|
Bendeki MalatyaKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 24 Ocak 2011 02:06:05 Yıllar önce ardında bıraktığı Malatya'nın öyküsüdür Bendeki Malatya. "Bir yanı düş, bir yanı anı, bir yanı özlem, bir yanı dilek... Kelebek kanatlarıyla her şeye biraz dokunup geçen." Dünyayı ilk oradaki renkler ve görüntülerle algılar Arife Kalender. İlk kez orada öğrenir sıfatları. "Kurşunkalemin harflere dokunan ucunu, silginin silemediği sabit kalem izlerini, defterdeki sayılar ve yazıların yanına papatyalar, güller çizmeyi orda" öğrenir.
3 Ocak – 9 Ocak, 2011 3 Ocak, Pazartesi Okul yok artık, bitti; beni bitirdikten sonra bitti. Bana dermansız kulak çınlaması bırakarak bitti. 30 yılı bir kalemde silip atmak çok zor ama unutmalıyım pek çok şeyi; rüyalarıma giren yaramaz, arsız, gürültücü... öğrencileri, kara tahtaları, beni boğan sınıfları, öğretmenler odasının dağınıklığını ve boğucu, can sıkıcı havasını... ve daha pek çok şeyi. Unutmamalıyım ama okul yolunu, kanal boyunun ağaçlarını, kuşlarını, mavnalarını... Ülkü Tamer’in şu iki dizesi önüme düştü: “yıllarca baktın kendi içine biraz da başka şeylere bak şimdi.” 4 Ocak, Salı Hava yumuşamaya başladı; karlar eriyor. Eriyen karların altı buz, ama nasıl buz! Dikkat edilmezse kayıp düşmek, kol-bacak kırmak işten bile değil. Dışarı çıkma zorunda olmamak ne güzel! Yıllarca sabah karanlığında, don-buz-kar-yağmur dinlemeden okula gittim geldim. Ekmek kapısıydı okul benim için. Onun için katlandım hiç düşünmediğim bu mesleğe. Beni öğretmenliğin sıkıntılarından öğleden sonraki yazılarım, okumalarım, çalışmalarım... kurtardı. Boşluğa ve bunalıma düşmeden bugüne kadar geldim. Bunaldığım ve sıkıldığım zamanlar çok oldu ama kendimi kapıp koyuvermedim. Gurbette, bir başka dilin içinde yıllarca yaşaması hiç de kolay değil! Kolay değilden de öte, çok zor! Zoru başaranlardan biri olarak görüyorum kendimi haklı olarak. Bundan sonra yazılarım, okumalarım daha hız kazanacak ve pek çok konuya yoğunlaşacağım. “Şiir gecenin kardeşidir, gündüzün annesi. Yürekteki büyükbabadır şiir.” (Ülkü Tamer, Şiir İçin Cevaplar) 5 Ocak, Çarşamba Arife Kalender, Bendeki Malatya’da (Heyamola, 2010) ailecek İstanbul’a göçene kadar yaşadıklarını, gözlemlediklerini, bilinçaltında yer eden görüntüleri... anılarıyla sarıp sarmalayıp sıcak, içten bir biçimle paylaşıyor okurla. Şiirlerine de yansıyan, kayısısıyla ünlü Malatya’dan onda ne kalmışsa onu anlatmış Arife. Olması gereken de buydu zaten. Yitik Kent Ankara kitabımda ben de aynısını yapmıştım yirmi beş yıl yaşadığım Ankara’yı anlatırken. Şimdi, artık sırası geldi, bu kitabın devamını, Berlin’i yazmak istiyorum. Başlamalıyım bu günlerde 8 Şubat 1980’den bu güne yaşadıklarımı, gözlemlerimi, anılarımı... ele almaya. Epeyce malzeme ve fotoğraf topladım. Bakalım Yitik Kent Ankara kadar akıcı, sıcak, içten bir üslup yakalayabilecek miyim. “Cadde’nin bostanına Malatya’dan geldim kara trenlerin uzun düdükleri kulağımda Haydarpaşa kapılarını maviye açmış Rüzgâr martıya yakışmış balıklar suya Hangi renkti sustuğum Göztepe’nin kıyısında.” (Arife Kalender, Dil Altı) 6 Ocak, Perşembe Yıllar önce ardında bıraktığı Malatya’nın öyküsüdür Bendeki Malatya. “Bir yanı düş, bir yanı anı, bir yanı özlem, bir yanı dilek...Kelebek kanatlarıyla her şeye biraz dokunup geçen.” Dünyayı ilk oradaki renkler ve görüntülerle algılar Arife Kalender. İlk kez orada öğrenir sıfatları. “Kurşunkalemin harflere dokunan ucunu, silginin silemediği sabit kalem izlerini, defterdeki sayılar ve yazıların yanına papatyalar, güller çizmeyi orda” öğrenir. “Türküleri, deyişleri, masal ve ninnileri orada” dinler. “Aşkın tehlikeli ve muhteşem oluşunu orda” sezinler. Her yer şiirdir Malatya’da, çevresinde. Ortaokulda yazdığı bir şiir nedeniyle soruşturma geçirir, bilirkişinin raporuyla aklanır. Malatya onun peşini hiç bırakmaz, o da İstanbul’a gelir onunla, ailesiyle. İnsanın yurdu çocukluğudur elbette. Şiirlerle, anılarla, Alevi-Sünni inancına ilişkin gözlem ve düşünceleriyle yetişmesini ve şiirlerinin beslendiği arka avluyu, o eşsiz doğayı, kentin içinden dışından unutulmaz görüntüleri, gelenekleri, sevdaları, ölümleri, doğumları, hastalıkları, yemekleri, akrabalıkları... gözler önün eseriyor, Arife Kalender. Bir Malatya türküsünden şu iki dörtlük: “Malatya eline serin dediler Kerneğin gölüne derin dediler Gidenden gelenden ben seni sordum İkindiye doğru gelir dediler Malatya’yı gezdim kanal boyunca Kaysıları açar bahar olunca Benim de el gibi bir yarim vardı Nidem saramadım boylu boyunca” 7 Ocak, Cuma Işığın Sanatı Ayın Fotoğrafı etkinlikler çerçevesinde Modernizmin en önemli temsilcilerinden Macar asıllı ressam, fotoğrafçı, sahne tasarımcısı, yönetmen, heykeltıraş, fotogramcı, çizer... Lāszlō Moholy-Nagy’nin (1895-1946) 200 yapıtı Berlin’deki Martin-Gropus-Bau’da. sergileniyor. 4 Kasım- 16 Ocak’a kadar açık kalacak serginin kruatörlüğünü Oliva Maria Rubo’nun yaptığı bu büyük sergiyi Madrid ve Den Haag müzeleri destekliyor. Hukuk eğitimi gören, 1919’da Viyana’ya sonra 1920’de de Berlin’e gelen, 1922’de Berlin’deki der Sturm galerisinde ilk sergisini açan Lāszlo Mohloy- Nagy, 1923-1925 yıllarında Weimar’daki Bauhaus’ta etkin bir rol üstlendi. Kasimir Malewiç’ten ve dönemin Dadaistlerinden, Bauhaus sanatçılarından büyük ölçüde etkilendi ve 1925-1928’de Dessau’da çalışmalarını sürdürdü, ders verdi. Nazilerin iktidara yürümeleri ve Yahudilere yapılan baskılar sonucu 1934’de önce Amsterdam’a ve bir yıl sonra da Londra’ya gitti. İki yıl sonra da Chicago’ya göçtü ailesiyle birlikte. Burada “Yeni Bauhaus-Tasarım Okulu”nu kurdu. Almanya’daki Bauhaus ekolünün iyi bir öğretmeni ve uygulayıcısı oldu. Daha sonra “Tasarım Enstitüsü”nu kurdu. Ölünceye kadar da bu kuruluşun başında kaldı. Başlarda siyah-beyaz fotoğraflarıyla dikkat çeken Lāszlō Moholy-Nagy camı, mekanik tasarımları yapıtlarında öne çıkardı. Konstruktivist yapıtlar, resimler, grafikler, reklam tasarımları ortaya koydu. Denemelerini “Resim, Fotoğraf, Film” (1925) başlığında bir araya getirdi. Işığın estetik yanını teorik ve pratik olarak ele aldı ve yapıtlarında bunu yansıtmaya çalıştı. “renkle değil, tersine ışıkla” resimler oluşturdu. “Fotogramm”lar adını verdiği “ışık grafikleri” geliştirdi. Belgesel filmler çekti. “Işık Oyunu Siyah Beyaz Gri” filmini 1930’de, “Marseille Vieux Port’u 1929’da, “Berlin Natürmortu”nu 1931’de, “Büyük Kent Çingenesi”ni 1932’de çekti. Bu filmlerindeki ışık, müzik, dramaturjiyle öteki yönetmenlere başka kapılar açtı. 8 Ocak, Cumartesi Kültür dergisinin 2. sayısı çıktı. Ben, Sabahattin Ali’nin Berlin’ini yazdım ama derginin dosyası “İslamofobi”. Bir başlığı daha var bu can alıcı konunun: “Avrupa krizinde günah keçileri ve kültür refleksleri” Avusturya, İngiltere, Fransa ve Almanya’da gelişen İslam karşıtlığının nerelere doğru uzandığını tam olarak saptamak hiç de kolay değil. Türkleri “virüs” gibi gören Avusturyalılardan pek farkları yok Fransızların, İngilizlerin ve Almanların. Bir yandan hızla yayılan İslami düşünce, camiler, mescitler, Kuran kursları, öte yandan Almanların bu yayılmaya engel olmaması. İslami tehlike batıyı da tehdit ediyor. Batıda Türkler “dil ve entegrasyon kısacında” yaşamaya çalışıyorlar. Türkçe bir kültür dergisi Avrupa’da yaşayabilir mi? Göreceğiz yaşayıp yaşayamayacağını. 9 Ocak, Pazar
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|