|
|
Atatürk ırkçı mıydı?Kategori: Medya | 2 Yorum | 20 Ocak 2011 01:19:36 Taraf gazetesi hepimizin malumu!... İşte bu Taraf'ın televizyon televizyon dolaşan genç ve "cevval" bir yazarı (!) var. Yaka bağır açık biçimde bağıra çağıra, el kol hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalışan, sözü döndürüp dolaştırıp İzmir'e ve Atatürk'e getiren; İzmir'e "faşist", Atatürk'e "diktatör" demeden rahat edemeyen bu "genç" yazarı siz tanıyorsunuz.
Tarih hakkında pek fazla bilgiye ve analiz yeteneğine sahip olmadığını düşündüğüm bu “gürültü kirliliği” yaratan genç arkadaşı aslında fazla ciddiye alma taraflısı değilim; ancak son zamanlarda Atatürk’e yönelik “iftiralarını” iyice arttırdığını gördüğüm için bu yazıyı kaleme almak zorunda kaldım. Malumunuz, genç yazarımız son zamanlarda Taraf’taki köşesinde ve çıktığı tv ekranlarında lafı evirip çevirip, bir yerlerden işittiği bilgi kırıntılarını üst üste yığıp “Atatürk’ü, Yahudilere soy kırım yapmakla” suçlamakta… Güya 1934 yılında Trakya’da Yahudilere Türkler tarafından “soykırım” yapılmış ve üstelik bu “soykırım” Atatürk’ün bilgisi dahilinde yapılmış! Gazeteci-Yazar Rıza Zelyut’un, “Casus Taraf’ın Atatürk Müfterisi” başlıklı yazısında dediği gibi: “Adamın konuşmalarına bakınca: Sanki Trakya’da Yahudiler gaz odalarında yakıldı da bunu da Atatürk istedi gibi bir hava çıkarıyorsunuz.”[1] TRAKYA OLAYLARINI ATATÜRK ÖNLEMİŞTİ Evet! 1934 yılında Trakya’da Yahudilere karşı bölge halkının bir tepkisi olduğu doğrudur. Ancak bu tepki, o yıllarda bütün dünyada yaygınlaşan “Yahudi düşmanlığının” Türkiye’deki küçük bir yansımasıdır. Bölgedeki olaylarda Yahudililere yönelik bazı saldırılar olmuş ve bazı kendini bilmezlerce Yahudilerin malları yağmalanmıştır. Ancak tamamen bölgesel bir tepki olarak ortaya çıkan bu olaylar, kısa bir süre sonra hükümet tarafından bastırılmıştır. Yani, “cevval gazeteci”nin atıp tuttuğu gibi, olaylar hükümetin ve Atatürk’ün bilgisi dahilinde “bilinçli olarak” Yahudileri soykırıma uğratmak için başlatılmamış, tam tersine başlayan olalar bizzat Atatürk tarafından bastırılmıştır. Bu gerçeği, başka bir Taraf yazarı Ayşe Hür, bir yazısında şöyle itiraf etmiştir: “…(Bu olaylar) Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden Gad Franko ve Mişon Ventura’nın 4 Temmuz 1934 günü Atatürk’le yaptığı gizli görüşme sayesinde sona erecekti. Kamuoyu olayları, 5 Temmuz 1934 günü Başvekil İsmet İnönü’nün TBMM’de yaptığı konuşmayla duydu. İnönü, Meclis’in tatile girmesi dolayısıyla yaptığı uzun konuşmasının bir yerinde Trakya’daki olaylardan söz ederek, gerekli önlemlerin alındığından söz ederek, kaçanların geri dönmesini istemişti. Bu konuşma Trakya’daki yerel idarecileri, saldırgan güruhu engellemek zorunda bırakmıştı..”[2] “Toy yazar bize inanmaz diye” kendi Taraf’ından bir tarihçiye başvurdum! II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da başlayıp tüm dünyaya yayılan “Yahudi düşmanlığının”, Türkiye’nin Avrupa’ya en yakın bölümü olan Trakya’da “münferit” bir olayla gündeme gelmesinden “bir soykırım” çıkaran genç yazara iki tavsiyem var: Bir: Osmanlı İmparatorluğu döneminde bütün gayrimüslimlere olduğu gibi Yahudilere hangi kısıtlamaların getirildiğini araştırsın: Mesela Yahudilerin giysilerinin, evlerinin renklerinin, başlıklarının biçimlerinin Müslümanlar gibi olup olamadığına baksın! Yani “Millet Sistemini” incelesin! İki: Genosid (soykırım) kavramının ne anlama geldiğini araştırıp, Hitler’in II. Dünya Savaşı yıllarında Yahudilere yaptıklarını öğrensin! Sonra da şapkasını önüne koyup 1934 olaylarına “soykırım” demenin nasıl bir ruh halinin dışa vurumu olduğunu düşünsün! LİBERAL EZBERİ BOZMAK Günümüzde Taraf yazarı gibi “liberal takılanların” en belirgin ortak noktalarından biri, Atatürk’e “diktatör”, “yabancı düşmanı”, hatta “faşist” yakıştırmalarında bulunmalarıdır. Onlara göre “diktatör Atatürk”, 1930’larda “Türk ırkçılığı” yaparak yabancı düşmanlığını körüklemiş, Atatürk, Ermenilere, Rumlara ve Yahudilere büyük baskılar yapmış (!) hatta Rasim Ozan Kütahyalı’nın iddiasına göre Yahudilere soykırım yapma noktasına gelmiştir! Liberal ezbere göre “Atatürk bir diktatördür” ve “diktatör Atatürk de bir yabancı düşmanıdır!” Şimdi gelin bu “liberal ezberi” bozalım! EİNSTEİN’İN ATATÜRK’E YAZDIĞI MEKTUP Dünyaca ünlü bilim adamı A. Einstein, Hitler baskısından bunalan Yahudi kökenli Alman bilim insanlarının sözcüsü ve OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı sıfatıyla 17 Eylül 1933’te Atatürk’e yazdığı ve “Ben sadık hizmetkarınız Prof. Albert Einstein!” diye biten mektubunda, “Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarını Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum…” diyerek, Yahudi kökenli Alman bilim insanları adına Atatürk’ten iş ricasında bulunmuştu.[3] Atatürk, Einstein’in bu ricasını kabul etmiş ve çok sayıda Yahudi kökenli Alman bilim insanı Türkiye’ye gelerek genç cumhuriyetin üniversitesinde ve okullarında çalışmaya başlamışlardı. Atatürk de aynı yıl, 1993 Üniversite Reformu dolayısıyla Einstein’i Türkiye’ye davet etmişti. Princeton Üniversitesi’nde 1949 yılında A. Einstein’la görüşen Prof. Dr. Münir Ülger, görüşme sırasında Einstein’in, “Dünyanın en büyük liderine sahipsiniz. 1933’teki üniversite reformunuz sırasında beni de ülkenize davet etmişti” dediğini belirtmektedir.[4] Dünyaca ünlü bilim adamı A. Einstein’in, dünyada onca lider ve onca devlet varken Atatürk’ün liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti’ne başvurması çok anlamlıdır. Belli ki, Atatürk’ün ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin “bilime” ve “bilim insanına” verdiği değer ülke sınırlarını aşmış dünyaya yayılmıştır. Murat Bardakçı’nın yerinde tespitiyle: “İşte Cumhuriyet rejiminin henüz on yaşında olduğu günlerdeki Türkiye ile 83 yaşındaki Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki fark… İlki Einstein’in dostları için iş talebinde bulunduğu, büyük gelecek vaat eden genç bir devlet; diğeri ise gündemini sadece kadınlara mahsus parkların, cüppeli namazların, yahut kadın eli sıkmanın günah olup olmadığının tartışılır hale getirildiği bir ülke..”[5] Atatürk’ün, Yahudi kökenli Alman bilim insanlarına kapıları açmasından sonra, 1933 sonrası Türkiye’de bilimsel araştırmalarda adeta bir “patlama dönemi” yaşanmıştır. Yahudi kökenli Alman bilim insanları 1930’ların dünyasında Türkiye’yi bilimin parlayan yıldızı yapmaya başlamıştır. Örneğin, John Dawey, Prof Dr. Alfred Kühne, Prof Frey, Leibzig Üniversitesi’nde pedagoji uzmanı olan Prof Stiehler, Ukrayna Güzel Sanatlar Akademisi Şefi Prof Dr. Ernest Egli, Halk müziği incelemelerinde Bela Bertok, Konservatuarın şan bölümü için Prof. Dr. Paul Lohman, Ulusal müzik ve tiyatro incelemelerinde Karl Ebert, Ziraat Sanayi Meslek Okullarının kurulmasında Prof. Dr. Ömer Buyse, Ziraat Bakanlığına bağlı okulların ıslahında Prof. Dr. Oldenburg ve daha nice bilim insanı Türkiye’ye davet edilmiştir.[6] TÜRKİYE’DE TARİH ARAŞTIRMALARI VE YAHUDİ BİLİM İNSANLARI Türkiye’de “tarih” ve “arkeoloji” alanında bilimsel çalışmaların başlamasında 1933’te Atatürk’ün isteğiyle Türkiye’ye gelen Yahudi kökenli Alman bilim insanlarının çok önemli bir katkısı vardır. 1930’larda Türkiye’de Atatürk’ün isteğiyle, Sümeroloji ve Hititoloji bölümlerini kuran bu Yahudi kökenli Alman bilim insanlarıdır. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, o günleri şöyle anlatmaktadır: “1936 yılında bu bölümlere hiçbir bilgimiz olmadan girdik. Hititoloji hocamız, Hitler rejiminden kurtulan ve 2000’de ölen Prof. H.G Guterbock, Sümeroloji hocamız aynı koşullarda getirilen Prof. B. Landsberger, arkeoloji hocamız da Yahudi olmadığı halde davet edilen Prof. Van der Osten’di. Dersler bir çevirmen aracılığıyla veriliyordu. Bizler de not tutuyorduk. Henüz dil bilmiyorduk, kitaplarımız yoktu. Bütün bunlara rağmen hocalarımızın ve bizim sabır ve gayretimizle 1940 yılında eğitimimizi tamamladık. Hocalarımız Hatice Kızılyay ile beni fakültede bırakmak istedilerse de bazı aile sorunlarını ileri sürerek kabul etmedik ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne çiviyazılı tabletler üzerinde çalışmak üzere atandık. Orada 1937 yılında yine Yahudi asıllı olması nedeniyle ülkemize gelen Dr. F.R. Kraus çalışıyordu. Biz de onun çalışmalarına katıldık. 1949 yılına kadar onunla, o ayrıldıktan sonra da Hatice Kızılyay ile ikimiz çalıştık…”[7] Hitler korkusundan tüm dünyanın tir tir titrediği 1930’lu yıllarda, gidecek ülke arayan Yahudi kökenli Alman bilim insanlarına Türkiye’nin kucak açması, Atatürk’ün Hitler’den korkmadığını ve Yahudilere karşı hiçbir önyargısı olmadığını gözler önüne sermektedir. Herkesin Yahudilere kapılarını kapattığı bir dönemde Atatürk ve genç cumhuriyet “iş arayan” Yahudi bilim insanlarını, İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere cumhuriyetin yeni kurulan çağdaş okullarında istihdam etmiştir. MİLLETVEKİLLERİNİN İKİ KATI MAAŞ Atatürk, sadece Yahudi kökenli Alman bilim insanlarını Hitler’den kurtarmakla kalmamış Türkiye’de çalışan bu bilim insanlarına milletvekillerinin iki katı maaş ödemiştir.[8] 1934 yılında Hititolog H.G Guterbock, Sümerolog B. Landsberger, Arkeolog F.R Kraus gibi Yahudi kökenli onlarca bilim insanı İstanbul’da Ankara’da “milletvekillerinin iki katı maaşla” özgür bir ortamda bilimsel çalışmalarını yürütürken, aynı yıl Atatürk’ün ve genç cumhuriyetin Trakya’daki Yahudilere soykırım yaptığını iddia etmek için insanın akıl sağlığının yerinde olmaması gerekir: Bir ülke düşünün ki bir taraftan Yahudileri katletsin (!) diğer taraftan Yahudilere kucak açsın!.. IRKÇI DEĞİL MİLLİYETÇİ “Ne mutlu Türk olana” değil, “Ne mutlu Türküm diyene” diyen Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi” Türk olarak kabul eden; “kökene, ırka, kan bağına” değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığa, Türkiye Cumhuriyeti’ni yükseltip yüceltmek için çalışmaya dayanan bir milliyetçilik anlayışına sahiptir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, “bencilce” ve “mağrurca” bir milliyetçilik değildir. Şu sözler Atatürk’e aittir: “Biz öyle ulusçularız ki bizimle işbirliği yapan bütün uluslara saygı duyarız. Onların ulusçuluklarının bütün gereklerini tanırız. Bizim ulusçuluğumuz, bencilce ve mağrurca bir ulusçuluk değildir”. TÜRK TARİH-DİL VE ANTROPOLİJİ TEZLERİNİ IRKÇILIK SANMAK Atatürk’e “ırkçı” yaftası yapıştırmak isteyen “liberallerin” sıkça dile getirdikleri, Türk Tarih-Dil ve Antropoloji çalışmaları ise, 1930’ların dünyasında Avrupa’da dillendirilen, bilimsel araştırmalara konu olan meselelerdir. Atatürk Türk Tarih ve Dil Tezleriyle Antropoloji çalışmalarını başlatırken, dünyaca ünlü bir çok tarihçiyi, arkeologu ve dilciyi Türkiye’ye davet etmiştir. Tarih ve Dil Kurultaylarında çok sayıda yabancı bilim insanı bildiri sunmuş, görüşlerini açıklamıştır. Yani, bizim liberallerin sandığı gibi, Atatürk’ün Tarih, Dil ve Antropoloji çalışmaları “ırkçı”, “bilim dışı” Atatürk’ün “uydurmalarına” dayalı çalışmalar değil, 1930’ların bilim dünyasında bir yeri olan ve dünyaca ünlü bilim insanlarının da katılımıyla tartışılan tezlerden oluşan çalışmalardır. Ayrıca bugün geldiğimiz noktada Atatürk’ün 1930’lardaki Tarih ve Dil çalışmalarının önemli bir bölümü doğrulanmaktadır. Örneğin, Sümerlerle Türkler arasındaki ilişki, Etrüsklerin Asyenik bir kavim olduğu, Türkçenin dünyanın en eski dillerinden biri olduğu (ilk yazıya geçirilen dil Sümercenin dünyada en çok Türkçeye benzediği artık kanıtlanmıştır) vb birçok konuda, Türk Tarih ve Dil Tezi’nin 1930’larda gerçeği gördüğü anlaşılmıştır.[9] Ancak, Atatürk’e alerji duyan, kültürüne yabancı “ulusal omurgası kırık aydınlarımız” Türk ve Dil Tezlerini hala “ırkçılık” sanmaktadırlar. Atatürk’ün 1930’lardaki “kan grubu” ve “kafatası” araştırmalarının nedeni ise, bazı “liberellarin” sandığı gibi, Türk ırkının “üstünlüğünü” değil, “eşitliğini” savunmaktır. I. Tarih Kurultayında Şevket Aziz Bey’in şu sözleri, bu gerçeği kanıtlamaktadır: “…Normalin üstünde bir boy, brekesifal kafa, ince uzun bir burun, kulaklar normal ebatta bulunuyor. Bu tip, Avrupai denilen Alp adamı tipinin aynıdır. Hiç fark yoktur…”[10] 1930’larda Atatürk’ün yaptırdığı antropoloji çalışmaları, tamamen Batı’nın Türkleri aşağılayan “ırkçı” tarih ve antropoloji tezlerine cevap vermek için yaptırılmış ve Türklerin de Batılılardan (Ari ırklardan) ırki bir farklarının olmadığı kanıtlanmak istenmiştir. Yani Atatürk, Batı’yı Batı’nın “antropoloji silahıyla” vurmayı denemiştir.[11] ATATÜRK’ÜN “YABANCI DÜŞMANI” OLMADIĞININ AÇIK KANITI Atatürk’ün “ırkçı” veya “yabancı düşmanı” olmadığının en açık kanıtları ise 1930’lu yıllardaki “tarih”, “dil” ve “antropoloji” çalışmaları sırasında karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu çalışmalara katılanlar arasında çok sayıda YAHUDİ, ERMENİ VE RUM bilim insanı vardır. Örneğin: Tekin Alp: Kemalizm “doktrin mi?” “ideoloji mi?” tartışmalarının yaşandığı 1930’lu yıllarda Atatürk’ün de iznini ve onayını alarak “Kemalizm’in kitabını yazan kişi”, Yahudi kökenli bir Türk vatandaşı olan Tekin Alp’tir. Asıl adı Mohez Kohen olan Tekin Alp, gerçek bir Türkiye sevdalısı, gerçek bir Türkçü ve Atatürkçü’dür. 1936’da yazdığı Kemalizm adlı kitap, Atatürk’ü ve Türk devrimini en iyi anlatan kitaplardan biridir.[12] H.G Guterbock: Atatürk’ün Türk Tarih Tezi üzerinde çalışan, Türk Tarih Kurultaylarına katılan, Hititler hakkında çok önemli araştırmalar yapan, Türkiye’de Hititoloji bölümünün kurucusu olan Hititolog Gutterbock Yahudi kökenli bir Alman bilim insanıdır. B. Landsberger: Türk Tarih Tezi’ni savunan, Tarih Kurultaylarına katılan, Sümerlerle Türkler arasındaki ilişki üzerinde duran, Türkiye’de Sümeroloji bölümünün kurucusu, dünyaca ünlü Sümerolog Landsberger Yahudi kökenli bir Alman bilim insanıdır. Avram Galanti: Türk Tarih ve Dil tezlerine eleştiriler yönelten Yahudi kökenli Türk vatandaşı, eğitimci ve siyaset adamıdır. 1931’de toplanan I. Türk Tarih Kongresi’ne, “Yerli Tarih Kitabı, Türk Tarihi’nin Ana Hatları Hakkındaki Mülahazat” adlı bir bildiri sunmuştur. Agop Martayan Efendi: Türk Dil Tezi’nin savunucularından Ermeni kökenli bilim insanıdır. 1932’deki I Türk Dil Kurultayı’nda, “Türk-Sümer-Hun –Avrupa Dilleri Arasında Mukayeseler” adlı bir bildiri sunmuştur. Agop Dilaçar: Atatürk’ün tarih ve dil çalışmalarının en önemli katılımcılarından biri olan Ermeni asıllı bilim insanıdır. Özellikle Türk Dil Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nin önde gelen savunucularındandır. 1937’deki III. Türk Dil Kurultayı’nda, “Güneş Dil Antropolojisi” adlı bir bildiri sunmuştur.[13] Soyadı kanunu çıkınca Atatürk ona, Türk diline olan katkılarından dolayı “Dilaçar” soyadını vermiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür: İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif’in Arnavut kökenli bir Türk vatandaşı olması, Atatürk’ü derinden etkileyen Ziya Gökalp’in Kürt kökenli bir Türk vatandaşı olması gibi… Mehmet Akif’in ve Ziya Gökalp’in Türklüğünden şüphesi olan var mı? Taraf’ın az bilen çok konuşan yazarı gibi tarihi gerçekleri bilmeden içlerindeki “kin” ve “düşmanlık” dürtüleriyle Atatürk’e ve cumhuriyete yönelik ahkam kesenlerin önce bu gerçekleri öğrenmeleri gerekir. Atatürk ve genç cumhuriyet, ne Yahudi kökenli Mohez Kohen’i, ne Ermeni kökenli Agop Dilaçar’ı, ne de Arnavut kökenli Mehmet Akif’i dışlamıştır. Cumhuriyet, kendini Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı gören herkesi “Türk vatandaşı” olarak adlandırıp bağrına basmıştır. Bir zamanlar Atatürk’ü, sözüm ona aşağılamak için, Atatürk’e “Yahudi” yaftası yapıştırmaya çalışırlardı; o tutmadı; şimdi de Atatürk’e “Yahudi düşmanı” yaftası yapıştırmaya çalışıyorlar; ama nafile! Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz… O BİR ÇINAR AĞACINA BİLE KIYAMAMIŞTI Atatürk’ü “yabancı düşmanı”, “soykırımcı”, göstermek isteyen aklı evveller! Atatürk bırakın insan hayatına kastetmeyi, ağaca bile kıyamayacak kadar sevgi dolu bir kalbe sahipti. Yalova’daki köşkünün yanındaki bir çınar ağacının dallarının köşe doğru uzaması üzerine bu çınar ağacının kesilmesi gündeme gelince Atatürk, ağaca dokunulmamasını, bunun yerine köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını istemişti. Atatürk’ün isteği doğrultusunda köşkün altına ray döşenerek, köşk çınar ağacının birkaç metre ötesine kaydırılmış ve çınar ağacı kurtarılmıştı. 1930’larda bir çınar ağacına bile kıyamayan Atatürk’ün aynı dönemde Trakya’da Yahudilere “soykırım” yaptırdığını iddia etmek, ancak “şizofren” bir zihnin ürünü olsa gerekir. Sinan Meydan Odatv.com [1] Rıza Zelyut, “Casus Taraf’ın Atatürk Müfterisi”, Güneş gazetesi, 30 Aralık 2010. [2] http://www.taraf.com.tr/ayse-hur/makale-1934-trakya-olaylari.htm [3] Murat Bardakçı, “Bugün Erkeğin Kadınla Tokalaşmasını Tartışan Bir Türkiye’den Bir Zamanlar Einstein Bile İş Ricasında Bulunmuştu”, Hürriyet, 29 Ekim 2006, s.26. [4] Münir Ülger, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, S.1022, 20 Ekim 2006, Bardakçı, agm, s.26. [5] Bardakçı, agm, s.26. 2006 yılında Hürriyet’te yazan Murat Bardakçı ile, 2011’de Habertürk’te yazıp konuşan Murat Bardakçı arasındaki “değişime”, “dönüşüme” dikkat ettiniz mi? 2006’da genç Cumhuriyete “övgüler” dizen Murat Bardakçı, 2011’de nedense birden bire dönüp Cumhuriyeti eleştirmeye, Osmanlı’ya “övgüler” dizmeye başlamıştır. [6] Ünsal Yavuz, “Atatürk ve Bilim Teknik”, Bilim ve Teknik, Mayıs, 1994, s.78. [7] Muazzez İlmiye Çığ, Anadolu Uygarlık Mirası, s. 16. [8] Bülent Daver, “Uluslar arası II. Atatürk Sempozyumu”, Ankara, 1991, Atatürk Araştırma Merkezi Sempozyum Bildirileri, C.II, Ankara, 1996, s.65; Sinan Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, 3. bs. İstanbul, 2010, s.29. [9] Bu konudaki ayrıntılar için bkz. Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi. [10] Şevket Aziz Bey, “Türklerin Antropolojisi”, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.276. [11] Ayrıntılar için bkz. Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, s.313 vd. [12] Tekin Alp, Kemalizm, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998. İlk baskı, 1936. [13] Ayrıntılar için bkz. Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, s.209 vd.
YorumlarBILAL SIMSIR
{ 16 Mart 2011 04:42:26 }
Turkiye cumhuriyeti kurulurken ve kurulduktan sonra ne cektiyse bu gerici kafalar ve gorunmuyen dusmanlar yuzunden cekmistir.onlar icin ortamin musait olmasi gercek yuzlerini gostermeleri acisindan hele hele bizlerin acisindan cok olumlu olmustur.olumsuz olan ise ulkemizin laiklikten ve demokrasiden hizla uzaklasmasidir.Bu durumda bizlere cok buyuk gorevler dusmektedir...
M.Fatih Gemicioğlu
{ 26 Ocak 2011 19:25:32 }
Çok aydınlatıcı bir yazıydı teşekkürler, arada bilemediğimiz eksikleri tamamlamış oldunuz. Taraf gazetesini, kendilerine yazar diyen 'okumuş cahilleri'
Diğer Sayfalar: 1. nin herzaman yaptığı şey bu. Bir gazete yazarının görevinin vatanını ve halkını koruma amaçlı uyarmak olduğunu unutuyorlar. Ben bunu unuttuklarınıda sanmıyorum, Atatürk'ü bilmediklerinimi sanıyorsunuz, bal gibide biliyorlar, ama ona çamur atmazlarsa nasıl para kazanacaklar? Atatürk'ün bu vatan için neler yaptığını kendini nasıl heba ettiğini, genç yaşta nasıl bizi terkettiğini bilmiyorlarsa zaten bu dünyada yaşamıyorlar demektir. Bütün dünyanın kabul ettiği bir lidere sahip olmak her ulusa nasip olmaz. Bu satılmış, kendini gazeteci-yazar olarak gören çaylaklar, bu palavraları ancak din kisvesi altında cübbe ve sarık takmış, türbanlanmış kör cahillere anlatabilirler.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|