|
|
"HUKUKA RAĞMEN..."Kategori: Söyleşi | 1 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 24 Mayıs 2011 01:39:56 15 Ağustos 2010'da Sümela Manastırında yapılmış olan ayin sonrası Türk ve dünya basınında Fener Rum Patrikhanesinin durumu ve talepleriyle ilgili çeşitli spekülasyonlar ortaya atıldı. İç işlerimizi ilgilendiren konuların Avrupa ve Amerika tarafından yapılan baskı ile uluslararasılaştırma çabasına örneklerden sadece bir tanesidir Fener Rum Patrikhanesi... Bu kurumu geçmişimizde ve günümüzde değerlendirmek adına uzmanlığını Fener Rum Patrikhanesi üzerinde yapmış ve konusunda önemli çalışmalarda bulunmuş Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Prof. Dr Sibel Özel'e merak ettiklerimizi sorduk.
“Venizelos: Patrikhane Türk Kurumudur! Size ait kurumdan neden şikayet ediyorsunuz?” 1)Lozan heyetinin patrikhanenin ihracı önerisini sunmasının sebepleri nelerdi? Nedeni çok belli, çünkü patrikhane işgal güçleriyle işbirliği yaptı. İstanbul’un işgali ve ardından kurtuluş savaşının geldiği süreçte patrikhanenin vatandaşlığını taşıdığı ülkeye sadakat göstermesi gerekirdi. Ama patrikhane işgal güçlerine sadakat gösterdi. Bu sırada bir ‘kara kitap’ yayınlandı. Rumlara soykırım yapıldığı iddia edildi. İtilaf devletleri yetkiliklerine patrikhaneyle ilgili çalışmalar yapılması için öneride bulundu. Atatürk boşuna patrikhaneyle ilgili ‘fesat yuvası’ ifadesini kullanmamıştır. Dolayısıyla artık patrikhanenin İstanbul’da kalamayacağı düşüncesi hâkimdi. Bu fikir de açık ve net biçimde ortaya kondu. Dr. Rıza Nur Lozan heyeti içindeydi. Artık Türkiye’nin laik bir ülke olacağını, azınlıkların da diğer Türk vatandaşları gibi din konusunda imtiyazsız muamele göreceğini, patrikhanenin sahip olduğu imtiyazlarla ülkede kalmasının mümkün olamayacağını anlattı. Ama müthiş bir Hıristiyan dayanışmasıyla karşılaştık. Sadece Ortodoks olan Yunanistan’la değil, Ortodoks olmayan diğer ülkelerle de karşı karşıya geldik. Bu noktada önemli bir husus var: İlk defa Venizelos “Patrikhane Türk kurumudur” demiştir. Neden bunu söylediğini açıklıyorum: ‘Bu sizin kurumunuz, niye şikâyet ediyorsunuz? Şikâyet ettiğiniz yetkileri de siz verdiniz’ Bu doğruydu… Osmanlı İmparatorluğu döneminde patrikhanenin, hükümetle Rum cemaati arasında aracı görevi gördüğü için idari yetkilerle donatılmış imtiyazlı bir statüsü vardı. Bu statü, Bizans’ta sahip olduğundan çok daha ileri bir statüydü çünkü sadece ruhani değil, idari ve dünyevi yetkileri vardı. Bu yüzden de Venizelos “bu sizin kurumunuz, ona bu yetkileri siz verdiniz ihraç talebinizi kabul etmeyeceğiz” dedi. Bu argüman çok önemli, çünkü bize göre de patrikhane bir Türk kurumu. Ama Lord Curzon gayrı-resmi bir toplantıda Venizelos’u uyardı. Patrikhanenin Türk Kurumu olması demek, patrikhanenin Türk hukukuna bağlı olacağı anlamına geliyor. Yani patrikhane ekümenik olamayacak ve uluslararası bir kişilik kazanamayacak. Lozan’da taviz verilmeyecek iki kırmızı nokta dışındaki ( kapitülasyonlar kalkacak ve Ermenistan’a toprak verilmeyecek) tüm konular müzakereye açıktı. Bir Hıristiyan dayanışmasıyla karşı karşıya kaldığımız için, ve taviz verilebilecek bir konu olduğu için başaramadık! Lozan’da Türk heyetine bir öneride bulunuldu; ‘Sizin şikayetiniz patrikhanenin idari işlerinden kaynaklı, o halde patrikhane İstanbul’da kalsın ama idari işlerinden arınsın sadece ruhani yetkilerle donatılsın.’ İsmet Paşa çok diplomatik bir şekilde dikkatle verdiği yanıtta ‘Müttefik temsilci heyetinin sözlerini bir senet kabul ediyorum ve ihraç teklifimizi geri çekiyoruz’ dedi. Yani Lozan’da patrikhanenin idari işlerden ve imtiyazlardan arındırılmış, sadece ruhani yetkilerle donatılmış bir azınlık kilisesi olarak kalması konusunda sözlü mutabakata varılmıştı. 2) Patrikhane bu günkü faaliyetleriyle varılan mutabakatı yok saydı mı? Aslında dünya politik yapısına göre patrikhanenin konumu değişkenlik gösterdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bunun bir Türk Kurumu olduğunu çok açık ve net biçimde ortaya koyduk. Bir örnek verelim. 1925 yılında Yunanistan bu patrikhane meselesini uluslararasılaştırmak istedi. Milletler Cemiyetine bir şikâyette bulundu, T.C dedi ki: ‘Bu uluslararası bir mesele değildir, bu kurum Türk hukukuna bağlıdır dolayısıysa sadece Türk iç hukukunu ilgilendirir.’ Yunanistan’dan başvuruyu geri çekmesini istedik ve geri çekti. Türkiye müdahale edemeyecekti… 3) Patrikhanenin tarihten bu yana vasıfları neydi ve ekümeniklik kazanması halinde neler olurdu? Biz bu kuruma ilgisiz kaldık ilgisiz kalınca bilgisiz de kaldık. Fikir sahibi olamadığımız için sloganları yutuyoruz. “Verelim öyle olsun” gibi bir anlayış olamaz. Şu anda ekümeniklik meselesi için hükümetin “ Bizim meselemiz de Hıristiyanların iç işi. Bizi niye ilgilendiriyor” demesi son derece yanlış. Bizi ilgilendirmese niye Türkiye Cumhuriyeti’nden tanıması isteniyor. Bir ülke hukukunda, egemen devlette, o ülkede bulunan tüm kurumlar ve kişiler devleti ilgilendirir. Herkesin aynı hukuka bağlı olması gerekir. O hukuk sisteminden çıkan özerk yapıyı savunamazsınız. Dünyada, Avrupa’da, Amerika’da bunun örneği yok! Dolayısıyla ‘Ekümeniklik Hıristiyanların içişidir karışmayalım, ekümeniklik kullansınlar,’ diyemeyiz. Osmanlı ekümeniklik kelimesine müdahale etmemiştir. Ama önemli olan kelimeyi değil yetkilerinin kullanılıp kullanılmamasıydı. Osmanlı İmparatorluğu 1862 Nizamnamesiyle, patrikhane konusundaki kuralları düzenlemiş. Bazı hükümleri yeni bir düzenleme yapılmadığı için hala yürürlükte. Bu kurallardan biri: Patrik babasından beri Türk vatandaşı olacak. Piskoposlar için de Türk vatandaşı olma zorunluluğu var. Patrikhanenin yetkisi Osmanlı topraklarıyla sınırlıdır. Bu da Osmanlıda patrikhanenin ekümenik bir yetki kullanmadığını gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğu yabancı bir devlet vatandaşının patrik olmasına çöküş döneminde bile izin vermedi. Ama bu gün Avrupa Birliğinin ilerleme raporlarında, Amerika’nın insan hakları raporlarında istenen patriğin yabancı olmasına müsaade etmek. Ekümenikliğin hukuki sonuçları vardır. Ekümenik olsaydı ne olurdu? Bu kurum şimdikinin aksine uluslar arası bir kişilik kazanırdı ve uluslar arası bir hukuka tabi olurdu. Bu kurumun başındaki kişi ve çalışanları yabancı olacaktı ve Türkiye bunlara müdahale edemeyecekti. “Tüzel kişilik verilsin ki, patrikhane uluslararası bir kurum, ekonomik ve siyasi bir güç olsun ve Türkiye buna ses çıkarmasın…” 4) Patrikhanenin talepleri? Patrikhanenin pek çok talebi var. Bunlardan birisi de tüzel kişilik istemesi. Patrikhane tüzel kişi olursa, hukukun süjesi olarak istediği her şeyi çok rahat yapabilir hale gelecek. Örneğin; gayrimenkul elde edebilecek, istediğini satın alabilecek ve onu bağışlayabilecek. Türkiye’de azınlık vakıfları var ve bu vakıflara bağış yapılıyor. Ama patrikhanenin tüzel kişiliği yok. Yüzlerce yıldır burada olan kurum, yüzlerce yıldır tüzel kişilik verilmeden yaşadı. Şimdi tüzel kişilik verilsin ki patrikhane; uluslararası bir kurum, ekonomik ve siyasi bir güç olsun ve Türkiye buna ses çıkarmasın isteniyor. “Kanunlara rağmen…” 5) Heybeliada Ruhban Okulunun kapatılma süreci hakkında bilgi verir misiniz? Uzun zamandır bu konuda Avrupa ülkelerinden gelen baskılar var. Bu okul ruhban yetiştiren bir okuldur. Rahip olabilmek için lise sonrası 4 yıl eğitim almak gerekir. Yani Heybeliada Ruhban Okulu içeriği itibariyle bir yüksekokuldu. 1951’de Menderes döneminde yönetmelik değişimiyle yüksekokula dönüştürüldü. Hatta dönemin patriği Atenagoras, Menderes hükümetine teşekkür etti “Kanunlara rağmen biz uluslararası bir üniversite haline geldik” dedi. Türk kamuoyuna yanlış bilgiler veriliyor. Bu okul Türk siyasilerince aniden kapatılmış ve siyasi nedenlerle açılmayan bir okul değil. Bu yanlış bir bilgidir. Bu okul siyasi gerekçelerle kapatılmadı. Bu okul Anayasa Mahkemesince verilmiş Özel Yüksekokulların anayasaya aykırı olduğuna ilişkin bir karardı. Özel yüksekokul yoktur. Ya devlet üniversitesi vardır ya vakıf üniversitesi. O yıllarda adı üniversite olmayan özel yüksekokullar vardı. Heybeliada Ruhban Okulu da bu kararın kapsamında bir okuldu. Yani burası söylendiği gibi darbe olduğu için kapanmadı. Davanın açıldığı tarih 1969dur. Henüz o tarihteyken ortada darbe falan yoktu. 1971’de de özel bir yüksekokul olduğu için anayasa mahkemesince pek çok özel yüksek okula gösterilen muamele gösterildi ve kapatıldı. Lise kısmı açıktır ama lise kısmına da patrikhane kendi kararıyla öğrenci almıyor. “Siyasi bir kararla kapanmadı ki siyasi bir kararla açılsın...” 6) Bu okul açılabilir mi? Tabii ki açılabilir. Azınlıkların din adamı yetiştirme özgürlüğü vardır. Ama bu okulun açılabilirliği Türk hukukuna uygun olmak zorundadır. Sorun da Patrikhanenin bu konudaki talebinin Türkiye Cumhuriyeti’ne çok ters olması. İsteniyor ki yurt dışından yabancı öğrenci getirilsin. Patrikhane, YÖK’e bağlı olmayan, müfredatıyla ve tümüyle kendilerine bağlı olan bir okul istiyor. Mümkün değil! Türkiye’de bu uygulamanın bir örneği yok. Çünkü açılan okulun hukuki bir altyapısı olması lazım. Türkiye’de değişik yapıda bir çok çeşit okul var ama hepsinin hukuki bir altyapısı mevcut. Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulunu hiçbir hukuki temele dayanmayan, tamamen kendisine bağlı bir imtiyaz talebiyle açmak istiyor. ‘Ben istiyorum ve sende bunu yapacaksın’ diyor. Türk hukukuna bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Siyasilerimiz kraldan çok kralcı yaklaşıyorlar. “Açmak istiyoruz açalım…” gibi söylemleri var. Aç o zaman! İşte sorun bu… Okul bir inat meselesi yüzünden, Kıbrıs’taki olaylardan dolayı ya da darbe oldu diye kapanmamıştır. Bu okul siyasi bir kararla kapanmadı ki siyasi bir kararla açılsın. Bu okul hukuksal nedenlerle kapatıldı. Heybeliada Ruhban Okulunu bu günkü talepleriyle açmayı çok ama çok isteyen hükümetin iki seçeneği var: Ya hukuka karşı gelecekler, ya da hukuk kurallarını değiştirecekler. Rahip yetiştirecek olan okulun zaten bir yüksekokul olması gereklidir. Bu yüzden de diğer yüksek okulların tabii olduğu kurallara tabii tutulacak. Türkiye’de YÖK’e bağlı olmayan bir yüksekokul olmadığı gibi onlarda YÖK’e bağlı olmadan eğitim öğretime geçemezler. Eğer Müslümanlar için teoloji eğitimi veren ve YÖK’e bağlı olmayan bir yüksekokul olsaydı Heybeliada’daki okulun kapalı olması haksızlık olurdu. Türkiye de ne diğer azınlıklar için ne de Müslümanlar için YÖKE bağlı olmadan eğitim veren bir yüksekokul yok. Öyleyse patrikhanenin istediği bir imtiyaz talebidir. Bizim kendi iş içimizde aslında ruhban okulunu açmamak gibi bir sorunumuz yok. Sorun patrikhanenin talepleri ve dayatmalarıdır. Patrikhanenin okul üzerinden talep ettiği ekümenlik… Patrik böyle bir okulu Amerika’da, Avrupa ülkelerinde açabiliyorsa, buyursun orada açsın. 7) Ruhban Okulunun patrikhane için siyasi önemi nedir? Okulun kapandığı tarihlerde yabancılardan tepki gelmemiştir. Yeni dünya düzeniyle ve politik nedenlerle böyle bir tartışma başladı. Patrikhanenin istediği biçimde bir okul açması ve bu Türkiye hukukundan ve YÖK’ten bağımsız bir kurum olmasıyla ekümenikliğini, uluslararası kişiliğini ortaya koyacaktır. Basında ‘Türkiye azınlıkların din özgürlüğüne müdahale ediyor’ gibi bir söylem var. Bu okul azınlık okulu olarak açılmak istenmiyor ki. Azınlık demek bizim vatandaşımız demektir. Azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Yapılmak istenen şey Türkiye’de azınlıklar için bir okul açmak değil Türkiye’de YÖK’ten, hukuktan bağımsız tümüyle patrikhaneye bağlı Hıristiyan Ortodokslar için teoloji eğitimi veren uluslar arası bir okul açmak ve onun üzerinden uluslar arası kişilik kazanmak. Patrik böyle bir okulu Amerika’da, Avrupa ülkelerinde açabiliyorsa, buyursun orada açsın. Ayasofya siyasi bir semboldür, orada ayin yapamazlar! 8) Sümela manastırındaki ayin sonrasında Ayasofya’yla ilgili spekülasyonlar ortaya atıldı? Ayasofya’da ayin yapılması mümkün mü? Ayasofya’da ayin yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olduğu sürece olamaz. Papanın da böyle bir istemi oldu ama neyse ki dik duruldu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiği zaman buradaki Rumların ihtiyacını karşılayacak kadar kilise bıraktı. Geri kalanları cami oldu. Ayasofya da cami oldu çünkü İstanbul fethedilmişti ve fetheden padişah Müslüman’dı. 1930’lu yıllarda Atatürk karşı karşıya gelmek üzere olduğu 2. dünya savaşı tehlikesini sezdi. Ayasofya’nın Camii olarak kalma ihtimali düşüktü, yabancı baskılarla kilise olması gündeme gelecekti. Ayasofya bir kültür varlığıdır, semboldür. Ayasofya’nın cami olması buranın Müslümanlara ait olduğunu gösterir. Atatürk de bütün bu tartışmaları sonlandıracak bir şey yaptı. Ayasofya Camii bir kararla müzeye dönüştürüldü. Bu şekilde her dinden her kültürden insan gidip o muhteşem yapıyı görebilecekti. Atatürk orayı müze yaparak, insanlığa armağan etmiş oldu. Ama ibadet deyince orada durmak gerek! Orada ayin yapılması demek başka bir anlama gelir. Dillendirmek bile istemem! Ayasofya’nın dinen bir sembolü yoktur, imparatorluk kilisesidir önemi de buradan gelir. Yani bir anlamda siyasi semboldür. Sümela Manastırındaki ayinin amacını öğrenmek gerek. Trabzon’da yaşayan bir Ortodoks nüfusu yok ki ibadet ihtiyacı olsun. Mübadeleyle Anadolu’daki Rumlar gitti. Bu ayin kimin için yapıldı, elbette yabancılar için yapıldı. Dolayısıyla bir jest yapılmış oldu. Peki, bu jest karşılığında ne aldık. Eğer bir şey aldıysak ‘İyi olmuş, görelim ne aldığımızı’ derim. Fakat hiçbir şey almadan sadece baskılara boyun eğdiysek utanç verici! “Kentin ekonomisine katkıda bulunuldu” gibi bir demeç verildi basına. Ekonomiye katkıda bulunmak için bir kiliseyi ibadete açmaktan başka çareler de var En azında üzerinde Pontus haritalarıyla, ‘ I am Pontius’ yazan tişörtlerle gelmiş bir grubu da görmemiş olurduk. Başka bir egemen devlet buna kayıtsız kalamazdı.
Yorumlarhasan cavuşculu
{ 06 Kasım 2012 10:37:02 }
Sibel hocaya teşekkürler.Sibel hoca gibi yürekli bilgili TÜRK aydınları her konuda seslerini duyurmalıdırlar.Her aydın doğruları söylemeli ülkesine gelebilecek tehlikeleri anlatmalıdır.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|