"Ey oğul, eğer şair olup da şiir söylemeğe niyetlenirsen, şiirde sözünün ruşen olmasına, yani açık olmasına çalış, sakın gaamız söylemeyesin, yani örtülü söylemeyesin. Meselâ bir şiirde bir sözün anlamını yalnız sen biliyorsan başkası bilmiyorsa böyle sözü söyleme, çünkü şiiri halk için söylerler, kendi kendileri için söylemezler. Öyleyse şiirin anlamı açıklık gerektir ki açıklığından ötürü herkes beğensin."
15 – 21 Kasım, 2010
15 Kasım, Pazartesi
Sıradan bir gün, okula başladığım için sıradan ve kupkuru. Oysa hava güzel ve bugün arife.
Bizde bayram hazırlığı yok. Rahime hâlâ Türkiye’de. Bu da acılı bir bayram bizim için.
16 Kasım, Salı
Nur’da, yemek. Birkaç arkadaş daha. Ben bulgur pilavı pişirdim. O da fırında somon balığı yaptı. Gülden de zeytin ezmesi getirmiş. Resim, sinema, edebiyat ve günlük yaşam, sergiler, yabancı düşmanlığı, Türkiye... alıp başını gidiyor konular. Bazen biri konuşuyor ötekiler dinliyor. Bazen herkes aynı anda konuşmaya başlıyor. İkili, üçlü konuşmalar da peş peşe kendini gösteriyor. Gurbette sanatçıların bayram yemeği. Evde, yapayalnız olmaktan daha iyi. Hava kapalı, yağmurlu, üstelik soğuk. Arkadaş sohbetleri sıcak, içten...
Bir zamanlar bayramı nasıl kutlardık Türkiye’de?
Unuttuk.
17 Kasım, Çarşamba
Etli patlıcanı dün yapamamıştım, Dirim de biraz bozulmuştu. Bugün yaptım. Güzel oldu. Pirinç pilavım da tane tane. Tam bayram yemeği. Kurban eti yemeyeli yıllar oldu. Bu bayram acımız var. Rahime daha İzmir’de. Bir hafta sonra gelecek.
Havalara uygun bir kitap adı: Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı. Beni içine çeken bir kitap, bu:
“Bütün yanılsamaların ve yanılsamaların taşıdığı her şeyin verdiği yorgunluk –aynı yanılsamaların yitirilmesi, onlara sahip olmanın gereksizliği, onlara önce sahip olup sonra kaybetmenin peşin bezginliği, sahip olmuş olmanın ıstırabı, sonlarının böyle olacağını bile bile onlara sahip olmuş olmanın entelektüel utancı.”
18 Kasım, Perşembe
“Kim olduğunu ne belirlerdi. Şimdi korkunç zordu onu sevmek; ve o, buna yalnız Biri’nin gücü yeteceğini seziyordu. Ama o, Biri, istemiyordu henüz.” (Rilke, Malte Laurids Brigge’nin Notları)
19 Kasım, Cuma
Kabusnâme’deki şu sözler, şiire ve şaire ilişkin:
“Ey oğul, eğer şair olup da şiir söylemeğe niyetlenirsen, şiirde sözünün ruşen olmasına, yani açık olmasına çalış, sakın gaamız söylemeyesin, yani örtülü söylemeyesin. Meselâ bir şiirde bir sözün anlamını yalnız sen biliyorsan başkası bilmiyorsa böyle sözü söyleme, çünkü şiiri halk için söylerler, kendi kendileri için söylemezler. Öyleyse şiirin anlamı açıklık gerektir ki açıklığından ötürü herkes beğensin.”
İlyasoğlu Mercimek Ahmet’in bu sözleri anlatımcı şiir yazanlar için elbette. Sıkı, ya da kapalı şiirde yol alanlar için ne demeli? İmgeci şiir yazanların yazdıkları şiir değil mi?
Sorular uzar gider şiir olunca.
20 Kasım, Cumartesi
Dirim’le Türk pazarına gittik. Pazar nasıl da renkliydi! Almaya doyamadık. Hele narları alırkenki sevincimiz görülmeye değerdi. Tezgâhlardaki sebzeler, meyveler göz alıcıydı. Seçe seçe meyve sebze almanın keyfine diyecek yok doğrusu.
Yalnızım hâlâ. Yalnızlık iyi gelmiyor aslında ama yalnızlığa da alışılıyor. Şiirler de çıkıp geldi bu arada:
SESİN
Ekşi, bulanık, kapkara, lanetli bir akşam
Düşününce bulunamayan çare, yare
Çıranın yanacağı an, alın teri
Bir baltaya sap olamayan düşler
Hay huy içinde çalkalanıp duran kuyu
Bir solukta sele dönüşen yağmur
Eski bir kazağın anlatamadığı
Yırtık bir ayakkabının yürüdüğü yol
Annem yaşasaydı pazara giderdi bu saatlerde
Elmanın yarısı neyse, unutup gittiğim sesin de öyle
21 Kasım, Pazar
Pazar keyfinin ne olduğunu hiç bilmiyorum. Yatakta uzun uzun keyif yapma alışkanlığım yok. Uyanınca hemen kalkanlardanım ben. Bazen kendimi zorlayarak kitap okurum sabah sabah, uyku mahmurluğuyla. Bu okuma bile canıma okur, sıkılırım.
Hava nasıl da sisliydi bugün öğleden önce. Göz gözü görmeyecek kadar değildi ama görüş mesafesi çok sınırlıydı. Sabah yürüyüşümü yapmak yerine güzel bir kahvaltı yapmayı yeğledim. Sonra Pesoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nı okudum uzun süre. Bu sıkı kitap beni sıkmadı, tersine ilgimi artırdı, kendime geldim.
Sonra da şair Acem Özler’e gittim. Şarap içtik ve şiirden konuştuk.