|
|
Hocaefendi...Kategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 11 Kasım 2007 03:04:01 Birkaç hafta önce 40 yıl kutlamaları dolayısıyla Sydney Üniversitesindeki bir konferansa katıldım. "Dinin rolü' adlı açık oturumda birisi Avustralyalı olmak üzere 4 konuşmacı Said-i Nursi'yi, Nurculuğu ve 'hoca efendi'yi (Fethullah Gülen'i) savundular. Fethullah Gülen'in okullarını, kolejlerini övdüler. Said-i Nursi, Erbakan, Gülen derken, en iyi kaynağın kişilerin kendi sözleri olduğu düşüncesiyle aşağıdaki alıntıları okuyucularıma sunmak istedim:
Erbakan: “Refah Partisi ve âdil düzene geçilecek. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak, sert mi olacak? Tatlı mı olacak, kanlı mı olacak?” Fethullah Gülen Said-i Nursi hakkında: “Evet, Bediüzzaman milletin fikrî seviyesizliklerle sürüm sürüm yaşadığı ve içtimâî dertlerin birer buhran hâlini aldığı, ülkenin hemen her yanında ürperten yüzlerce hâdise ile yüz yüze kalındığı, her tarafta İslâmî ve millî değerlerin enkaz enkaz üstüne yıkılıp gittiği ifritten bir dönemin, düşünen, çareler arayan, teşhis ve tespitlerde bulunan sonra da bu rahatsızlıklara reçeteler sunan bir hekimi olmuştu. O, upuzun ve karanlık yılların hazırlayıp sahneye sürdüğü dünya kadar felâket altında didinip duran talihsiz nesillerin, îmansızlık, dalâlet ve şüphe vadilerinde bocaladığını, kurtulmak istedikçe daha derin buhranlara gömüldüğünü gören, hisseden, görüp hissettiklerini vicdanının derinliklerinde duyan bir insan olarak, ilk günden itibaren hep müteheyyiç yaşadı.. sürekli düşündü…”diyor. Fethullah Gülen: “Mevcudiyetimizi hissettirmeden çok ilerilere gitme... Ta ilerilere gitme böyle... can damarları içinde dolaşma... ve sonra eğer dönülüp gelinecekse yara alınmadan, hissedilmeden dönüp geriye gelme meselesi... İster maddi güçleri bakımından, isterse kendi ülkelerindeki güç kaynakları, gücü temsil eden kaynaklar bakımından, isterse ilim mahfilleri açısından, isterse toplumun büyük kesimlerine, büyük kısımlarına bu duygu ve bu düşünceyle ulaşmaları açısından, belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır. Zarûri ve lüzumludur. Yanlış birşey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, erken vuruş diyebileceğimiz çıkışlar yaparlarsa dünya başlarını ezer. Ve Müslümanlara Cezayir’deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye’deki 82 vakası gibi yeni bir fecaat yaşatırlar. Her sene Mısır’da yaşanan fezahat (alçaklık) ve fecaat gibi bir fezahat ve fecaat yaşatırlar. Firavunlar çağını yaşıyoruz. Toprak firavun bitirmek için çok mümbit. Böyle bir dönemde tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağına kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır. Her adım 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi birşeydir, civcivleri terk eden kuluçka gibi civcivleri doluya, fırtınaya terk etmek gibi birşeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünyayla hesaplaşma işidir... Sesimizi, soluğumuzu, bunca kalabalık içinde ben bu duygu ve düşüncemi sözde mahremce anlattım. Ama sizin mahremiyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki elinizdeki meyve suları, boş kutuları dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi bu düşünceleri de –açık olma yanıyla- çöp kutusuna atıp geçeceksiniz. Arzedebildim mi? Sözün senin esirindir, söylersen esiri olursun.” “Şimdi elâlem sizi biliyordur. Sizi potansiyel bir tehlike olarak ta biliyordur. Yolun nereye gittiğini de biliyordur ve bir gün gidip bu yolların nereye dayandığını da biliyordur. Ne tarafa doğru yol aldığımızı da biliyordur... Dünya sizi yakın takibe almışsa böyle sadece söz yanı ağır olan, iddia yanı ağır olan koskocaman şeylerle dünyayı tahrik etmiş, üzerinize saldırtmış, yaşama, hattâ dini neşetme şartlarını ağırlaştırmış, hizmet atmosferinizi içinde yaşanmaz hale getirmiş olursunuz ki, o davaya samimiyet ve sadakatınızdan daha çok ihanetiniz manâsına gelir.” “Muhammed Mustafa’nın (sav) bayrağı altında toplanacağız. Manisiz, perdesiz bütün güzelliklerin kaynağı olan Cenab-ı Hakkın cemalini müşahade edecek ve kendimizden geçeceğiz”. Nurettin Veren Gülen'in 1966 yılında İzmir'e geldiği ilk günden itibaren, 35 yıl gece gündüz beraber olduğu arkadaşı. Zaman Gazetesi'nin kurucusu, genel müdürü, genel koordinatörü ve Feza Gazeteciliğin en yetkilisi. 1970 yılında Gülen, Veren ve 12 arkadaşının 18 maddelik yeminlerinin 14. ve 15. maddeleri şöyle: “14. Şeriat fikrinin müdafii olma, Risale-i Nur ve Üstadı şeriata muvafık şekliyle arzetme, Tesbihat ve evrad-ı ezkara ehemmiyet verme, bunların büyüklüğünü anlatma; 15. Karara bağlanan bir şeyin hiçbir zaman aleyhinde bulunmama (ima ihsas yoluyla dahi olsa). Aksine fikir olursa hakk-ı hayat tanımama”. Fethullah Gülen’in hedefinin “bütün dünyayı ele geçirip yönetmek olduğunu” ve bunun için mâlî kaynaklarının bulunduğunu Banka Asya borsaya çıktığında yüzde 23 hissesinin 7.5 milyar dolar değerinde olmasıyla açıklayan Veren’in anlattığına göre Fethullah Gülen’in Pensilvanya’daki 135 dönümlük çiftliğinde Veren’i kendisini öldürmeye gelmekle suçlayıp “FBI’ı, CIA’i çağırın, öldürtün bunu” demesi ve üzerine 1.5 metrelik şömine demiriyle saldırması üzerine Veren örgütten kopuyor. Şöyle diyor: “…elinden tutup burs verdiğimiz bu talebelerin yüksek mevkilere gelip kaymakamlar, valiler, emniyet müdürleri olduğu zaman Fethullah Gülen’in talimatıyla kendi ülkesindeki Atatürkçü, laik kesimleri din karşıtı olarak gösterip içten içe ele geçirme ve kan damarları içinde dolaşarak karşı cephe gibi göstermesinden sonra ben bunun bir ihanet şekline dönüştüğüne inandım”. Yorum sizlerin.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|