey değil. Yarıştığınız bütün kentlerin aynı zamanda kamu destekli kurumları vardır. Nasıl ki olimpiyatlar kamu desteği ile yapılıyor, sanat kurumları da aynı bu şekildedir. Bugün ligine girdiğiniz ve yarıştığınız bütün kentler; yani dünya çapındaki Londra gibi Amsterdam gibi Berlin gibi Paris gibi ya da New York gibi yarıştığınız söylediğiniz bütün kentler, kendilerine bu yaratıcı endüstri üzerinde yaratıcı zekâyı besleyecek sanat mekanizmalarını kurmuş olmalarıyla kendilerini var ederler. Burada söz konusu olan sanatçıların sanat yapma istekleri değil. Kamu destekli sanat kurumlarının sanat yapmaya devam etmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla Başbakanın işaret ettiği yer aslında doğru bir yer değil. Erdoğan sert bir üslupla tiyatroları özelleştireceğini açıklamıştı… Yok, hayır özelleştirme olmayacak. Özelleştirme Daire Başkanı zaten ortada özelleştirecek bir şey olmadığını söyledi. Zaten şuan tiyatroların kendine ait mal varlığı yok. Kendilerine ait mal varlıkları olmayan kurumların özelleştirilecek bir yanı olamaz. Burada dünyadaki güncel modellerin oluşturulması söz konusu. Şuanda bildiğimiz kadarıyla Kültür Bakanlığı böyle bir çalışma yürütüyor. Bunu da şehir tiyatrosu adına söyleyebilirim ki şehir tiyatrosu içindeki oyuncular İşçi-San önderliğinde bizimde desteğimizle böyle bir modeli ortaya koymak, yaratabilmek, İstanbul’u kültür endüstrisi ve yaratıcı endüstrilere değer katabilmek adına model oluşturabilmek için çalışıyoruz. Hep İstanbul’dan bahsediyorsunuz Anadolu’daki tiyatronun durumu ne olacak, Anadolu’da tiyatro bitecek mi? Hayır, hiçbir şekilde sanat bitmez. Devlet Tiyatrosu açısından baktığımız zaman, Anadolu’daki birçok kentteki sürekli tiyatro olması sağlayabilecek tek kurum Devlet Tiyatrosudur. Dolayısıyla Devlet Tiyatrosunun varlığı Anadolu’daki kentler için çok önemli. Bu anlamda böyle bir tiyatro üretiminin azalması gibi tehlike olur. Hiçbir zaman, hiçbir yerde bitmez. Hiçbir hükümet hiçbir iktidar hiçbir oluşum sanatın ve sanat üretiminin ortadan kalkmasını sağlayamaz. Bütün tarih sanatın sürdüğü, sanatın devam ettiği, sanatın kazandığı örneklerle doludur. Hükümet sanatçılara “potansiyel muhalefet” gözüyle bakıyor. Tiyatroyu kamusallıktan çıkarma çabalarının arkasında kadrolaşma veya benzeri başka amaçlar var mıdır? Sanatta kadrolaşma olamaz. Yani sanat dediğimiz şey sanatçının ürettiği bir şeydir. Sanatçılar sağcı, solcu, muhafazakâr, komünist, liberal, ateist hatta faşist de olabilir. Bu sanat sürer ya da sürmez. Her zaman sanatçının görüşü sanat eseriyle bir bile olamayabilir. Görüşünü hiç beğenmediğimiz bir sanatçının sanat eserini beğenebiliriz. Görüşünü beğendiğimiz bir sanatçının da sanat eserini beğenmeyebiliriz. Dolayısıyla bunun bir ölçütü yoktur. Buradaki tartışma şu; sanatın kendisi muhafazakâr olamaz. Sanatçının kendisi tabii ki muhafazakâr olabilir. Dolayısıyla sanat devlet dairelerindeki gibi kadrolaşamaz. Kadrolaşmayı yapabileceğiniz bir yer değildir. Bunun için yapabileceği kadrolar olması gerekli. Türkiye’de bir muhalif sanat anlayışı var mıdır? Türkiye kadar sanatçısını cezaevinde yatırmış, sanatçısı yargılanmış, sanatçının ürettikleri toplatılmış çok az ülke var. Yani sanatçılar her zaman merkez siyaset için problemdir. Baskıcı süreçler için sanat her zaman sorun teşkil etmiştir. Ama Türkiyeli sanatçılar, Türkiye’nin yazarları da çizerleri de hem cezaevine girmişler, çıkmışlar, yargılanmışlar, hem eserleri toplatılmış. Kimi zaman sanatçılara haksızlık edildiğini düşünüyorum. Çünkü insanlar sanatçı denilince kafalarında meşhur ve sanatçı ayrımını yapamıyorlar. Ürettikleri yüzünden yönetimle çelişen sanatçılar bulursunuz hep. Başbakan ve hükümet üyelerinin sanatçılara bu kadar sert çıkmalarının sebebi ne olabilir? Burada kabul edelim etmeyelim Türkiye bir dönüşüm içerisinde. Bu dönüşümü çok olumlu bulanlar var, çok olumsuz bulanlar var. Bu dönüşüm Başbakan ve hükümet üyelerinin birçok seferde dile getirdikleri birçok haliyle süren bir dönüşüm. Bunu kimileri ne kadar iyi diye düşünüyor kimileri de bu dönüşümünde çok tehlikeli yerlere varabileceğini söylüyor. Önemli bir dönüştürücü olan sanat... Siz bir şeyi dönüştürmek, değiştirmek istiyorsanız sanat alanına müdahale etmeden bunu yapamazsınız. Dolayısıyla bugün Türkiye’de yapılmak istenen daha muhafazakâr, biraz daha korkunun öne çıkarıldığı dönüşümün içinde sanatın da değişiminin beklenmesi kaçınılmazdır. Bence bu orantısız çıkışa buradan bakmak gerekir. Oyuncular sendikasının faaliyetlerinden bahseder misiniz? Oyuncular sendikası 29 Mart 2011’de kuruldu. Onun öncesinde de bir buçuk yıllık bir çalışma vardı. Bir oyuncular sendikası ihtiyacı ile faaliyetlere başladık. Ben bu çalışmalara Haziran 2010’da dâhil olmuştum. Ondan önce de arkadaşlar da çalışıyorlardı. Bazı hedefleri gerçekleştirmek için bir araya geldik. Oyunculara temel çalışma koşullarının sağlanması, çalışma süreleri, ücretler, iş sağlığı, taban ücretlerinin belirlenmesi, telif haklarının devletin genel uygulaması olmaktan çıkması, emekliliğin mesleğe göre düzenlemesi, hiçbir oyuncunun emeklilik probleminin kalmaması… Oyuncular bugün yanlış bir şekilde çalıştırılıyorlar. Sinema sektöründe oyunculara serbest meslek makbuzu kesmeye ya da gider pusulası imzalamak zorunda bırakılıyorlar. Oysa ki 5510 Sayılı Sigortalar Kanunun çok net olarak sigortalıları tanımlarken oyuncuların 4. maddede çok net olarak “4A”lı sigortalanmaları gerektiğini hükmediyor. Bunun için biz öncelikle bunu bütün yapımcılara bu sorumluluğu anlattığımız bir mektup yazdık. Daha sonra Ankara’da Çalışma Genel Müdürlüğü, Güvenlik Kurumu, Telif Hakları Genel Müdürlüğü ve Gelir Dairesi Başkanlığının üst düzey yetkilileri bir koordinasyon kurulu oluşturduk. Üç toplantı yaptık. Bu toplantılarda Sosyal Güvenlik Genel Müdürlüğü net bir şekilde oyuncuların “4A”lı çalıştırılmalarının gerektiğini net bir şekilde belitti. Bakan ile de bu konuda bir toplantı yaptık. Bakan da bu sürecin içinde olacağını söyledi. Gelecek sezonda Eylül ayından itibaren bütün oyuncuların setlerde “4A”lı çalışmasını sağlayacağız. Çocuk oyuncuların çalışabilmeleri için 4857 sayılı iş kanunun 71 maddesinin çocuklarla ilgili bölüme bir son fıkra ekleyerek o kanunda bir düzenleme yapmak için Çalışma Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlıkların tamamıyla bir ortak çalışma yürütüyoruz. Aynı zamanda da Sine-Sen ile de setlerde iş güvenliğinin sağlanması ile ilgili ortak bir çalışma yürütüyoruz. Türkiye ve dünyayı karşılaştırırsak Türkiye 150 öncesinin fabrikalarının yatırımcı mantığıyla iş mantığıyla çalışılıyor. Biz bütün hareketi başlattığımızda hedefimiz uluslararası standartlarda örgütlenmiş bir sektördü. Bu sektörü hep birlikte istiyoruz. Avrupa ülkelerindeki durum nedir? Avrupa ülkelerinde oyuncu-yapımcı ilişkisi, işçi-işveren ilişkisidir. Zaten oyuncuların ve diğer set çalışanlarının örgütlü olduğu sendikalar var. Bizim sektörümüzü diğer sektörlerden ayırmak doğru değil. Bir tek bu sektörde değil ki birçok alanda çalışma saatleri, iş güvenliği, iş sağlığına bağlı kalan bir ülke değiliz. Avrupa’da bu sorun 30 yıl öncesinde soruldu ve çözüldü. Biz bu 30 yıllık arayı kapatmak için uğraşıyoruz. Söyleşi ve Fotoraflar: Hatice Deniz / Deniz Toprak
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|