|
Erkeklere hangi çiçeğin ve meyvenin adı konuyor?Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 08 Eylül 2011 23:54:59 Can Yücel'in mezarının tahrip edilişini düşünürken ve siyasi baskının nerelere doğru uzandığına kafa yorarken 80 Kuşağı'nın iyi şairi Seyhan Erözçelik'in ölüm haberiyle sarsıldım. 12 Eylül sonrasının iyi şairiydi ve askeri darbenin acılarını şiirine ustaca sağandı. Yüz yüze gelmemiştik ama epeyce yazışmıştık. Bir araya gelip konuşacaktık, içecektik. Olmadı, olamadı. Onun şiiri üstüne yazdım. Onun çocukluğuna doğru çıktığı yalın, süssüz, abartısız... dili hep sevdim.
22-28 Ağustos, 2011 22 Ağustos, Pazartesi “Yazının buyruğundayım” diyor şair Pelin Özer 17 Haziran (Alef Yayınları) romanında. Roman şairler arasına o da katıldı.İyi de etti. Düşle gerçeği, masalla rüyayı, aşkla acıyı... iç içe geçiriyor enfes bir anlatımla, dille Pelin Özer: Buyruğunda olduğu yazı” dışarı çıkmak istiyor”, onu “peşinden sürüklüyor”dur. “Üzerimde biriken bakışları önemsemiyordum, yazmak giderek altıncı duyu olmuştu.” Yazmanın tutkusu toprak, ateş, su, hava olarak yazarı peşinden koşturur. Yazar ama yazmanın tutkusundan kurtulmaz, daha da yanar, kavrulur. 23 Ağustos, Salı Enver Gökçe ile Ankara’da kaldığı yaşlılar / düşkünler evinde karşılaştım. Ahmet Say’la birlikte gitmiştik kendisiyle Türkiye Yazıları dergisine bir söyleşi yapacaktık. Yapamadık. Ayağından irin akıyordu ve çok halsizdi. “Abi” diyordu durmadan. Onun Dost Dost İlle Kavga’da yer alan şiirlerini yeniden okuyorum “rubailer”iyle birlikte. “Ölüm, adın kalleş olsun!” dizesi dilimden düşmüyor son günlerde. Hulki Aktunç, Ahmet Uysal, Didem Madak’tan sonra başka ne olabilirdi ki? Bir de şu şiiri: “Gel kardeşim, gel beri Hey kurt hey kuş hey börtü böcek Ah gidenler gelir mi geri Açar mı bugün dört bahardır kanayan çiçek Demek Daha bizim yaşımızda İnsanlar ölecek”. Onun Neruda’dan çevirdiği şiirlerde de farklı bir tat var. Kendi dünyasına yakın şiirlerden bir seçki “seçmeler”. (Kızılırmak Yayınları, 1975) 24 Ağustos, Çarşamba Kıbrıslı bir şair Fatma Akilhoca. İstersem Güneşi Tutabilirim (2001), Rüzgârında Sevginin (2005) kitaplarına Su(s) Öldü (2008) de eklenmiş. Şiirlerini kimi dergilerde gördüğüm bir şairin şiirlerini bir bütün halinde okuyunca onunla ilgili düşüncelerim pekişmiş oluyor böylece. Kıbrıs’ın özel dünyası, bölünmüşlüğü nasıl da can yakarak yansıyor şiirlere! “sandalyesini alıp oturur karşıma her savaşta şehit babam”. ”kucağına deniz top”layan bir şairin Akdeniz kültüründen, doğasından, dilinden, tarihinden, mitolojisinden beslenmemesi mümkün mü? 25 Ağustos, Perşembe Can Yücel’in mezarının tahrip edilişini düşünürken ve siyasi baskının nerelere doğru uzandığına kafa yorarken 80 Kuşağı’nın iyi şairi Seyhan Erözçelik’in ölüm haberiyle sarsıldım. 12 Eylül sonrasının iyi şairiydi ve askeri darbenin acılarını şiirine ustaca sağandı. Yüz yüze gelmemiştik ama epeyce yazışmıştık. Bir araya gelip konuşacaktık, içecektik. Olmadı, olamadı. Onun şiiri üstüne yazdım. Onun çocukluğuna doğru çıktığı yalın, süssüz, abartısız... dili hep sevdim. Son kitabı Pentimento elimden düşmüyordu. İlahiler, tekerlemeler... onun şiirinin özellikleriydi. Dili içten, en içten kavramaya çalışıyordu dünyanın bütün dillerinin alfabelerini önüne serip ve Bartın lehçesine gül dikip duruyordu. Şiirin falından şiir çıkaran bir şairdi. 26 Ağustos, Cuma Haydar Ergülen şunları söylüyor çok yakından tanıdığı, Şiir Atı serüvenine birlikte başladıkları Seyhan Erözçelik için: “Çıkışından itibaren ‘özgün’dü., şiirin bir ‘dilişi’ ve ‘diliçi’ sorun olduğunu erken kavrayan nadir şairlerdendi. Dille oynardı; bu, kelimelerle oynamak gibi bir reklamcı işinden çok, mesleğini ‘dil’ haline getirmiş bir insanın işiydi. Ona artık şair mi denir, sansar mı denir, Seyhan mı denir, hiç önemi yok. O eski ve yeni Türkçelerin dili olmuş bir büyük şairdi. Küçük kardeşimdi.” Boğazım düğümlendi. 27 Ağustos, Cumartesi İncir toplamayıp döndüm sabah yürüyüşümden. Zeytin ağaçlarının arasında üç incir ağacı. Üçü de ayrı cins! İri, mor ve küçücük. Tatlarına diyecek yok! Ağustos’un sonlarına doğru olgunlaşan incirlerin taliplisi pek çok. Sabah yürüyüşünden gelenler yanaşıyorlar ağaçlara, ellerine incirin sütünü akıta akıta topluyorlar olgun yemişleri. Sonra sütün değdiği yerin kaşıntısı başlıyor. Siyile iyi geldiği de söyleniyor bu sütün. Ağzımda incir tadı nara bakıyorum. Hastalanıp hastalanmadığını anlayamadığım, narları iyice olgunlaşmadan çatlayıp duran nar üzüyor beni. Her yıl iki üç tane narı Berlin’e götürüp kurutuyordum. Bu yıl olgunlaşacak narları yiyecektik güya, öyle umuyorduk. Narlar çatlayıp duruyor ve bunun nedenini bir Allah’ın kulu bilmiyor bizim sitede. İnciri ve narı çok severim ama kirazı, elmayı, armudu, portakalı, üzümü, şeftaliyi, kaysıyı, eriği, muzu, ayvayı... sevmiyor muyum? Hepsinin yeri ayrı ama narla incirin yerini hiçbiri dolduramaz. Kiraz ve nar kadın adıdır. Erkeklere hangi çiçeğin ve meyvenin adı konuyor? 28 Ağustos, Pazar Sabah yürüyüşünde fark ettim poyrazın hafiflediğini, sert sert esmediğini, denizin kabarıp durmadığını. Rahime’yle yüzmeye gittik ama yüzmek ne mümkün! Yumuşak dalgalar değildi yüzmemize engel olan, denizin soğukluğuydu. Yarı belime kadar denize girdim, baktım bacaklarım buz kesmek üzere, hemen çıktım dışarı böbreklerimi üşütürüm korkusuyla. Bacanağımın bahçesinden kıpkırmızı domatesler, bizim bahçeden sivri biber ve roka topladım sabah kahvaltısı için. Ön balkonda, palmiyenin altında yaptık kahvaltımızı. Bir yandan da gazeteye göz atıyorum. “CD Tepecikleri” oluşturulmuş Paris’te “Le 104’ün” avlusunda. Bu şu anlama geliyormuş: “Çöp Manzarası” başlıklı dev bir yerleştirmeyle çağımızın kirlenmesine dikkat çekilmeye çalışılacakmış. Çöp başa, evlere, mahallelere, kentlere, ülkelere, dünyaya bela. Ama bu belayı hâlâ dikkate almayana yöneticiler, belediyeler, insanlar var. Çöp boğacak dünyamızı, boğazına sımsıkı sarılacak ve bizi öldürecek, tümüyle yok edecek. Tüylerim ürperiyor bunu düşününce.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|