|
|
Mengel Amerika'daKategori: Araştırma | 0 Yorum | 17 Kasım 2011 01:30:32 Yıl 1946. Amerikalı avukatlar Atlantik'in bir yakasında, Nuremberg'de, Nazi doktorlarına karşı konsantrasyon kampında bulunan tutsaklar üzerinde sözüm ona 'tıbbi araştırma' kapsamında işledikleri insanlık suçu gerekçesiyle dava açıyorlardı. Atlantik'in öteki yakasında ise, Guatemala'da, ABD Halk Sağlığı Servisi henüz sona ermiş savaş sırasında askerlerce kullanılan etkisiz ilaçların yerini almasını amaçlayan bir diğer 'ilaç testi' uygulamasında mahkum ve akıl hastalarına kasten frengi mikrobu aşılıyorlardı.
İlk bakışta kesinlikle gerçek olamaz dedirtecek türden bir olay. Oysa ABD Başkanı Obama tarafından atanan özel bir komisyon, kısa bir süre önce Guatemala deneylerinin gerçekten yapıldığını doğruladı. Ancak bu noktaya gelinmesi için neden bu kadar uzun bir sürenin geçmesi gerekiyordu? Guatemala deneylerinden 63 yıl sonra, Amerikalı bir tarihçi, Susan Reverby, 1940’lı yıllardan kalan tıbbi belgelerin yeraldığı arşivleri iyice araştırmaktaydı. Reverby, frengi hastalıklarının son aşamasında olan yüzlerce siyah Amerikalının, o tarihte pensilinin geliştirilmiş olmasına karşın, tedavi edilmeden deney amacıyla gözlendiği Amerikan Halk Sağlığı Servisinin tiksinti uyandıran Tuskegee deneyleri üzerindeki yirmi yıllık araştırmasının son hedefine ulaşıyordu. General rütbesi ile askeri doktorluk görevini yürüten Thomas Parran’ın, Tuskegee deneylerinin tüm hızıyla sürdüğü 1936 – 1948 yılları arasındaki döneme ilişkin raporlarını incelemekteydi. İşte böylece daha önce bilinmeyen Guatemala deneylerini keşfetti. Tuskegee olayı yıllardır, Bill Clinton’ ı halen yaşamakta olan deneklerden özür dilemeye zorlayacak düzeyde, bilimsel deneylerde etiksel istismarın olumsuz bir simgesine dönüşmüştü. Oysa Reverby’in ortaya çıkardığı Guatemala’daki insanlık dışı deneyler bundan çok daha korkunçtu. Reverby,”Yaklaşık yirmi yılımı Tuskegee’de olanları araştırmaya harcadım, sözkonusu sağlık servisinin etik açısından içler acısı bir durum sergilemesine karşın, deneklere frengi mikrobu enjekte etmediklerini belirledim. Ancak Guatemala için durum farklıydı. Orada Amerikan kamu Sağlık Servisi, mahkum, akıl hastası 427 guatemalalı kadın ve erkeğe kasıtlı biçimde frengi mikrobu bulaştırmıştır” diyor. Nuremberg’de Amerikalı savcılar Guatemala’da neler olup bittiğinden habersizdiler. Bu nedenle bilinçli bir riyakarlıktan söz edilemezdi.Ancak bu, bir sağlık kurumunun temel etik kuralları çiğnemiş olmasının vehametini azaltamazdı. Böylesi bir şey tekrar olabilir miydi? Birçok uzman bu sorunun yanıtının hayır olduğuna inanmaktadır – en azından ayni biçimde olamayacağına. Gerçekte, Guatemala araştırmalarına, yadsınamaz dehşetiyle günümüz deneylerinde en büyük etik sorunların en aşırı örneği olarak bakılması gerekir. O zamanlarda olduğu gibi halen zengin gelişmiş ülkeler zayıflara, yoksullara baskı uygulayabilmektedir. 2010’da yayımlanan bir rapor, Amerikan firma ve araştırmacılarınca yürütülen klinik deneylerinde kobay olarak kullanılanların yüzde 70’den fazlasının yabancı uyruklu kişiler olduğunu açıklamaktadır. Araştırmalarda yabancı ülke vatandaşlarının, Guatemala örneğinde olduğu gibi kasıtlı biçimde hastalandırıldığı ileri sürülmemektedir. Aancak bu durum temel sağlık bakımından yoksun ve bulaşıcı hastalıklara açık olan bireylerin doğasında olan korunmasızlığını azaltmamaktadır. 1996 yılında, Kuzey Nijerya’da yaygın menenjit salgını patlak verdiğinde, Pfizer ilaç firması doktorlara salgının kontrol alınması amacıyla hastalığa en etkili olarak bilinen Ceftriaxone ilacı yerine, deneme amacıyla doktorlara bol miktarda ağızdan alınan Trovan antibiyotiğini sağlamıştı. Trovan ilacının denenmesi her şeye karşın, iki nedenden ötürü şiddetli tartışmalara yolaçtı. Birincisi, yapılan bu testler olumlu sonuç verse de, denenen Trovan antibiyotiğinin hiç bir zaman Afrika’da kullanılması planlanmamıştı. Sadece Amerikan ve Avrupa pazarına yönelikti. Bir diğeri, oradaki sağlık görevlilerinin de kolera başta olmak üzere çeşitli bulaşıcı hastalıklara yakalanmalarıydı. Zamanın Sınır tanımayan Doktorlar grubunun başkanı ve grubun Afrikadaki birimini yöneten Jean Hervé Bradol’un ifade ettiği gibi:” Hiç bir şekilde testlerin yapılması için uygun zaman değildi. Hastanede ölümün eşiğinde yoğunlaşan vakalarla panik hali yaşanıyordu. Grup Pfizer’in bu cehennemin ortasında sözde bilimsel çalışmalarının sürdürmesinin şokunu taşıyordu.” Günümüzde bir diğer tartışma konusu, Teksas valisi ve başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olma arayışı içinde olan Rick Perry’nin benzeri bir programın zorunlu olmasını savunmasıyla, halen Amerikan başkanlık seçim kampanyalarına girmiş olan ve çeşitli Hintistan eyaletlerinde kız çocuklarının rahim boynu kanserine karşı aşılanmaları nedeniyle patlak veren tartışmalardır. Bu tür kanserin önlenmesi gerçek bir fayda olarak görünebilirken, karşı çıkanlar bu programın temel amacının, dezavantajlı grupların sağlık bakım gereksinimlerine hizmet etmekten çok, diğer bazı çıkarlara yönelik olduğunu dile getirmekteler. Birinci dünyanın toplumlarının yararına olması amaçlanan deneyler nedeniyle zarar görmüş olan Üçüncü Dünya ulusları için bir hükümet tazminat programı yapılması önerisinin dışında, Amerikan Başkanlık Bioetiksel sorunlar çalışmaları komisyonu, toplumsal yükümlülük ve şeffaflık gibi belirsiz kavramların ötesine geçememiştir. Ancak, ilaç denemelerinin halen yüzde 70’nden fazlasının özel firmalarca yürütüldüğü gerçeği gözönüne alındığında, bu kavramlar daha sıkı kuralların uygulanması yönünde daha fazla geliştirilemeyecektir. Ve de bu etik dışı uygulamaların bedelini neden hükümet ödemek zorunda kalmaktadır? Bu test sonuçları başarılı olduğunda, bunun karı özel firmalara gidecekse, bu işin riskini de onların üstlenmesi gerekir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|