|
Tanrı isenKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 07 Şubat 2011 13:14:30 Dağlarca'nın "Dualar" başlıklı şiirinde geçiyor bir Vietnam türküsünde geçen şu dize: "Yalvarıyorum göğe yağsın diye". Bu dizenin ardından Tanrıyı köşeye sıkıştıran şu dizeler geliyor oldukça sert ve suçlayıcı: "Tanrı isen, Al benim sokmuş dilim, ona ver, Yılan adamı da. ...."
17 – 23 Ocak, 2011 17 Ocak, Pazartesi Roman Kahramanları dergisinin son iki sayısı geldi: Son sayıdaki “Roman Kahramanları Tartışıyor” başlığı altında “Türkiye’de kadın roman kahramanları cinselliklerini özgürce yaşayabiliyorlar mı?” sorusuna yanıt aranıyor. Roman kahramanı olarak da erkekler hep başrolde. Kadınlar kitap sayfaları arasında da ikinci rollerde olmuş hep. Hande Öğüt’ün yazdıkları ilgimi çekti değil, doğruluğu içimi sızlattı: “Türkiye’de ve hatta dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar, hayatlarını özgürce yaşayamıyor ki romanlarda yaşasınlar. Hem cinsellik, hem kadınlık ve kadınlar, eril ideoloji tarafından oldu bitti hegemonyaya, cezai yaptırımlara tabi tutuldu. Erkekler, dilin, kültürün, edebiyatın yaratıcı ve sürdürücü aktörleri olarak eserlerinde kadın cinselliğini, ataerkinin çok boyutlu kuşatmışlığı içinde, kadını kategorize ederek, son derece dar bir kavrayışla melek / şeytan, bakire / fahişe, Metres / eş” olarak ele alıp anlatıyorlar saptamasında bulunuyor ki, çok haklı. Mine Söğüt’ün şu cümlelerinin de altını çiziyorum: “Edebiyat ait olduğu çağın gerçekliğinden beslenir. O yüzden romanlardaki kadın kahramanların kaderi sokaktaki kadınların kaderinden bağımsız bir yol izlemez. Gerçek hayattaki kadınlar cinselliklerini ne kadar özgür yaşıyorlarsa roman kahramanı kadınlar da o ölçüde özgür olurlar.” Bu konu daha çok tartışılmalı, tartıştıkça başka konuların da önü açılmalı. 18 Ocak, Salı Dağlarca’nın “Dualar” başlıklı şiirinde geçiyor bir Vietnam türküsünde geçen şu dize: “Yalvarıyorum göğe yasın diye”. Bu dizenin ardından Tanrıyı köşeye sıkıştıran şu dizeler geliyor oldukça sert ve suçlayıcı: “Tanrı isen, Al benim sokmuş dilim, ona ver, Yılan adamı da. Tanrı sen, Al benim dişlerimi, ona ver, o Amerikalıya, Timsah adımı da. Tanrı isen, Al benim çift boynuzumu, ona ver, Öküz adımı da. Tanrı isen, Al benim pençelerimi, ona ver, Sırtlan adımı da. Tanrı isen, Al benim bilinçdışı zehrimi, ona ver, Çiyan adımı da.” Bu şiirdeki dua bildiğimiz hiçbir duaya benzemiyor. Ama yine de şiirin kalıpları içinde Amerikalıların Vietnam savaşına karşı, bu Asyalı halkın yanında yer alan bir şiir. Necip Fazıl’ın “Dua” başlıklı iki şiiri var. Oradaki dualar gerçek. “Sen mutlaksın, bense ziyafet! / Allahım, affet!”. “Ağlayın, su yükselsin! / Belki kurtulur gemi. / Anne, seccaden gelsin; / Bize dua et, e mi!” 19 Ocak, Çarşamba Yürüdüm, yürüdüm ama nasıl yürüdüm! Yorulmadım ama içim çekildi, ezildi sanki. Tam yürüyüş havası! Küçük bahçelere mangal kokusu sinmiş sanki, kahkahalar, salıncak gıcırtıları. Bir ıssızlık var, tenha bir ıslık gibi, evlerin arasında rüzgâr dolaşıyor; ilkyaza kadar buralar böyle. Mavnaların sesi hemen ayakucunda bu evlerin; bir yere sığınmayı becerememiş tek tük beceriksiz kuşlara da rastladım ıssızlığı yırtacakmış gibi sersem sersem uçup duran. Ağaçlar kurumuş sanki, öyle sessiz, öyle dua eder gibi durmuşlar. Buralarda yaşananlar nerelerde kaldı, nerede bu evlerin, bu bahçelerin sahipleri? İçimde bir hüzün değil bin hüzün! Eve kendimi zor attım anıların elinden kurtulmak için. Kurtulmak olası mı yaşanmış şeylerin hücumundan, baskısından? 20 Ocak, Perşembe Haydar Ergülen’in ikinci basımı yapılan ve yeni şiirlerle zenginleştirilen Zarf kitabında yer alan mektup, zarf, pul... şiirlerini bir daha okuyorum. Eskiden, eskiden ya, internet yaygınlaşmadan daha, daktilo döneminde, e çok mektup yazardım ve ne çok mektup alırdım. Posta Kutusu adında üç aylık bir mektup kültürü dergisi bile yayınlanmıştı ve benim Posta Şiirleri Antolojim de derginin ilk sayısının eki olarak verilmişti. Şimdilerde kimse kimseye mektup yazmıyor artık, unutulup gidiyor bu güzel alışkanlık. Haydar Ergülen de bu güzel alışkanlığın unutulmasına hayıflananlardan. O yüzden mektubu, pulu, zarfı işleyen mektup-şiirler yazmış: “Mektup; Şiir Gemisi” başlıklı şiiri şöyle: “Şiir yazarım, mektup yazarım pul bulamazsam ben götürürüm bir parkın ortasına bırakırım gelen okur geçen okur bir nilüfer havuzunda kâğıt kayığım gibi yüzer mektup; şiir gemisi ne kaptan ne derya bir postacıyım şiir veririm, mektup alırım” 21 Ocak, Cuma Bugün ne yaptım? Ne yaptım bugün ben? Evden dışarı çıktım mı? Çıkmadım mı? Okudum mu, yazdım mı? Ne okudum, ne yazdım? Ne yedimim, ne içtim? Canım çok mu sıkıldı? Bir şeye mi üzüldüm? Yorgunluk duydum mu? Şiir düşündüm mü? Şiir yazmaya çalıştım mı? Haberlerde ne vardı? Sorular önümü tıkıyor mu? Canıma okuyan bir şey mi var? Ne oldu bugün bana? 22 Ocak, Cumartesi İlhan Berk, Arif Damar’i “Ey Elma Gibi Çalışkan” diye selamlıyor 70 yaşına basarken. Arif Damar Özel Ödülü alan bir olarak beni bir ez daha ilgilendirdi bu şiir: Şiiri sindire sindire bir kez daha okuyorum Arif Damar’ı gözümün önüne getirerek: “Saati sıradan insanlara otlara börtüböceğe kurulu. Nehirlerin gökkuşaklarının patikalarımızın üstünde kâğıtları. Urbaları pabuçları üstünde herkesin. Suyun akışına ayarlı sayfaları. Yoksulluklarında kayaların ateşlerin rüzgârların yanlarında buldukları. Kalkan, evler çarşılar sokaklar kalktığında. Ey elma gibi çalışkan. Ağaçlar içinde bir ağaçtın. Karanlıkta kalmış, horlanmış Ne varsa yazmak istiyordun: Suça düğümlü.Yazdın. Hani bir kör arkadaşın vardı. -Seninle birlikteyken- Senin gördüğünü o da görürdü. Ey karışımı eşit şafak. İmgeler ki şairlere verilmiştir. Ve işte güneş deniz kıyısında dönüyor. Çoğul yüzün ne güzel.” 23 Ocak, Pazar Acem Özler’le 25 sayfalık “Dağ ve Çocuk” şiirindeki fazlalıklar üzerine konuştuk bugün. Şiirdeki sesin her zaman kontrol edilmesinden yola çıktık ve sürekli yinelenen sözcüklerden çıktık. Sesli okumalarda iyi gibi duran bu ritim, aslında şiirin canını okur çoğu zaman. Aynı düşünceyi değişik biçimlerde yinelemek şiiri şişirir. Şiir, aslında bas bas bağırıyordur şiştim, patlayacağım diye ama, şair bunu duymazdan gelirse şiir ne yapsın; gerçekten de patlar bir süre sonra; yani kötü olur. Uzun şiirin kontrolü zordur, bölümlemek en iyisi şiiri, ayrı şiirlermiş gibi düşünerek. O zaman şiir doğru dürüst nefes alabilir, alır. Şiir, sözcük ekonomisiyse, o halde bunun gereğini yapmak gerekir; yani şiiri fazla sözcüklerin boyunduruğundan kurtarmak gerekir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|