|
|
« KAÇAK » var.Kategori: Wikileaks | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 10 Aralık 2010 23:54:56 Artık hiç kimse kız istemeye daha önceki zamanlardaki gibi gitmeyecek. Gidemeyecek. Geçmişte olduğu gibi kız evinden çıkar çıkmaz, mustakbel gelin ve mustakbel dünürler çekiştirilmeyecek. Çekiştirilemeyecek. Çünkü artık herşeyin, evet evet herşeyin bir gün veya başka bir gün, ama mutlaka apaçık ortaya çıkacağı biliniyor.
Hiç bir sır sonsuza dek saklı kalamayacak. Bütün sırların ortaya çıkma olasılığı artık çok kuvvetli. Böyle bir ihtimal var ve bu ihtimal epey güçlü. Dahası yakında evlilik aracılığıyla akraba olacak ailelerin birbirlerine düşman değil dost olmaları tercih edilir. Sözde değil gerçekte dost, dayanışma içinde dost. Birbiri hakında kötü şey söylememek, dedidoku yapmamak ta gerek. İşte artık çok bilinen «kendi kendini yöneten» sitenin « batan geminin malları bunlar » diye ortaya döktüğü sayısız belgelerden edinilen ilk ders budur: Hiç bir şey sonsuza kadar gizli kalamayacak. Muslukta su kaçağı olabileceği, olduğu gibi artık diplomaside de bilgi ve belge kaçağı olabileceği böylece anlaşılmış oldu. Daha önce son derece «iyi yetiştirilmiş» casuslar sayesinde (ki bu casusların her biri bir numarayla anılır, 007’ler filan yani) kimi devletin başka devletin sırlarına, belge ve bilgilerine sahip olduğunu okur, dinler, «James Bond» ve benzeri filmlerde izler ağzımız iki karışık açık bakakalırdık... Bu defa kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar belge ve bilgi birdenbire ortaya konuldu: Herkes okusun, herkes öğrensin, herkes kendi ders(ler)ini bizzat çıkarsın diye. Diplomatlar, istenmeyen kulaklara ulaşmasını, arzulanmayan ellere geçmesini önlemek umuduyla binbir tedbir alarak, birçok yöntem kullanarak yazdıkları belgelerin ve ilettikleri bilgilerin bir daha benzer bir kaçağa, «sızmaya», «sızıntıya» kurban olmaması için büyük olasılıkla çalışma tarzlarını değiştirecekler. Değiştirebilirler. Değiştirmeleri de menafaatleri icabıdır. Bu bizim değil onların sorunudur. Ama böyle bir sorunun kendini dayattığını saptıyoruz, o kadar. Ortaya dökülen «kaçak», «sızan», «sızıntı», «sızdırılan» belgeleri yayınlamak öyle herkesin yapabileceği bir iş değildir, cesaret isteyen bir iştir. Günümüzün Don Kişotları, Dağların ve Kentlerin Taçsız Kralları bu cesareti gösterdiler ve şimdiye kadar yapılamayanı yaptılar : Diplomasinin iki yüzlülüğünü, aynı ağızda birkaç dil kullanıldığını ispat ettiler. Diplomasinin gösterdiğine ve söylediğine inanılmaması gerektiğini de. Kirli çamaşırlarını ortaya döktükleri diplomasinin kendi belgeleriyle. Bunun üzerine değişik hükümetlerin ve müttefiklerinin saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. 21. yüzyılın en önemli mücadelelerinden birinin verildiği, verilmesinin süreceği bilgilendirme, iletişim, haberleşme alanında ciddi bir kavga başladı ve bu kavgada günümüzün Don Kişotlarının yanında yer almak en basit dayanışma gereğidir. Sıkı ve hakiki kavga içindekiler sürekli isim değiştirerek, hem sanal hem de yaşamsal alanlarda bir tür gerilla savaşı veriyorlar. Bizim de onların yanında yer almamız, habere, bilgiye, belgeye erişim ve özellikle değişik hükümetlerin türlü türlü marifetlerine dair gizli bilgi ve belgelere ulaşımın engellenmemesi için bu yeni tür mücadelede bir ucundan tutmamız şart. Kamuoyuna sunulan belgeler ve bilgiler sadece diplomasiyi değil, askeri konuları, şu anda yürütülen savaşları ve savaşlarda taraf olanları, silah ticaretini, sanayii, petrol üretimi ve dağıtımını ve daha pek çok konuyu ilgilendiriyor. Devletlerarası (dikkatinizi rica ediyorum « uluslararası » demiyorum, çünkü bu ilişkiler karmaşasını yaratan ve kimi zaman içinden çıkılmaz hale sokan devletlerdir, halklar veya uluslar değil) ilişkilerde, jeostratejik konularda nelerin nasıl kararlaştırıldığı konularında da epey şey öğrenmeye yararı oluyor. Çok iyi. Çok güzel. Peki ama bilinmeyen veya daha açık bir biçimde yazayım hiç bilinmeyen herhangi bir konuyu ortaya çıkarıyor mu ? Bu soruya kolayca evet diyemiyorum. Bir örnekle yetineceğim : Kamuoyuna cömertce sunulan belgelerden birine göre, Suudi Arabistan’ın önemli yöneticilerinden biri İran İslami Cumhuriyeti konusunda ABD yöneticilerine «Yılanın başını koparmak lazım» türünden bir şey söylemiş. Cümle aynen böyle kurulduysa epey sert, acımasız ve genel olarak sanılan diplomatik dille uyuşmuyor. Günlük dile çevirirsek bu «İran’a saldırılabilir» veya «İran’a saldırılmalı» biçimini alıyor. Suudi Arabistan yönetiminin vahabid, yani sıkı bir sünni rejim yanlısı olduğu ve öteden beri şiilere düşmanlığını ve bu düşmanlık duygularının karşılıklı olduğunu bilmeyen var mı ? ABD’nin bu korku ateşini körüklediği, bundan yararlanarak Suudi Arabistan’a silah, uçak, tank mank artık ne varsa sattığı da biliniyor. Bu alanda ABD tek te değil. Silah satıcısı birçok başka devlet te aynı şeyi yapıyor : Fransa bu konuda başka bir örnektir. Saddam korkuluğu oynatılarak Suudilerin korkutulduğu ve bu sayede bölgenin silah deposu biçimine dönüştüğünü de biliyoruz. ABD yetkilileri ellerinde casus uydulardan geldiğini iddia ettikleri fotoğraflarla Saddam yönetimindeki Irak’ın Suudi Arabistana’a saldırı için ordusunu sınıra dayadığını bile «ispat etmişlerdi». Bütün bunlar ve İran’ın Suudi Arabistan’ı «ABD’nin bölgedeki gözü ve kulağı» olarak değerlendirdiği de bilinince bu iki «müslüman devletin» birbirlerini bir kaşık suda boğmaya hazır oldukları ortada. Belge sayesinde yeni bir şey öğrendik mi ? Konuyu bilenler yeni bir şey öğrenmediler. Ama konuyu bilmeyenler telafuz edilen cümlenin şiddetinden mutlaka sarsıldılar ve onca yumuşak, onca nazik dil kullanan veya kullandıkları sanılan, ileri sürülen diplomatların, devlet yöneticilerinin aslında epey sert konuştuklarını anladılar. Bu onların devlet yöneticilerinden, bu tür cümleeri kullananlardan biraz daha çekinmesine bile yol açabilir. Zaten çekinenler ise beterin beteri korkacaklar, korkuyorlar, korktular. Hele bunun arkasında ABD’nin bulunuyor olması, kimi kesimlerde bu devletin « ne kadar güçlü, ne kadar çekinilmesi gereken bir dev » olduğu kanısını mutlaka biraz daha güçlendirecek... Ancak bu korkunun, bu çekintinin alıp başını gitmesini önlemek umuduyla, bu devletin diplomatik belgelerini artık saklayamayacak kadar « düştüğünü » de bizim yeniden vurgulamamız ve aktarmamız gerekli. « Kaçak », « sızma » belgeler, iktidarların medyayı, hem kendi ülkelerindeki hem de dünyanın diğer bölgelerindeki medyayı, nasıl « kullandıklarını », nasıl manipule ettiklerini de gösteriyor. Şimdiye kadar tahmin edilenler, sanılanlar, ortaya konulan belgeler ve bilgiler sayesinde güçlü bir biçimde ispatlanıyor. Bu konuda epey örnek var, tek tek aktarmaya gerek yok. Burada da yine iktidarların ne kadar güçlü olduğu, ne kadar etkili olduğu, neredeyse her istediğini yaptığı sonucu çıkarılabilir. Yine korkakların daha çok korkmasına neden olabilecek bir sonuç. Ortaya dökülen belge ve bilgiler, yeni veya hiç bilinmeyen bir şey söylemiyor. Ancak kimi bilginin konunun uzmanı olmayanlarca da öğrenilmesine, anlaşılmasına yol açıyor. Bu da iki boyutlu sonuç doğuruyor, doğurabilir : Bir : Bilginin daha çok yayılması. Belirtmeye çalıştığım alanlarda daha çok sayıda yurttaşın biraz daha kapsamlı, biraz daha ispatlı, ispat edilebilir ve açık bilgilerle donatılması veya donanması. Bu saptama elbette okuyanlarla, meraklı dinleyicilerle, izleyicilerle sınırlıdır. İki : Kamuoyunda kimi çevrelerde dev(let)lerden biraz daha korkulması, biraz daha çekinilmesi. Yurttaşlık bilinci gelişmiş, İnsan haklarına, kadın ve çocuk haklarına saygılı demokrasilerde korkakların sayısı mutlaka daha azdır, ama zaten devleti gözlerinde büyüten, « devlet yurttaş için değildir yurttaş devlet içindir » anlayışının yaygın olduğu, yurttaşlık ve birey anlamının yeterince bilinmediği ve/veya hazmedilmediği coğrafyalarda korkakların sayısının biraz daha artması tehlikesi bulunuyor. « Kaçak » belge ve bilgiler sayesinde halkların diğer halklarla ilişkilerini bizzat kotarmaları gerektiği bir kez daha ortaya çıktı. Halklar kendi ilişkilerini doğrudan doğruya kurmalı ve birbirlerini tanımalıdırlar. Devletlerarası ilişkiler karmaşası içinde devletler kendi halklarının « düşmanlarını » ve « dostlarını » bizzat saptıyor ve onları kendi halklarına da empoze ediyor/zorla kabul ettiriyor. Kimi zaman özel olarak zor kullanmaya bile ihtiyacı olmadan, klasik ve kalıplaşmış yöntemlerle yapıyor yapacağını. « O düşman, bu dost » deyince devlet, vatandaşın da aynısını yinelemesi kaçınılmazlaşıyor. Kimi devletin bütün komşu halklarla, hatta aynı topraklarda yaşayanlarla yapay düşmalıklar yarattığı böylece bir kez daha ortaya çıktı. Bu nedenle her halkın, her yurttaşın kendine sorması gereen bir soru var : Neden yedikleri, içtikleri, giydikleri, türküleri, dansları bana veya bize benzeyenler düşmanım olsun ? Neden komşularım düşmanım olsun ? Neden ? Çocuğumuzu baş-göz etmek üzere kız istemeye gitmek yerine, çocuklarımızın kendi eşlerini bizzat seçmelerini doğal karşılamak gerektiği gibi, halklar, yurttaşlar, insanlar, kadınlar, erkekler. çocuklar da dost ve düşmanlarını bizzat seçmelidir. Onlarla tanışarak, onları yakından tanıyarak. Bunun için ille « öbürünün » ülkesine gitmeye de gerek yok. Elbette gidilmesi daha iyidir ama bugün « küreselleşen », aslında koskocaman bir köy biçimine dönüşen (madem ki nereye gidersek gidelim, aşağı yukarı aynı veya benzer şeyleri yemek, içmek, giymek, seyreylemek vesaire mümkün) yeryüzünde görsel malzeme sayesinde, televizyon, internet, fotoğraf vesaire vesaire sayesinde, birbirimizden çok uzakta bile olsak, birbirimizi daha « yakından » « görmek » ve tanımak mümkün. « Kaçak » belgelerin verdiği derslerin en önemlisi budur kanımca. NOT : Google Baba’ya sordum o da kibarca yanıtladı : Wiki sözcüğü Maori dilinde « süratli, çabuk, hızlı » demekmiş. Bu siteyi kuran takımın, günümüzün Don Kişotlarının, Dağların ve Kentlerin Taçsız Krallarının Avustralyalı olduğu bilinince Maori diinden bir sözcük seçmeleri şaşırtmadı. « Leaks » ise İngilizceden ve « kaçak » demek. Buradaki kullanımıyla belgede, bilgide kaçak oluyor. « Süratli » tarafından. Leaks’i « sızma », « sızıntı » biçiminde de Türkçeleştirmek mümkün. Artık nasıl uygun görürseniz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|