|
Dünya Sevgililer Günü!Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 05 Mart 2011 10:56:51 Delikanlıların ellerinde çiçek buketleri, ya da tek güller. Ele el tutuşmuş ortayaşlı ya da yaşlıların yüzlerinde huzur... Sevmenin verdiği mutluluk! Sait Faik'i gel de anma: "Her şey bir insan sevmekle başlar" Sevmeyi bilenler için ne çok şey ifade ediyor bu cümle.
14 Şubat, Pazartesi Dünya Sevgililer Günü! Her güne bir özelik yüklenmesine alıştık ister istemez. Bu günü Türkiye Pen’i “Dünya Öykü Günü” olarak kutlamaya çalışıyor ve dünyaya kabul ettirmek için uğraşıyor. 21 Mart “Dünya Şiir Günü” olarak bütün dünyada kabul edildi Türk Pen’in sayesinde. Hava çok soğuktu, yüzümüz donacaktı neredeyse yürürken. Delikanlıların ellerinde çiçek buketleri, ya da tek güller. Ele el tutuşmuş ortayaşlı ya da yaşlıların yüzlerinde huzur... Sevmenin verdiği mutluluk! Sait Faik’i gel de anma: “Her şey bir insan sevmekle başlar” Sevmeyi bilenler için ne çok şey ifade ediyor bu cümle. 15 Şubat, Salı Zeynep Uzunbay, Günümü çiçek, sözcük bahçesine çevirerek, Geri Dönüşüm’de şiirlerle, enfes dizelere, imgelerle kucaklıyor beni: Şu şiiri kolay kolay unutabilir miyim? “Köpeğe Anlatırken Duydum” sözcük bakıcısı mıyım ben ölümün düzeltemediği şiir mi? ne şunun ucundan ne bunun off dedi, tamam, istemem! niye sevineyim acılara haydut muyum ben? düştüm de işaretlerin peşine çirkin sevdim, elledim, çarpıldım tuzlu rüzgâr kamçılasın beni kaya diplerinde çıplak kalayım bir beyaz gök, kireç ışığı, kâğıtlar kime ağladım, niye yalvardım? Şiirdeki acı ironi ve sözcüklerin yerli yerindeliği, dildeki ustalık... daha ne diyeyim...şiirin tümünü yazmama gerek kalmadı. 16 Şubat, Çarşamba Yıllar önce Almanya’ya göçün şiirlere yansımasını ele alan uzunca bir çalışma yapmıştım. Bir ara TRT’de belgesel olacaktı. Hatta üstünde epeyce de çalışmıştı yapımcı arkadaşım. Sonra tavsadı bu güzel proje. Ben de unuttum gittim yaptığım bu çalışmayı. Geçenlerde yeniden alevlendi bu unutulmuş çalışma. Almanya’ya göçü konu edinen onca şiir kitabından, şiirden seçip ayıkladığım dizelere bir daha baktım yine TRT’deki arkadaşımın isteği üzerine. Göçün panoramasını veriyor bu dizeler, imgeler. Yola çıkıştan başlayarak son yıllara kadar izinleri, özlemleri, fabrika yaşamını, zorlukları, aynı anda iki ülkede yaşamayı, sılayı... iyi bir kurguyla dile getiriyor. Usta bir yönetmen bu dizelere uygun fotoğrafları yerleştirebilir. Göçün ellinci yılı için iyi bir çalışma olur bu dizeler. Bakalım gerçekleşecek mi, yoksa yine unutulacak mı bu güzel çalışma. “Deli rüzgâr bir gün bir Türk’ün bıyığını savurdu ve bıyığının peşinde koşan Türk kendini Naunyn Sokağı’nda buldu” (Aras Ören) 1 Şubat, Perşembe Selçuk Altun’un yeni romanı Bizans Sultanı (Sel Yayınları) tarihi ne çok ayrıntıya yüklü! Dünyanın dört bucağını dolaşarak Bizanslıların izini sürüyor, bir bakıma romanın kahramanının da izi sürülüyor. Ansiklopedik bilgiler iyi yedirilmiş romana. Zor okunan bir roman değil, tersine sürükleyici bir anlatımı var Selçuk Altun’un. Romanda kendisi de yer alıyor ustaca. Müzeler, kütüphaneler, kitaplar... bizi geçmişe götürüyor durmadan; hem bugünü hem de geçmişi önümüze getiriyor yazar. Okur olarak Karacaoğlan’ın dizeleriyle de selamlanıyoruz arada bir: “Seherde uğradım dostun köyüne Hos geldin sevdiğim in dedi bana Tomurcuk memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana” 18 Şubat, Perşembe Göçün ellinci yılı için bir yazı yazmaya çalışıyorum kaç gündür Kültür dergisinin üçüncü sayısı için. Kolay değil göçün kültüre yansımasının izini sürmek. Yazında, şiirde, resimde, tiyatroda, sinemada, günlük yaşamda kültürün yeri ne kadar değişti, gelişti ya da içinde yaşanılan toplumla ne kadar karıştı, etkilendi? Bunun izini sürmek, belgelere dayalı uzun bir çalışmayı gerektirir. Ben, bu uzun çalışmaya bir giriş olabilecek özet bir çalışma kotarmaya çalıştım her şeye bir parça değinerek. Artık hacimli çalışmalar dönemi başlamalı bence. Üniversitelerde bu işin önü açılmalı. Göç sürecini iyi izleyerek 1961’den günümüze kazanç ve kaybımız nedir, bu ortaya konmalı diye düşünüyorum. Geleneksel kültürümüzden hiç ödün vermediğimiz gibi daha da tutucu hale geldik elli yıl içinde. İçine kapanan ve başını örten bir topluma dönüştük. Namus davası, töre cinayeti, kadına baskıcı, aşağılayıcı bakış ve davranışlarda bir değişiklik olmadı. İçinde yaşadığımız toplumun dilini öğrenmek yetmedi insanımızın dünyasını, davranışlarını değiştirmeye. Din tüm ağırlığıyla kendini toplumun her kesiminde ezici bir biçimde hissettiriyor. Alman kültürüyle geleneksel kültürümüz hep karşı karşıya geliyor. Bakalım bu işin sonu nereye varacak. “Almanya’nın ortasında bir Anadolu! Bir gözü güler, ekmek için Bir gözü ağlar, dert dolu” (Orhon Murat Arıburnu) 19 Şubat, Cumartesi Şiir yıllıkları bir bir çıkmaya başladı ülkemizde. Almanya’da tek bir şiir yıllığı var. Bizde ise pek çok. Böylece her şiirin yazanın yıllıklardan birine girme şansı var. Yıllığı hazırlayanların nesnel bakışı hep kuşku uyandırıyor. Kimi dergiler, şairler görmezden geliniyor cezalandırmak ister gibi. Yakınların kollanması ya da kendi dergisinde yazanlara verilen ağırlıklar hemen göze batıyor. Şiirinin nereye gideceği belli olmayan genç bir şairin yıllığa girmesi o şair için övünç değil, bence bir çıkmaz oluşturuyor. Yıllığa alındıktan sonra kendini salıveren gençlere çok rastladım. Her şeyin suyunu çıkarmakta üstümüze yok! Şiir festivalleri, şiir okumaları, anma günleri, şiir dergileri, şiir kitabı yayınlama... tam bir enflasyon. Bunca çaba ne şiir okurunu artırıyor, ne de şiir kitabını sattırıyor. 20 Şubat, Pazar Bu konuyla ilgili yazdığım yazıyı buraya almamda bir sakınca yok bence: SALONLAR NEDEN BOŞ Karşılaştırmalar her zaman iyi sonuç vermeyebilir ama kimi zaman da yararlı, yol gösterici, ufuk açıcı olabilir. Almanya’da tek bir şiir yıllığı var. Neden başka yıllık çıkarmaya heveslenmiyor Alman şairler? Otuz bir yıldır anlayamadım bunun nedenini? Ülkemizde ise tam bir yıllık enflasyonu yaşanıyor. Şiir coğrafyamızın ciddi, kalıcı bir panoramasını oluşturmayı amaçlayan yıllıklar, yıllığı yapanın iktidarını göstermekten başka bir işe yaramaz hale geldi ne yazık ki. Şiir yıllığını hazırlayanın hangi şairle arası açıksa, hangi dergi editörüne bozuk çalıyorsa o şairden ve o dergiden şiir almayarak, kendince, cezalandırma yoluna gidiyor. Böyle ilkellikler de yaşanıyor, bunlar şiir adına yapılıyor üstelik. Bu tür davranışlar şiirsever sayısını artırmadığı gibi, şiir kitaplarının satışına da bir katkı sağlamıyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de yılda bir kez düzenlenen bir şiir festivali var. Bir de Nürnberg’te. Bunca yıl başka şiir festivali duymadım. İstanbul’da kaç tane şiir festivali var? Şiir festivali de tam bir enflasyon değil mi? Bu şiir festivalleriyle ne yeni şiirseverler kazanılıyor, ne de şiir kitapları daha çok satıyor. Almanya’da Frankfurt ve Leipzig Kitap Fuar’ının dışında başka kitap fuarı yok. Ülkemizde ise kitap fuarları durmadan yayılıyor. Bunca kitap fuarı var, kitap okuru artmıyor, kitap satışları yerinde sayıyor. Almanya’nın her kasabasında, her kentinde belediyeler şiir, edebiyat etkinliği düzenlemez bizdeki gibi. Bizde ise belediyeler yasak savar gibi edebiyat, şiir etkinlikleri düzenleyerek halktan olumlu puan alma peşinde. (Gerçekten olumlu puan alıyorlar mı acaba?) Oysa bu etkinliklere hemen hemen hep aynı şairleri, yazarları çağırarak bıkkınlık ve gına getirdiklerinin hiç mi hiç farkında değiller. Cere çıkar gibi belediye belediye dolaşan şairlerden söz ediliyor epeydir. Şiir okuru yaratma şurda dursun, şiirden soğuttular insanları bu tür etkinlikler. Şiirseverler çoğalmadığı gibi, şiir kitaplarının satışında hiç kıpırdanma bile olmadı bu etkinliklerle. Anma günleri de öyle sık tekrarlanır oldu ki, salonlar boş kalır oldu epeydir. Almanya’da yuvarlak doğum ve ölüm yıldönümlerinde anılıyor şairler, yazarlar. Her yıl anılan şaire, yazara hiç rastlamadım. Her şairin arkasından şiir ödülü de konmuyor Almanya’da. Şiir ödülü enflasyonu da yok yani. Oysa bizde öyle mi? Ölen her şairin arkasından hemen bir şiir ödülü konuyor neredeyse. (Şairlere saygısızlık olarak alınmasın bu sözlerim, aklımın ucundan bile geçmez öyle bir şey düşünmek.) Ölen ve ödülü alan şair onurlandırılıyor güya! Saygın şairler için ödüller Almanya’da da konmuş. Ama her ölen şairin arkasından ödül konmamış. Ayrıca saygın şairler adına konan şiir ödüllerini kazanan şairler yüklü bir para da alırlar. Neredeyse onların altı aylık geçimlerini sağlar bu ödül parası. Şiir ödülü çok, kazanan da. Şiir okuru artmıyor, şiir kitabı satılmıyor. Evet, yinelersem sesli düşünmemi: Şairler belediye belediye gezip şiirlerini okuyorlar, şiir okuru artmıyor, şiir kitabı satılmıyor. Birkaç ahbabın, tanıdığın dışında şiir kitaplarının yüzüne bakan yok. Her şiir yazanın şiir yıllıklarından birine girme şansı var. Şiir okurunu artırmadığı gibi bu yıllıklar, şiir kitaplarının satışını da hiç etkilemiyor. Yayınevleri şiir kitabını beş yüz basıyor. Şairi, yıllığı, şiir etkinlikleri, şiir festivalleri bol ülkede böyle mi olmalı? Çok fazla edebiyat şiir dergisi var ülkemizde. Almanya’da bizdekinden çok az dergi çıkıyor. O kadar çok dergi çıkıyor. Şiir okuru artmıyor, şiir kitabı satılmıyor. Neden acaba? Bunun nedenleri üstüne düşünürken şunlar aklıma geliyor: İlkokuldan başlayarak türbanı okullara nasıl sokarız politikası meyvelerini veriyor işte. İlkokuldan başlayarak kütüphane, kitap, müze, sergi... yüzü görmeyen çocuklar üniversiteyi bitirdiklerinde çağdaş Türk yazınından, sanatından, şiirinden, resminden, tiyatrosundan... haberleri bile olmuyor. Avukat, mühendis, doktor, öğretmen... oluyorlar ama ülkesinin yazarını, şairini, sanatçısını tanımayan “aydınlar!” olarak toplumdaki yerlerini alıyorlar (Sözüm gerçek aydınlara değil elbette, meclisten dışarı!). Böyle olunca onların çocukları da aynı çarkın içinde yer alıyorlar. Sonuç, şiir, edebiyat etkinliklerine gelenlerin sayısının giderek azalmasıyla kendini gösteriyor. Kim suçlu burada? Etkinliklere gelmeyenler mi? Etkinlik düzenleyenler mi? Peki çözüm ne? Çözümün ne olduğunu ben nereden bileyim diye düşünsem de, birkaç şey söylemek isterim yine de: Bu kadar çok şiir yıllığına gerek yok! Bu kadar çok şiir etkinliğine gerek yok! Bu kadar çok şiir festivaline gerek yok! Bu kadar çok anma gününe gerek yok! Bu kadar çok kitap fuarına gerek yok! “Enflasyon” sözcüğünü şiirde ilk kez Cemal Süreya mı kullanmıştı? Mehmet H. Doğan da kullanmamış mıydı bu sözcüğü? O hangi bağlamda kullanmıştı? Bileniniz var mı?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|