|
Sivas Ellerinde Sazım ÇalınırKategori: Güneşten Damlalar | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 27 Haziran 2011 12:07:58 Güneşten Damlalar, özgün metinde oyun ekibinin yaptığı bazı düzenlemelerle 2 Temmuz 2010 yılında, Melbourne - Hallacı Mansu Cemevi'nde bir kez sahnelenmiştir. Güneşten Damlalar, hiç bir ticari çıkar sağlanmaması koşulu ile, yazara bilgi verilerek dernekler, okullar, tiyatrolar tarafından sahnelenebilir.
Güneşten Damlalar Sevgi tüm insanların rehberi olsun Sahne Düzeni: Sahne, arka planda Madımak otelini temsil etmektedir. Otelde yitirdiğimiz 33 can bu sahnenin oteli temsil eden arka planında perdede sırayla anılacaktır. İzleyicilerin oturdukları salonda, üstlerinde tavana otel dışında yığılmış kalabalık yansıtılacaktır. Sahnenin ortasında, çocuklarını, dostlarını yitirenlerin gelip oturup konuşacakları tahta bir iskemle vardır. Biri erkek bir kadın iki anlatıcı yer alacak oyunda, oyun boyunca ayakta kalacaklar. Kadın anlatıcı sahnenin önünde sol yanında, erkek anlatıcı sahnenin sağ yanında... Işık, yalnızca onlar konuşurken üzerlerine hafifçe düşecek. Otelin salonunda, sahnenin sağında bir merdiven vardır, üzerinde gençler oturmuş, genç kızlar saçlarını boncukla örmektedir. Donmuş bir an… konuşmazlar, yüzlerinde hüzünlü bir gülümseme, üstlerinde kot pantolan, beyaz uzun gömlekler giymiş uzun saçlarını salmış kızlar... .Onlardan bir basamak aşağıda oturmuş uzun siyah sakallı bir adam (Asaf Koçak) mızıkasını temizlemektedir. Pir sahneye gelir. Perde açılmamıştır. Pir Sultan Abdal: Erenler, biz bu meydanda erkan olduk, cem olduk. Erenler meydanı Hakk meydanıdır. Bu meydanda Hakk gerçek, gerçek de Hakk’tır. Bilesiniz ki gerçeğin uğruna, başını, malını, canını feda etmek kavlimizdir. Canlar, kavlinize sadık olun. Kaim durun. Yemininize yalancı çıkmayın. Kötü şehrinde de olsanız, her cefa üzerinizde de olsa sabır edin. Dünya fenaya da dursa, siz incitici olmayın. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Pir konuşurken perde yavaş yavaş açılır. Canlar... Kılavuzsuz kuş uçmaz. Ben sizlerin rehberiyim. Pirinizim. Can kulağınızı sesime tutun. İyi dinleyin, iyi anlayın, iyi anlatın. Yol içinde eksik kalmayın. Erkanımızı uzağa düşürmeyin.Bu yol bize kadim pirlerimizden emanettir. Emanete hıyanetlik olmaz. Bilin ki yol cümleden uludur. Ben diyeyim bin yıl, siz diyin 17 yıl evvel idi... Zaman çok öte bir zaman idi. Sivas vilayetine uzak diyarlardan ala gözlü, selvi boylu genç kızlar, delikanlılar geldiler. İnsan okumaya, insan söylemeye, insan sevmeye geldiler. Ama kısa oldu konuklukları. Yüreklerinde aydınlıklarla gelip aydınlıklarla gittiler. Unutmayın canlar, aydınlanma kapılarını çalanlardır yolumuzda yürüyenler. Bugün bu meydanda karanlıklardan geçip turna olup uçan 33 canı anacağız. Yürekleri yüreklerimize ışık olsun diye... Tavanda yansıtılmış güruhun bağrışları, hayvanca haykırışları, attıkları sloganlar doldurur salonu. Cam kırılma sesleri, insanın kanını donduran haykırışlar gelir… Kızlar sesleri duymuyormuş gibi, hüzünle örmeye devam ederler saçlarını… Gürültülerin arasında bir mızıka sesi yükselir, bastırır bağırışları, bağrışlar azalırken mızıka sesi gittikçe yükselir… Perdede Nurcan Şahin’in resmi vardır. Bu dünyadan Nurcan Şahin geçti. 1975 de Sarkışla’da doğdu. 18’inde Sivas’da yakıldı. Bir çocuk sahnenin önüne gelir Nurcan Şahin’in küçükken yazdığı aşağıdaki öyküyü okumaya başlar. Ben güneşten bir damlayım. Annem güneş benim. Yıllar önce bana özgürlüğümü verdi, dünyaya saldı. Beni yolculuğum sırasında rüzgarlar sürükledi. Bir okyanusa düştüm. Okyanus beni kucakladı. Küçük bir balık oldum. Bu okyanusta dolaştım durdum yıllarca. Gün oldu doldum, gün oldu mutsuzluğu içtim kana kana. Güneş annem bana sevgiyi tadayım diye bir damla aşk gönderdi. O da bir balık oldu. Okyanusta o kocaman sular içinde bulduk birbirimizi. Dalgalar vardı kocamandılar. O kadar büyüktüler ki birlikte aştık onları. Artık o kocaman okyanusta iki balık tek başınaydı. İki küçük balık. Küçük balık sev beni olur mu? Ben seni seviyorum. Anlatıcı kadın ağır adımlarla konuşarak gelir sahneye, fon kararmış, Anlatıcının üstü biraz aydınlanmıştır… Anlatıcı Kadın: Sımsıcak, açıkgözlü açık sözlü bir çocuk Nurcan… Uzun bir süre çocuğu olamayan anne Fidan Şahin’in dualarla adaklarla büyüttüğü biricik kızı, tek çocuğu. Fidan hanım 27 yıl Anadolunun çeşitli yerlerinde görev yapan bir hemşiredir. Bir kan hastalığından dolayı ilk üç çocuğu doğumdan kısa süre sonra ölür. Nurcan, can ışığı, tek çocuğudur Fidan hanımın. Sahneye ağır adımlarla Fidan Şahin gelir. İskemleye oturur. Anne: Ona balım derdim. Özel olarak, sevmek için kendime doğurdum. Büyüdükçe sevimli, şakacı, sürekli gülümseyen dünya tatlısı bir kız oldu. Evimizde kimse ona ters bir şey söylemezdi. Şu bardağı al şuraya koy bile demezdik. Hiç bir gün ona hizmet etmekden bıkmadım yılmadım. Her şeyini özenerek yaptım. Çamaşırlarını yıkamak, ütüleyip katlamak bir zevkti. Sabah kahvaltısını yaptırır sütünü içirir, ayakkabılarını bağlar, başını sarar arkasından zevkle bakarak okula uğurlardım. Bütün bayramlarda müzelere götürdüm, gezdirdim. Haftasonları tiyatrolara götürürdüm. Büyüdükçe kendini okumaya verdi. Çok çalışkandı. O olmadığında evin sessizliğine dayanamazdım. Göndermek istememiştim. Çok yalvardı. Üniversite sınavından yeni çıkmıştı. Stres atsın diye izin verdim. Gönderdim. Hacattepe üniversitesinin Matematik bölümünü kazandığını öğrenemedi. Çocuklarımızı Allahüekber, Bismillah, Ya Allah diye yaktılar devlet destekli gözü dönmüş yobazlar. Onun canını Allah değil, yobazlar aldı. Onlarla birlikte biz anneleri de yaktılar. İskemlenin üzerinde ışık kararır. Perdede şimdi Özlem Şahin’in resmi var. Bu dünyadan Özlem Şahin geçti. 1976 yılında doğdu. 17 yaşında Sivas’da yakıldı. Anlatıcı kadın devam eder. Anlatıcı Kadın: Nurcan ve Özlem Şahin amca çocukları. İkisi de özgür yetişmiş, düşüncelerini her yerde herkesle açık açık konuşabilen, özgüvenli iki genç kız. Toplum içinde rahatlar, iyimser ve olgunlar. İçlerinde sınırsız insan sevgisi taşıyan, sevdiklerine koşa koşa giden, sımsıkı sarılan iki genç insan. İkisi de alevi kültürünü benimsemiş yaşayan aileler içinden geliyor. Kültürlerine büyük ilgileri var. Nurcan semah, Özlem tiyatro topluluğunda görev alıyor. Ayrıca kendi el emeklerinin ürünleri, üzerinde Pir Sultan’in, Che’nin resimleri olan kızıl mendiller, bileklikler, saç bağları, kolye, küpe üretiyor, sergiliyor satıyorlar. Elbette çok gençler, bir ideolojileri yok, yalnızca devrimci kişiliklere yakınlık duyuyorlar. Ölümden o kadar uzaklar ki... Anne Fidan: Birbirlerinin can yoldaşlarıydı. Aynı tabaktan yer, banyoya bile bir girerler kıkır kıkır gülerek yıkanırlardı. Kış boyunca birlikte yaptıkları kol bağlarını, mendilleri, bayraklarını, boncuklarla süsledikleri çiçekleri bir çantaya koydular. Yanlarına fotoğraf makinesi, radyo teyplerini de aldılar. İkisi de ölüme çok uzaktılar. Özlem deli dolu bir kızdı. Hiç büyümemek istiyordu. Odasının duvarına bir kart asmış. Üstünde “belki yaşlanacağım ama asla büyümeyeceğim” yazıyordu. Az ama öz yaşadılar. Arkadaşları onlar için şunları yazmış. “ Onları ne kanlı Sivas’da ne Madımak otelinde ne morgta ne mezarlarında aramayın. Kaçıp gittiler cellatlarının elinden. Onlar şimdi şehirde bir kumru, parkta bir kelebek, denizde bir balık ve düşüncemizde... güzel bir dostluk.” Bağrış çağrışlar yükselir… Korkunç sloganlar atılır.. haykırışlar… Anlatıcı kadının yüzünde kederli bir anlatım vardır… boncuklu kızların köşesi aydınlanır.. Perdeye Koray Şahin’in resmi gelir. Altında bir not. Bu dünyadan Koray Kaya geçti. 1 mayıs 1981 de doğmuştu - İşçi bayramında. 12 yaşında Sivas’da yakıldı. Bütün sesler dinerken, üç çocuk sahnenin önüne gelir, Barış Koyun Çocukların adını şiirini okur Refik Durbaş’ın. Barış Koyun Çocukların Adını Oyunu sever bütün çocuklar birdirbir, uzun eşek, körebe bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez oyun sözcüğünün halkların dilinde (Oyun koyun çocukların adını) Savaşa karşıdır bütün çocuklar kışın: kar altında her sabah tükenip erise de solgun nefesi yazın: göğsü sırmalı fabrikalarda çarkları döndürse de yoksul alevi savaşa karşıdır bütün çocuklar nice ölümlerden geçmişlerdir nice rüzgarlar içmişlerdir gelincik tarlası çocuklar (Emek koyun çocukların adını) Gökyüzünün penceresinden şimdi bir kuş havalansa kanat çırpışlarında hayatın yağmalanmış sevinci - Kuş uçar rüzgar kalır (Sevinç koyun çocukların adını) Uzay denizlerinde şimdi bir balık ağlasa gözyaşı billurlarında yüz bin umut kıvılcımı - Alev uçar nazar kalır (Umut koyun çocukların adını) Çocuk bahçelerinde şimdi bir çiçek açsa hüzün sevince dönüşür sevinç çiçeğe - Ölüm uçar çocuklar kalır (Mutluluk koyun çocukların adını) Barıştan yanadır bütün çocuklar sabah: kuşatılmış bir toplama kampında ayrılığın tetiğini okşasa da elleri akşam: yıldızların mor orağıyla sessizliği devşirse de yetim öksüz sesi barıştan yanadır bütün çocuklar nice çığlık emmişlerdir nice korku gezmişlerdir yürekten hisli sevmişlerdir güvercin harmanı çocuklar (Devrim koyun çocukların adını) Barışı sever bütün çocuklar beştaş, saklambaç, elim sende bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez barış sözcüğünün halkların dilinde (Barış koyun çocukların adını) Anlatıcı erkeğin köşesi aydınlanır. Perdeye Menekşe’nin resmi yansır bir not ile: Anlatıcı Erkek: Her ölüm biraz erken ölümdür. Ya çocuk ölümler! Ya Koray’la Menekşe... 1 Mayıs’da doğduğu için gurur duyan Koray...Semaha tiyatroya meraklı, özgürlüğüne düşkün Menekşe... Sivas’a anne babaları ile birlikte giderler. Ne İsmail Kaya’nın ne Hüsniye Kaya’nın aklının ucundan bile geçer bunların olacağı... olabileceği. Asuman ve Yasemin Sivri Sahne kararır. Soluk bir ışıkda sahnenin ortasına bir kadın gelir. Tam ortada bir iskemleye çöker. Anlatmaya başlar. Arkada perdede Asuman ve Yasemin resimleri vardır. Sahneye çıkan onların annesi Yeter Sivri’dir. O anlatır kızlarını. Anne: İki katlı bir gecekonduda doğurdum Yasemin’i. Çabuk hastalanırdı, her istediğini yerine getirirdik, kıyamazdık. Çok zekiydi. Harçlıklarını hep kitaba yatırırdı. Boş zamanlarında hem kitap okur hem de onları özenle ciltler düzenlerdi. Felsefe okuyordu ama psikoloji de okumak istiyordu, son sınıfa gelince yine sınava girecekti. Kardeşini, abisini çok severdi. Bambaşka bir çocukdu o. Oturuşu kalkışı huyu diğer çocuklarımdan farklıydı. Evde ne yapsak ona danışırdık. Büyük insansın sen derdim. Haksızlığa hiç katlanamazdı. İlkokulda sınıf ikincisi olmuşdu öğretmenin çocuğu ile birlikte. Ödülü öğretmenin çocuğuna verince, bu adaletsizliği istemem ben diye önlüğünü çıkarmış ağlayarak eve gelmişti. Öğretmeni bu çocuk çok zeki, geleceği çok parlak derdi. Okuya okuya gözlerin bozuldu Yasemin dediğimde, sen de oku anne, Yasemin’in annesinin okuması gerekir derdi. Elimden işi bırakır, kitap okuturdu bana. Burada kısa bir an durulur, ışık hafifçe kararır. Asuman’sa hareketli bir çocuktu. Onu da gecekonduda doğurdum. Hastaneye gitmedim. Devlete güvenemediğimden. Hastanelerde çocuk değiştiriyorlardı o zamanlar. Nasıl oldu da bu devlete güvendim Sivas’a gönderdim, anlayamadım. Hep derdim hayatta herşeyim bütün varlığım üç çocuğum diye.. İkisini devletin sayesinde gericiler katletti. Asuman diyordum... Asuman’ım...her ortama hemen uyum sağlayan, kendini sevdirdiği gibi insanları çok seven kızım... Yanına uzanmayınca yatmazdı. Dizime yatar anne saçlarımla oyna derdi. Sabah kalkar aynaya bakar, çıkarken anne ben gelene kadar aynalar dinlensin derdi.... Anahtarları olduğu zaman bile zili çalarlardı. Kapıyı açınca, Asuman eğilmiş Yasemin onun üzerine eğilmiş bacaklarıma sarılırlardı. Gösteriden yorgun argın dönünce tuzlu su hazırlardım ayakları için... Anne senin bize yaptıklarını biz çocuklarımıza yapmayız derlerdi.Sivas’a gitmeden önce ablası Asuman’a yazlık papuç almış. Siyah... Nasıl da yakışmış. Eğilip ayaklarını öpmemek için zor tuttum kendimi. Sağolsun devlet (!) öpmelere kıyamadığım çocuklarımı yok etti. Bu ülkeye şerefli, namuslu, dürüst evlatlar yetiştirdim. Meğer....
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|