|
|
" EKSİK BASILMIŞ BİR ROMAN... "Kategori: Söyleşi | 0 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 09 Ekim 2011 18:17:19 Kısa bir zaman değildir 10 yıl. Ama Belgin Sarmaşık için yıllar su gibi geçmişti. O, Attila İlhan'ın özel asistanıydı. Onun sadece son 10 yılına değil, bütün bir geçmişine tanıklık etmiş gibi duyumsayarak anlatıyor Attila İlhan'ı. Türkiye için yeri doldurulamayacak olan bu büyük düşün adamını, onun en yakınında bulunmuş olan asistanının gözünden anlatmak amacıyla konuştuk kendisiyle.
“Hafta sonları elimde valizimle Bursa’dan gelip onu görmek adet haline geldi” Attila İlhan’la nasıl tanıştınız? Bir arkadaşım şiir yazıyordu ve Attila İlhan hayranıydı. Bir gün şairin, şiirlerinin çıktığı yayın evini aradık, öğrenci olduğumuzu, röportaj yapmak istediğimizi söyledik. Yayınevi de sorgusuz sualsiz Attila İlhan’ın telefonunu verdi. Onu arayıp görüşmek istediğimizi söylediğimizde reddedecek sanıyorduk. Reddetmeyince şaşırdık. Bizi başka alanlara yönlendirdi. Çeşitli yazarları tavsiye etti. Daha bir-iki görüşmeden sonra ben Uludağ Üniversitesine iktisat öğrenimine gittim. O dönem iletişimimiz biraz koptu. Beraber çalışmaya nasıl başladınız? “3. sınıftayken tez hazırlamam gerekti. Tez konumun Attila İlhan’ın fikri olduğu bir alanda olduğunu biliyordum. Arayıp fikir alayım dedim. Aradığımda beni hatırlamasına şaşırmıştım. ‘Gel, konuşalım’ dedi. Divan Pastanesinde buluşmuştuk. Bana tezim konusunda yardımcı oldu, konusunda bilgili insanlara yönlendirdi. Ama o günden sonra hafta sonları elimde valizimle Bursa’dan gelmek, onunla görüşmek adet haline geldi. Bir süre sonra evine yemeğe, çay sohbetine davet edildim. Evi her zaman büyüleyici gelmiştir bana. Çok etkileyici bir atmosferi vardı. Kitapları, bordo koltuklar, nefti yeşili perdeler… Huzur buluyordum gittiğim zaman. Mezuniyetime yakın zamanda beni daha da yakından tanımıştı. ‘Sen edebiyatla ilgileniyorsun, eğer ilgilenmeye devam edersen ve bununla ilgili bir planın varsa benim bir asistana ihtiyacım var’ dedi. Sağlık problemleri nedeniyle yatılı bir çalışana ihtiyacı vardı. Kabul edince geceli gündüzlü, yazlı kışlı bir çalışma düzenine girdik. Bu yola adım attığımda 1996 yazıydı… Aynı zamanda onun Cumhuriyet Gazetesinde yazmaya başladığı tarihtir.” “Onun diğer yazarlarda, şairlerde gördüğünüz bohem bir hayatı yoktu.” Nasıl bir çalışma temposu vardı? Hızlı çalışan biriydi. Dakik ve disiplinlidir. Evinin kendine özgü bir düzeni vardı. Yıllarca yalnız yaşayan biri olduğu için düzeni konusunda hassastı. Her şeyi onun kolayına gelecek şekilde ayarlardım. Çaydanlığın içinde çayın suyu hazırdır. O, sabah kalkar, çaydanlığın altını yakar -Kahvaltıda kahveden çok çay içme alışkanlığı vardı- sonra takvimine bakar, onu işaretler, yazısını Cumhuriyet Gazetesinden cetvelle keser, dosyalanmak üzere masasına koyar, Kahvaltısını eder, giyinir. O gün ne çalışacaksa onun malzemelerini toplar, bilgisayardan çıktısını alır, kitaptan bir parçaysa onu alır, çantasını gözlüğünü kalemlerini hazırlar, yola çıkar… Maçka’nın dik yokuşundan Teşvikiye’ye sapar, Harbiye’den taksim- divan pastanesine doğru yürür, gazetecisinden gazetesini alır. Çalışma yeri pastanedir. Diğer şair ve yazarlardan farklı bir yaşam tarzı bu anlattıklarınız… Onun diğer yazarlarda, şairlerde gördüğünüz bohem bir hayatı yoktu, disiplinli bir hayatı vardı. Kendince uyum sağlayabileceği bir çalışma disiplini söz konusuydu. Sigara kullanmıyordu. Alkol de sağlık sorunları sebebiyle kısıtlanmıştı. İki bardak viski içebilirdi ki bardakta iki parmak kalınlığından çok viski bulunmazdı. Akşamları çok sık dışarı çıkmazdı. Üretken olmak, onun dünyasında sıhhatli ve düzenli olmanın bir gereğidir. Saatli yatıp saatli kalkması gerekir üretken kalabilmesi için. Akşamcılıktan uzak olduğundan arkadaşları tarafından eleştirilmesine de sebep olmuştur ama bu yaşam ona çok daha fazlasını katmış. Paris yıllarında içmiş, gezmiş, hayatını yaşamış… Ama tüm bunlar 40 yaşına kadar. Sonrasından daha verimli çalışmak adına böyle bir yaşam tarzı benimsemiş. Zaten aksi olsaydı bu kadar verimli olamazdı. Hem ömrü vefa etmezdi, hem de bu kadar üretemezdi. Bu yaşam tarzını benimsemesinde ideolojisinin payı var mı? Evet, ideolojisinin kattığı bir şeydir. Onun Marksizm’e inanmış olması su götürmez bir gerçek. Yaşam tarzı da ideolojisiyle büyük bir tutarlılık sergilemek zorundadır. Sık kullandığı cümlelerden biridir “Herkes zanneder ki ben önce şair sonra komünist oldum, ben önce komünist sonra şair oldum.” “Bu sohbet her seferinde kaldığı yerden aynı samimiyetle devam ediyor…” Attila İlhan’ın hayatında özellikle yer etmiş olan kişiler kimlerdi? Annesinin onun hayatında yeri önemlidir. Hatta en sevdiği kadın oyuncu olan Marlene Dietrich’yi annesine benzetirdi. Ona göre; birini sürekli anarak, söylediği sözleri anımsayarak yaşatmak mümkün. Bazen annesinin sıkça kullandığı sözlerini sıkça söylerdi. Metin Erksan’la da sıkı arkadaşlığı vardı. Bir akşam Metin Erksan, Attila İlhan ile yemekteyken bir noktaya dikkat çekti. “Çok sık görüşemiyoruz, çok sık telefonlaşmıyoruz. Ama şuna dikkat edin ki bu sohbet her seferinde kaldığı yerden aynı samimiyetle devam ediyor” dedi. Evet doğruydu. Attila İlhan ve dostları, her yıl, her ay düzenli olarak görüşebilen insanlar değildi. O kuşak az ama öz görüşürdü ve sohbetleri her zaman kaldıkları yerden devam ederdi. Edebiyat dünyası nasıl, şiirlerini yazarken görür müydünüz? Onu şiir yazarken görmek için baskın yapmak gerek. (gülüşmeler) Bir ilham gelir, kalemi kâğıdı yanındadır. Hemen yazar… Şiir yazmanın her zaman bir “Yetenek işi” olduğunu söylerdi. Bilgisayar kullanırdı ama romanlarını, şiirlerini elle yazardı. “Daktilonun, bilgisayarın, tuşların mekanik sesi vardır, elle yazmanın başka bir hazzı var.” derdi. Gençlerle nasıl bu kadar iyi bir diyalog kurabildi? Her gelen genci karşısında büyük bir adam dururmuş gibi dinledi. Onların çalışmalarını ciddiyetle inceler, yine ciddiyetle tartışırdı. Kimseyi ezmezdi. Her gelene açıktı Attila İlhan. Yetenek göremediklerini nazikçe yönlendirirdi. Bunu bir usta-çırak ilişkisi gibi görmüştür ki kendisi de zamanında yazılarını Faruk Toprak’a göndermiştir. Bu yüzden usta-çırak ilişkisine önem verirdi. Bazen düşünüyorum da doğruymuş hepsi. Yan yana olunca farkında olmadan öğreniyormuş insan. Demek ki öğrenmişim ondan. “Korumakta güçlük çektiğimiz şeyler vardır: En başta hayallerimiz...” Onunla çalışmak size neler kattı? Beş doktoraya bedel… Daha sonra anlayabileceğim şeyler vardır. Şimdi anlayabildiklerim; hayatla ilgili pek çok şeyi ondan öğrendim. Korumakta güçlük çektiğimiz şeyler vardır: En başta hayallerimiz... Hedefimi daima yüksek tutmayı öğretti bana. Bu fikri merkezde tutmak her zaman kolay olmuyor. Ama bunu söyleyen oydu ve devamlı söylüyordu. Her konuda konuşmamı sağlayacak bir birikim kazandırdı bana. “En basit aşk şiirinde bile diyalektiği yakalarsınız.” Çok yönlü bir aydın olması konusunda ne düşünüyorsunuz, en çok hangi alanda uzman görürsünüz kendisini? Yapılan yorumlarda onun tek bir yönünden ele alıp parçalamak üzüyor beni. O bir bütündür ve onu gerek şiirleriyle gerek senaryolarıyla(sinemayı da çok sever), gerek siyasi yazılarıyla gerek eleştirileriyle ve tahlilleriyle ele alırken, bir bütün olarak ele almalıyız. O sadece şair değil, o sadece siyasetçi, gazeteci değil, o sadece senarist değil. O bir düşün adamı. En basit aşk şiirinde bile diyalektiği yakalarsınız. Unutulması istenen pek çok insana yapılan da onun çok bütünlüğünü parçalamak ya da özel hayatına saldırmaktır. O bunlara direnebildi. Fikirleriyle, sohbetleriyle kendinden sonrakilere kapılar açtı. Bunu yaparken ne bekledi? Tez, anti-tez, sentez bekledi. Onu hatırlatmak için çalışmalarından faydalanmak iyidir. Ama sorgulanmak isterdi. Bir sentez oluşturulduğunda, aydın bir fikrin ortaya çıkacağını düşünürdü. O bir şey düşünmüş bir şey söylemiş… Sen de duvara bir tuğla daha koyup görüşünü bir adım daha ileri götüreceksin. Onun fikrince aydın olmak budur. Ama biz ne yapıyoruz. “O böyle demişti”, Peki ya senin fikrin… “Ben yanındaydım…” Son günlerinde neler yaptı? Son günlerine doğru hep aynı tempoyla çalıştı. Ama gitgide zayıflaması gözden kaçmıyordu. Bütün dikkatini ve enerjisini son romanını tamamlamaya yoğunlaştırdı. Doktoruna da “Romanımı bitireyim başka bir şey umrumda değil” dedi. Tamamlayamamıştır. 15 -20 sayfa eksik kalmıştır roman. Yayınevi inkâr ediyor ama eksiktir. Son yemeğini Kanlıca koyundaki küçük bir balık lokantasında yedi. Ölümüne gelince… Aslında tam da tanımladığı gibi öldü. “Bir makinenin fişinin çekilmesi gibidir ölüm” derdi. Pili bitmiş bir saat gibi… Ona, kafasında tasarladığı gibi geldi ölümü. Ben yanındaydım…
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|