|
|
TAKE-AWAY ŞERİATKategori: Dünya | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 20 Mart 2012 02:32:32 Bush ailesinin Şeriatla yönetilen Suudi Arabistan'ın petrol zengini Suud ailesi ile yakınlıklarını bilmeyen kalmadı. Şeriatçı, ama ABD kuyruğu olmayan, milli sanayiden dem vuran Erbakan'ın alaşağı edilip yerine ABD'de mukim Hocaefendi destekli bir yönetimin başa gelmesi kimseyi şaşırtmadı. Banu Avar "fixer" olarak çalıştığı dönemde olanları kişisel deneyimine dayanarak anlatıyor.
Irakta “He’a son-of-a-bitch, but he is our son-of-a-bitch” dedikleri Saddam acımasız bir diktatördü ama Irak’ta laik bir rejim, işleyen sağlık ve eğitim sistemleri vardı. Halepçe’de kendi vatandaşı Kürtleri (Batı’dan satın aldığı zehirli gazları kullanarak) gazladığında “uygar” ülkelerden pek ses çıkmadı Ne zaman ki ABD’nin dümen suyundan ayrılma belirtileri gösterdi, iblisini teki oldu. Irak’ta alt yapı, eğitim ve sağlık sistemi kalmadı, arkeolojik zenginlikleri talan edildi, şeriat rejimi kurulmasının eli kulağında. İslam’ın en ilkel uygulamasının sergilendiği, çocuk yaşta kızların –ve oğlanların- nüfuzlu kabile reislerine verildiği, kız okullarının yakılıp yıkıldığı, kol, bacak, kelle vurulan, kadınların taşlanarak öldürüldüğü Taliban rejimi ile ABD şimdilerde diyalog kurma çabası içinde. İran da şeriatla yönetiliyor ama orada ABD’nin sıfatı “Büyük Şeytan”. Kendisi nükleer silahlar stoklamış ABD ve nükleer silahları bulunduğu herkesin bildiği bir “sır” olan İsrail İran’ın nükleer silahlara sahip olmaması için dünyayı ayağa kaldırmaya çalışıyor ve Şii İran’daki bu olasılığa karşı Sünni Türkiye’ye kalkan kuruyor. İran elbette nükleer silahlara sahip olmasın ama ABD de İsrail de, Pakistan da, Hindistan da İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin de olmasın. Günahım kadar sevmediğim Ahmedinecad batılıları ikiyüzlülükle, çifte standartla suçlarken kendisine hak vermemek olası değil. Muammer Kaddafi de bir diktatördü ama bir yandan petrol gelirlerini halkına, halkının refahına, sağlığına ve eğitimine harcayan, öte yandan rejim karşıtlarını acımasızca idam ettiren bir diktatördü. Artık Kaddafi’nin devrilmesinin arkasında ABD ve İngiliz ajanlarının olduğunu sağır sultan bile duydu. Libya şeriat yönetimine geçme hazırlıkları içinde. Mısır’da devrilen bir başka diktatörden sonra yapılan seçimlerde en çok oy alan şeriatçı Müslüman Kardeşler oldu. Tunus’ta daha köklü bir laiklik geleneği olduğu için henüz sonuçta nasıl bir rejim çıkacağı belli değil. Suriye’nin en büyük destekçisi İran. Türkiye Alevileri ile karıştırılmaması gereken bir “Alawi/Alawite/Nuseyri/Ansari” azınlık tarafından yönetiliyor. Bunlar Türkiye Alevilerinden çok İran Şiilerine yakın. Başar Esad da babası Hafız Esad gibi “Alawi” ve yüzde 74’ü Sünni olan ülkeyi 1970’ten 2000’e kadar baba, 2000’den bu yana da oğul Esad yönetiyor. Bu da bir dikta rejimi. Laik bir rejim (daha yenilerde Suriye Hıristiyanları Başar Esad’ı destekleme gösterisi yaptılar) ama muhalafete yer yok, acımasızca bastırılıyor. Esad’ın devrilmesi (ABD ve İngiltere’nin deyimiyle “rejim değişikliği”) için halkın bir kesimi bu yabancı güçlerin kışkırtmasıyla “Allah-ü Ekber” nidalarıyla silaha sarılıyorlar. Esad’ın devrilmesi Suriye’de de laikliğin sonu, şeriat rejiminin gelmesi demek olacak. Suriye’de ayaklanan (tamamı değilse de çoğu Sünni) isyancıları kışkırtmanın en kolay yolu Arap Alevilerinin (Alawi/Alawite/Nuseyri/Ansari) dinsiz, Allahsız, müşrikler, mürtedler olduğunu ileri sürmek. Bilmeyenler için: “müşrik” Allah’a şirk koşan, ortak gösteren, herşeyin hakimi, mutlak güç sahibi olanın yalnızca Allah olmadığını ileri süren demek ve İslâmi görüşe göre bu, en büyük günah. “Mürted” (apostate) ise Müslümanken bundan vazgeçen kişi demek ve İslâmî kurallara göre bunlar Musevilerden, Hıristiyanlardan daha beter ve katli vacip kişiler. Melbourne’daki Alevi Toplum Merkezi’ne molotof kokteyli atan kişiler bıraktıkları bildiride kendilerini “Amir of Ansar Al Muslimoon fi Suriya, Islamic Emirate of Syria” diye tenımlamışlar. Suriye İslâm Emirliği diye birşey yok, bu onların hayal ettiği bir rejim besbelli. Başar Esad’a “Bashar Al Kalb” yâni köpek Başar diyorlar. Bildirinin başlığı “(Bu merkezdeki) Nasarah Köpeğine” diyor. “Nasarah” sözcüğü Nasıralı, yâni Sayın İsa’nın doğum yeri Nasıra’dan (Nazareth) gelme anlamı taşıyan ve Hıristiyanları aşağılayan bir terim. Melbourne’daki Alevi Toplum Merkezi’nin Hıristiyanlıkla ne alâkası varsa!... Bildirinin devamında Kuran’ın Tevbe Suresinden alıntı var. Tevbe Suresi şöyle başlar: “Allah ve Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar!” (Ayet 1). Alıntı 9-12 ayetlerden ve Türkçesi şöyle: “Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların kendileridir. Fakat tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz. Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler”. “Köpek Başar”ın vahşi saldırılarını desteklemeye devam eder, mürted olmayı sürdürürseniz cehenemliksiniz diyorlar. Türkiye ABD’nin dümen suyunda Esad karşıtlarını destekliyor. Alevi Kültür Merkezinin Başar Esad’ı destekleyip desteklemediğini bilmiyorum ama desteklemeyi seçerlerse bu onların en demokratik hakkıdır ve kimsenin tehditlerle onlara göz dağı vermeye hakkı yoktur. Tevbe Suresi 14 Ayetle devam ediyorlar: “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın”. Ve ardından gelen tehdit: “Bu mesaja kulak asmazsanız, bu mücadeleyi dünyanın her köşesine taşıyacağız, sizi köpekler gibi avlayacağız, tekbir getirmezseniz sizinle savaşacağız ve sizi öldüreceğiz” diyorlar. Buna destek olarak ta yine Tevbe Suresinin 29. Ayetini gösteriyorlar: “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın”. Melbourne’daki Alevi Toplum Merkezi’ne molotof kokteyli atan kişiler –eğer bunu yanlışlıkla yapmamışlarsa- akılları sıra Arap Alevileri (Alawi/Alawite/Nuseyri/Ansari) ile Türkiye Alevilerini aynı sanıp cehaletlerini sergilemekle kalmıyor, kendileri gibi düşünmeyenleri, inanmayanları öldürmekle tehdit ediyorlar. Ve bu tehditler Allah’ın kelâmı olduğuna inandıkları Kuran’dan esinleniyor. İslâmın barış ve sevgi dini olduğunu ileri sürme gafletinde bulunan iyi niyetli ama naif politikacılar uyanın! İslâmın nihai amacı tüm dünyada şeriat düzeni kurulmasıdır. Bunun için de önce ikna, sonra zorlama, daha da olmazsa öldürmek mübahtır, caizdir. ABD kendi çıkarlarını korumak için laik diktatörleri devirip yerine şeriat rejimlerinin geçmesine alet olurken hangi ateşle oynadığının farkında olmayabilir ama çokkültürlü Avustralya’dan bu mikropları temizlemenin zamanı geldi de geçiyor bile. Yeni Dışişleri bakanımız Bob Carr işbaşındaki ilk günlerinde hemen İslâmla olan ayrışmayı durdurmalıyız dedi. Sayın Carr Kuran’ı okudu mu bilmiyoruz ama Al-i İmran Suresi 28. Ayet şöyle diyor: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur”. Ve Bush’un “ya bizimle berabersiniz, ya da bize karşısınız” dediği gibi “ya müminsiniz, ya da kâfir”. İslâm “ayrışın” diyor. Ayrışmayı nasıl önleyeceksiniz?
Yorumlardeniz gunal
{ 20 Mart 2012 13:22:21 }
sevgili gündoğdu,
Diğer Sayfalar: 1. yaşananların ciddiyetini ve saçmalığını, çok güzel anlattığın bu yazı için binlerce kez sağol. sevgiyle, dostlukla.....
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|