|
Yürekli bir gezginKategori: Berlin Günceleri | 1 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 21 Ocak 2011 14:17:38 Göçe tanıklık etmiş bir yazar Emine Sevgi. Sirkeciden Münih'e giden kadınları 'taşıyan trenlerden biriyle gelir Almanya'ya. Berlin'de bir kadın yurdunda kalır ve Telefunken fabrikasında radyo lambaları bağlar gözünde büyüteç, elinde cımbızla. Kadınların erkeksizliğini, yurt özlemini, hızla değişmelerini... ele alıyor büyük bir açık yüreklilikle. Göç tarihinde onun yazdıklarının kalıcı ve önemli bir yeri var bence.
27 Aralık, 2010 – 2 Ocak, 2011 27 Aralık, Pazartesi Radikal ve Cumhuriyet Kitap ekleriyle birlikte Kitap-lık’ın Aralık sayısı, Sözcükler dergisinin son sayısı (sayı 28) geldi, geldi de benim gurbetliğime ilaç oldular. Dergileri bir solukta okudum. Cevat Çapan’ın Sözcükler dergisindeki “İlahi Su Kuşu” şiirinden şu dizeler: “Bizim bir yanardağımız olsa külleri büsbütün soğumamış biri bize bir kahve yapsa o soğumamış küllerde Oturup aşağı ovaya baksak Sen orası Çukurovadır desen Ben, hayır, o ova Ahmatova, desem, Ondan şiir okusak. Bizim bir kuş evimiz olsa İçinde bir de kış köşesi Uzun kış gecelerinde Yaz sabahlarını özlesek” Şiirin iki dörtlüğü daha var ama beni yukarıda yazdığım dizeler etkiledi. Çukurova’daki ova’yla Ahmatova’daki ova’ya gönderme var ki, insanı bir yerlere savuruyor bu resimler. Ova, tek başına şiir yüklü, bir de ona o koskocaman Çokurova’yı ve Ahmatova gibi bir şairi oturtursanız, varın şiirin derinliğinin nereye kadar uzandığını siz hesap edin! 28 Aralık, Salı Emine Sevgi Özdamar’ın Haliçli Köprü 1998’de Almanca yayımlanmıştı ve ardı ardına üç baskı yapmıştı kısa sürede. Dilimize ise epeyce sonra kazandırıldı, 2008. Emine Sevgi Özdamar’ın “Emine”si Ece Ayhan’dan armağan kendisine. Ece Ayhan takmıştır o adı ona. Emne ise bugün bu adı ya tırnakta yazıyor, ya da yalnızca “E” harfiyle geçiştiriyor. Göçe tanıklık etmiş bir yazar Emine Sevgi. Sirkeciden Münih’e giden kadınları taşıyan trenlerden biriyle gelir Almanya’ya. Berlin’de bir kadın yurdunda kalır ve Telefunken fabrikasında radyo lambaları bağlar gözünde büyüteç, elinde cımbızla. Kadınların erkeksizliğini, yurt özlemini, hızla değişmelerini... ele alıyor büyük bir açık yüreklilikle. Göç tarihinde onun yazdıklarının kalıcı ve önemli bir yeri var bence. “O tarihte, yıllardan 1966, Stresemann Caddesi’nde, bir ekmekçi dükkânı vardı, yaşlı bir kadın ekmek satardı o dükkânda. Kadının kafası, gözünden uyku akan bir fırıncı çırağının yoğurduğu somuna benzerdi, iri ve yamuktu. Yukarı çektiği omuzlarının üstünde bir tepside taşır gibi taşırdı kafasını. O ekmekçiye girmek hoşuma giderdi, çünkü ekmek kelimesini söylemeye gerek kalmazdı, parmakla işaret etmeye yeterdi.” Bu cümlelerle başlayan bir romanı okumayı sürdürmez misiniz? 29 Aralık, Çarşamba Viyana çalışmamla ilgili üç kitap daha geldi: Celal Esat Arseven’in Seyyar Sergi İle Seyahat İntibaları kitabı 1928’de basılmış ve yeni basımı 2008’de meraklılarıyla buluşmuş. Kitabı ilginç kılan ise, gezici sergidir: “Yeni Türkiye, kendisini, ama daha çok da ihraç ürünlerini tanıtmak amacıyla 1926 yılında, üç ay sürecek bir gezici sergi düzenler. Karadeniz gemisinde düzenlenen sergi için, iş adamalarının yanı sıra, içlerinde Kamelettin Kamu, Celal Esat ve Vâlâ Nurettin gibi şair ve yazarların bulunduğu çok sayıda aydın da görevlendirilir. Karadeniz gemisi,on iki Avrupa ülkesinin on altı önemli limanına uğrayarak görevini yerine getirir. Yazık k, görev gereği de olsa, yapılan bu üç aylık gezi, katılan aydın ve yazarlarca yazıya geçirilmez, belgelenmez. Yalnız Celal Esat bir istisna oluşturur. O, bu gezi sırasında edindiği izlenimleri yazar (Seyyar Sergi ile Seyahat İntibaları) ve yayımlar (1928)”. Tarık Dursun K’nın Kokulu Kentler (2007) kitabında ne çok kent var! Viyana ve Ayvalık benim ilgimi çekenler. Bir de Tülin Tankut’un on yıl önce yayımlanmış Hoş Bulduk, Viyana Prag (2000) romanı geldi. Ödül almış bir gençlik romanı. Elbette hızla ve kısa sürede okunacak. 30 Aralık, Perşembe Emine Sevgi’ye devam, Haliçli Köprü’ye. 68 Kuşağı’nın izini de bırakmıyor yazar kendi yolunda yürürken. Göçle birlikte tiyatro sevdası ve Türkiye’nin toplumsal tarihi (bir dönem) romana iyi yedirilmiş. İran Şahı’nın Berlin’e geldiğinde çıkan olaylar ve bir öğrencinin ölümü, öğrenci olayları, Vietnam Savaşı... İki ülkedeki fikir tartışmaları... Tiyatroya derinlemesine dalarken gözlem yeteneğinin gelişmesi... 2004’te Almanya’nın en itibarlı edebiyat ödüllerinden sayılan Heinrich von Kleist Ödülü’nün bu kitaba verilmesinin nedenini kitabı okuyunca daha iyi anlıyorum. Yalnızca göç ve göçmenlik sızlanmalarıyla tıka basa doldurulsaydı (başka kitaplarda olduğu gibi) bu prestijli ödülü verirler miydi? “Asya ile Avrupa arasında o tarihte, yani 1967’de, henüz köprü yoktu. Deniz iki kıyıyı birbirinden ayırırdı, ailemle benim arama deniz girdiğinde kendimi özgür hissediyordum.” Evet, bu roman, “iki dünya arasında gidip gelen yürekli bir gezginin romanı” 31 Aralık, Cuma Onca havai fişek niye? Onca para niye havaya, bu renkli görüntülere, gürültülere savrulur? Bunu anlayan varsa beri gelsin! İyi niyetli düşündüğümde, işin içine yoksulları falan da katınca farklı şeyler aklıma geliyor ama, bu kimin işine yarar ki benim yaptırım gücüm olmadıktan sonra? Geçen yıl iyi miydi? Bunu herkes kendisine sormalı. Bana göre siyasal gidiş sınıfta kaldı. Ülkemiz ve Almanya, Avrupa Birliği, kötü not aldı. Hele ülkemizdeki hukukun üstünlüğünün ayaklar altına alınması, siyasi çıkarın çok öne çıkması, yolsuzlukların giderek artması ve aleni hale gelmesi, dini baskının alabildiğine ve hiç hız kesmeden sürmesi... düşündürücü olduğu kadar korkutucu da. Kendi açımdan verimli bir yıl geçirdiğimi söyleyebilirim. Şiir kitabım Çınlama ve Kadın Öykülerinde Avrupa yayımlandı. Şiirler, yazılar, günlükler... sürdü. Sağlığımda öyle büyük sıkıntılar yaşamadım. 2011’de çocuk şiirlerim yayımlanacak. Bir de, en önemlisi, doğum günümde, malulen emekli olacağım. Yazılarım, şiirlerim sürecek. Bir de yıllardır kafamda taşıdığım Berlin Berlin’i kâğıda geçireceğim, yazacağım. “Bir yıl denizi görmesem bir hoş olurum. Hele bir de bahar gelmez mi, buram buram yosun kokuları tütmeye başlar burnumda.” (Orhan Veli, Denize Doğru). Erken (malulen) emeklilik, Ayvalık’ta daha uzun kalmak anlamına geldiği için sevindirici. Böylece denizi daha uzun göreceğim. 1 Ocak, Cumartesi Dün gecenin yorgunluğu yalnızca beni değil tüm dünyayı etkilediği ortada. Bugün geç kalkıldı, o güzel kahvaltılar geç yapıldı ve öğlen yemeği de zamanında yenmedi. Uzun uzun yüründü bir gün önce yenen onca lezzetli, yağlı yiyecekleri eritebilmek için. Hava yürüyüş havası olmasa da, başka çare yoktu. herkesin üstünde bir mahmurluk vardı ve kime rastladıysam hâlâ esniyordu. Siyasetin üstüne de rehavet çökmüştü. Süslü çam ağaçları boyaları akmış kadınlara benzemeye başladı gözümde. “aklımızda deli çam hüzünlü şişeleri alıyorduk yine poşetlerce ısmarlama bir macerayı akıtmak için ruhumuzun dehlizlerine ne tür bir mahcubiyet saklıdır şimdi kökleri çok uzaklarda süsleri çok kuzeyde olan bir ağaçtan medet ummuş olmak” (Temer Gülbek, Yılbaşı Ağacı) 2 Ocak, Pazar Geç uyandık. Havada umut ışığı yok, boz renk ‘yat, uyu’ diyor. Geç kalkmayı hiç sevmem ama bu havalarda erken kalkmak da içimden gelmiyor. Kahvaltıdan sonra Schlachtensee’nin etrafında yürüyüşe gidiyoruz. Banliyö treniyle beş durak. Evler, ağaçlar, yollar, arabalar, balkonlar, bahçeler... kar altında hâlâ. Göl buz tutmuş. Ördekler ne oldu acaba? Günün mahmurluğunu atmak isteyen ve yediklerini eritmek için çaba gösteren ne çok kişi var tempolu yürüyen. Göl, ağaçlar arasında buzdan büyük bir çukur oluşturmuş. Karşı kıyıdaki çamlar sis içinde, düşte gibi. Göle nazır evlerin manzaralarına bayılıyorum ve öyle bir evde oturma özlemim depreşiyor. Bir saat on beş dakikada gölün çevresini dolanıyoruz oradan buradan, eskilerden yenilerden konuşa konuşa. Evdeki bizi bekleyen çorba içimizi nasıl ısıtıyor! Lamartine’nin o upuzun “Göl” şiiri aklıma geliyor ve açıp yeniden okuyorum hüzünlü dizeleri: “Ey göl! Dilsiz kayalar! Mağralar, kuytu orman! Siz ki zaman esirger, tazeler havasını, Ne olur, ey tabiat o günlerin saklasan Bari hâtırasını!” (Çev. Yaşar Nabi)
Yorumlarnihat ziyalan
{ 26 Ocak 2011 03:50:58 }
KİTAP OLARAK BEKLİYORUM
Diğer Sayfalar: 1. Gültekin Emre ne yazmış diye sık sık Ayorum'a girerim. Onun Berlin Günceleri'ni okumak ayrı bir keyif. E.Sevgi Özdamar'ın Haliçli Köprüsü'nden bahsetmesine çok sevindim. Çünkü Özdamar önemli bir yazardır. Bu kitabından Tomurcuk Sevda üstüne Cumkitap'ta yaptığım söyleşide bahsetmiştim. Ayrıca Haliçli Köprü'deki Johon Berger'in önsözü Özdamar'ın yazdıklarına güzel bir anahtardır. Teşekkürler Gültekin Emre. Berlin Günceleri'ni kitap olarak bekliyorum. Sydney'den dostlukla. Nihat Ziyalan
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|