|
Nerede Bu Kale?Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 02 Ocak 2011 03:03:26 Ahmet Resmi Efendi Berlin ve Viyana'da elçilik yapmış bir devlet adamıdır. Türklerin iki kez kuşattıkları Viyana kalesini (Osmanlılar uzun süre Viyana'ya Beç demişler) şöyle betimliyor Sefaretnâme'sinde: "Beç kalesi, Tuna nehrinin bir kolu kenarında düz bir yüzeyde, suru aşağı yukarı 16 zirâ (bir zirâ 68 santimetre) genişliğinde ve çevresi ortalama yürüyüşle yirmi dakika, hendeğinin derinliği ve genişliği orta olan bir kaledir."
13 – 19 Aralık 13 Aralık, Pazartesi Emekliliğe kendimi alıştırmaya çalışıyorum. Öğlene kadar yatmadan, erken kalkarak, çalışma masamın başına kahvaltıdan sonra oturarak Türkiye ve dünyayla ilişki kurmaya başlıyorum bilgisayarımın başında. Gazeteleri okuyarak, yayınevlerine girerek yeni kitaplarının ne olduğunu öğrenmek için ve e maillerimi yanıtlayarak öğleni buluyorum neredeyse. Öğle yemeğinden sonra da yazılarıma dönüyorum hiç hız kesmeden. Yazarak, okuyarak yaşamak bu, benim için. 14 Aralık, Salı Cahit Irgat’ın “IX.” şiiriyle gün başladı ve bitti. Şiir içimde sürdürüyor yolculuğunu. “Hırsımızdan çatlıyoruz El sallayıp gemilerin ardından Denizi taşlıyoruz Balık gözlü Avuçları deniz kokan çocuklarla beraber. Kavun rüzgârlarıyla uzaklaşan şehirden Kavun rüzgârlarıyla gel, Sensiz yaşanılmaz bu şehirde.” 15 Aralık, Çarşamba Feridun Zaimoğlu, Almanya’da yaşayan bir Türk yazarı. Dili farklı kullandığı için tutuluyor. Yani, Almanlara otantik Türk yaşamından sahneler sunuyor. Leyla romanı da öyle. Tipik bir Türk ailesinin iç dünyasına eğiliyor yazar: Baskıcı bir baba, yumuşak, sevecen bir anne ve şaşkın çocuklar. Baba, Kuran’daki surelerden yola çıkarak hakaret ve dayaklarla karısı ve çocuklarını sindirmiş bir adam. Kore savaşıyla teröristlerle çatışmada ölenler romanda ele alınırken, okula gönderilmeyen kız çocukları da yer alıyor, Kürt köylerindeki geleneksel yaşam da. Batılının gözüne şirin gözükecek ne varsa doldurulmuş romana. Bakalım nasıl sonuçlanacak. Baskıcı Çeçen babanın sıkıntılara boğduğu ailenin geleceğini merak etmeye başladım iyiden iyiye. “Erkekler evlere çekildi çoktan, Katran gibi camlara yapıştı perde. Göreyim sıkıntıyı sav başından, Gel de dolaşma caddelerde.” (Behçet Necatigil, Gece Vakti) 16 Aralık, Perşembe Bugün öğretmenliğe başlayışımın 30. yılı. Bu kadar uzun bir süre öğretmen olarak çalışacağımı hiç düşünmemiştim; öğretmenliği meslek olarak düşünmemiştim aslında. Evet, kabul ediyorum çok kutsal bir meslek öğretmenlik ama 30 yıl sonra, yıprandığımı görünce, artık daha fazla yapılacak ve sevilecek bir meslek olmaktan çoktan çıktı benden. Öğrencilere verimli olmak çok zor bundan sonra. Ben, raporluyken, tatillerde okulların bile önünden geçemiyorum okul görmek istemediğimden. Ruhum sıkılıyor okulu, öğrencileri düşününce, kulak çınlamam artıyor iyice. Her ülkeden öğrencinin kaynadığı okullarda güç kaybetmeden çalışan tek öğretmen yok. Ben, kendimi yazıya, kitaba, okumaya, sanatsal etkinliklere verebildiğim için fazla yıpranmadan ayakta kaldım ama kulaklarım şehit oldu okulda, öğrencilerin seslerinden, streslerinden. “Şimdi biraz varsan sabah veya öğlen Bastırınca pis yağmurlu ikindi Ardından yiteceğin kapılarda eğilmeyi -Ama düşün neler neler gider senden!- Öğren!” (Behçet Necatigil, Öğreti) 17 Aralık, Cuma Evde dışarı çıkma gereksinimi duymuyorum. Berlin, tümüyle kar altında. Noel pazarları canlı değil. Sıcak şarap insanın içini ısıtıyor ama dışarda uzun süre kalınmıyor ki. Evde mutlaka ya tarhana, ya mercimek çorbası olmalı böyle havalarda. Kitap okuyorum arada bir yağan kara bakarak: Feridun Zaimoğlu’nun Leyla romanı köye, kente, Berlin’e gidip gelmeler üstüne düşündürtüyor beni. Önümüzdeki yıl göçün ellinci yılı, bakalım hangi etkinliklerle anılacak göç. Bu da bir göç romanı sanki. Sona doğru Almanya girecek işin içine, arka kapakta yazıyor çünkü. Göçün sosyal, kültürel, ekonomik, toplumsal boyutu hiç biter mi? Daha yazılacak ne kadar öykü, roman var göç üzerine. İyi yapıtlara gebe gelecek. “Tez kurur yaz odaya asıyorsun Çamaşır Kapılardan yavaşça geçiyorum Belki bir söz gelir. Yabacılar geceleri çıkıyor Boş sokaklar bizim Karanlıkta bir türkü Gündüzleri görünmüyor. Bu sıkıntı akşamları Özlemi, öc alması yurdun Kararmış, ağarmış Döneriz bir gün.” (Behçet Necatigil, Konuk İşçi) 18 Aralık, Cumartesi Vefalı Dostlarım - Şifalı Otlarım’ı 2006’da sunmuştu meraklılarına, Ramis Dara: “Edebiyat-Sanat Tadıyla, A’dan Z’ye Şifalı Bitkiler” alanında büyük bir boşluğu doldurmuştu. Şifalı ot meraklıları çığ gibi büyüyor. 841 bitkinin çok geniş bir biçimde tanıtıldığı, hastalıklarla ilişkileri ve yararlanma biçimleri doyurucuydu. Ne çok karıştırdım resimli, ansiklopedik bu kitabı merak ettiğim bitkilerin özelliklerin öğrenmek, bilmek için. Herkese de önerdim bu kitabı otlara ilgi duyan kim varsa. Yeni kitabı ise Sofralara Geldi Bahar adını taşıyor (YKY). Bu kez “Baharatlar – Kokulu Otlar, Yerel ve Evrensel Tatlar” üstünde duruyor Ramis Dara. 64 baharat, 112 baharatsı bitki olmak üzere toplam 176 bitki yerel ve evrensel tüm özellikleriyle, ansiklopedik bilgilerle donanmış bir biçimde karşımıza çıkıyor. Bitkinin Türkiye ve dünyadaki yeri, folklorla ilişkisi, mutfaktaki yeri, ilaç olarak kullanılmasının yanında bir de reçel, tatlı, şurup, şerbet... gibi gözde tarifler de yer alıyor gurmeler için. İki kitap da gurmelerin yüzünü güldüreceği gibi bilgilerini de artıracak kadar zengin içerikli. “Gelincik Şurubu ve Gelincik Köftesi” duymamıştım, bu kitaptan öğrendim. Buna benzer daha neler neler öğrendim, mutfağımız Ramis Dara’nın bu iki kitabı sayesinde daha zenginleşti, yemeklerimizin, salatalarımızın lezzeti arttı; daha bilinçlendik. İlhan Berk’in Şifalı Otlar Kitabı (YKY, 2004) kolay unutulacak bir yapıt değil. Bir yandan da bu kitabı karıştırdım durdum edebi tatlar alarak. “Ölüm, beni bahçede lahana ekerken bulursa, öldüğüme değil de, işimi bitiremediğime yanarım” demiş Montaigne. 19 Aralık, Pazar Ahmet Resmi Efendi Berlin ve Viyana’da elçilik yapmış bir devlet adamıdır. Türklerin iki kez kuşattıkları Viyana kalesini (Osmanlılar uzun süre Viyana’ya Beç demişler) şöyle betimliyor Sefaretnâme’sinde: “Beç kalesi, Tuna nehrinin bir kolu kenarında düz bir yüzeyde, suru aşağı yukarı 16 zirâ (bir zirâ 68 santimetre) genişliğinde ve çevresi ortalama yürüyüşle yirmi dakika, hendeğinin derinliği ve genişliği orta olan bir kaledir. İçi dörder-beşer katlı taş evler ve büyük kiliselerle dopdoludur. Evlerinin çoğu kiraya verilmekte olup bir ev içinde beş-altı adam çoluğuyla çocuğuyla oturur. Kale içinde fıskiyeli ve bazı önemli işler için meydanları vardır. Kale her ne kadar pek büyük ve sağlam denilecek durumda değilse de, etrafında pek geniş bir varoşu ve bağlı-bahçeli, süslü evleri vardır. Varoşlarının çevresi biteviye hendekle çevrilmiş olup, yer yer büyük giriş kapılarıyla tutulmuştur.” Nerede bu kale? Zaman onu da alıp götürdü Türklerin kenti iki kez kuşatması ve kahveyi Batı dünyasına tanıtması gibi. “Orda eski kapılar yerinde Sevgi saygı korkudan Açmak süresiz ertelenmiştir” (Behçet Necatigil, Yadsı)
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|