|
Mutluluk arayışında yorgun düşen mutsuz ressamKategori: Unutulmayan Yapıtlar | 1 Yorum | Yazan: Onur Ayangil | 27 Kasım 2010 09:10:56 43 yaşındaydı. Tiflis'te bir atölyesi vardı. Kıt kanaat yaşamını sağlayabildiği bu atölyede ona yalnızlığını unutturan tek uğraş resimdi. Resim ona yaşamını sağladığı oranda yaşama gücü de veriyordu. Resme içgüdüsel bir tutkuyla sarılmıştı. Bu konuda ne öğrenim görmüş, ne de bir usta yanında görgü ve deneyim edinmişti.
Ama güdülerinin yönlendirdiği yolda, asla farkında olmadan primitivist* ve naif** bir üslupla ilerliyordu, tutkunu olduğu bu sanat dalında. Bu tutkusu nedeniyle kolay geliyordu ona gündüzleri geçirmek. Ama geceleri uzun mu uzun, bitmez mi bitmezdi. Bu nedenle, biraz oyalanabilirim umuduyla akşam oldu mu kahvelere gidiyordu Niko Pirosmani, oyunla ya da sohbetle unutabilmek için zamanı. Margarita adlı bir Fransız dansçı gelmişti şehre. Her gece gösterisi vardı. Bir akşam o da gitti, kahvelerin tekdüzeliğinden bir gecelik de olsa kurtulmak için. Ama ne var ki, güzel Fransız dansçının ırkından kaynaklanan cilveli albenisi uzun yılların yalnızlığından bunalan Niko’nun karşı türe olan açlığınla da birleşince, başını döndürdü kimsesiz ressamın. Yabancı dansçıya aşık oluvermişti Niko Pirosmani. Hemen tanıştı genç dansçıyla. Ona resim yaptığından ve yalnız olduğundan söz etti ama, fakir olduğunu sakladı. İleriki günlerde bir de resmini yaptı Fransız sanatçının; ve götürüp gösterdi yapıtını sevgilisine. Mutluydu Pirosmani, hiç olmadığı kadar mutluydu. Bir sabah Margarita uyandığında, kaldığı otelin penceresine gitti, otelin karşısındaki, izlemekten keyif aldığı alanı bir kez daha görmek için. Şaşkınlığından küçük dilini yutacaktı neredeyse. Küçük parkın her yeri, tarhlarındaki çimenlerinin, kaldırımlarının üstü ve ağaçları binlerce rengarenk gülle donatılmıştı. Yol üstünde gül dolu el arabaları sıra sıra dizilmişti. Ve güllerin ortasında çılgın ressam bekliyordu, sabırla, sevgilisinin pencereden bakmasını. Şaşkınlığının da etkisiyle gülümsedi Margarita. Mutluluğuna diyecek yoktu, o güne kadar biriktirdiği tüm parasını güllere ve o gülleri oraya döşemek için çalışanlara ödeyen yalnız ressamın. Bu çılgın gösterinin ardından on parasız kalakalmıştı Niko Pirosmani. Kısa süre sonra parasızlığını sevgilisi de öğrendi. Ve onu tüm yalnızlığı içinde öylece bırakıp, hoşça kal bile demeden döndü yurduna. Bir kez daha yıkıldı bahtsız ressam. Bir kez daha yıkıldı, çünkü bu ilk değildi. Ama son kez de değildi, çünkü onun yazgısıydı bu. 1862 yılının olasılıkla 5 Mayıs günü Kaketya iline bağlı Mirzani kasabasında doğmuştu Pirosmani. Anası Tekle ile babası Aslan çiftçilikle uğraşırlardı. Çok varlıklı olmamasına karşın çok da yoksul sayılmayan aile ufak bir üzüm bağı ile birkaç iri baş hayvana sahipti. Küçük Niko’nun iki ablası vardı: Meryem ve Pepe. Çok küçük yaşında resim yapmaya merak sardı Niko. Ortodoks kilisesine bağlı ailenin oturma odasının duvarını süsleyen İsa ve Meryem Ana ikonasının çekiciliği, bir olasılıkla Niko’nun resme yönelmesine neden olmuştur. Sonra da bir şekilde eline geçirdiği yağlıboyalarla, eski, atılmak üzere bir kenara konmuş sofra muşambasının üstüne ilk resmini yapmış olmalı. Zira hep muşamba üstüne yapıyordu resimlerini. Ve özellikle de siyah muşamba kullanmayı yeğliyordu. Henüz okuma yazma bilmediğinden, resmi yazı yerine kullanıp, resimle duygularını, anılarını, düşüncelerini, umudunu ve umutsuzluğunu anlatıyordu. Kısacası günce tutmak yerine geçiyordu resim onun yaşamında. Çocukluk günlerini bağlarında anası, babası ve ablaları arasında, daha o yaşlarda başlayan ve yaşamı boyunca en büyük tutkusu olarak kalan resim yapma uğraşıyla mutlu bir şekilde geçiren ve bu mutluluğu yaptığı resimlere de yansıtan Niko’ya yazgısının ilk darbesi, daha 8 yaşındayken, babasının ölümüyle geldi. Ana ve Oğul ile Baba ve Oğul adlı resimlerini o mutluluk yıllarında yaptı. Babasının ölümünden sonra resimlerine karamsarlığını ve yazgıya başkaldırısını yansıtan karanlık renkler çöktü. Az bir süre sonra annesini de yitirince yazgısının kara rengi iyiden iyiye muşambasının karasıyla bütünleşir oldu. Çocuk portrelerini üzgün, kadınları yılgın betimlemeye başladı. Gürcü kadın ve çocukları adlı resimde yapıtlarına yansıyan hüznü açıkça görüyoruz. Babasının ardından gelen annesinin ölümüyle, ablası Meryem’in kocası onu ve Pepe ablayı yanlarında yaşaması için Tiflis’e götürdü. Böylece hem iki kardeş yalnız yaşamaktan kurtulacak, hem de kocası evde olmadığında tek başına kalan Meryem’e can yoldaşı sağlanmış olacaktı. Ablasının yanındaki günlerini oldukça mutlu geçirdi Niko. Ama kara yazgısı gene kendini göstermede gecikmedi. Bu kez de, Tiflis’i kırıp geçiren kolera salgınında, hastalığı kapan ablasını yitirdi. Kayınbiraderine tek başına bakmak yürekliliğini göze alamayan enişte, onu bir ailenin yanına verdi. Orada ev işlerine yardım edecekti. Bu aile ona çok iyi baktı. Okumayı ve yazmayı orada öğrendi. Mutluluk tekrar güleç yüzüyle görünmüştü Niko’ya. Boş zamanında bol bol resim yapıyordu; öyle ki kaldığı odanın dört duvarını da resimlerle donattı. Komşu çocuklara imgeleminin yarattığı öyküleri anlatıyor, duvarları da bu öykülerin resimleriyle süslüyordu. Bu ailenin yanında bir süre kaldıktan sonra başka bir zengin ailenin yanına girdi. Orada da görevi ev hizmetiydi. Yeni yuvasında da ona çok iyi davrandılar. Ama bir gün genç bir dula sevdalandı. O da Niko’yu sevmiş olmalı ki, kısa bir süre sonunda onun evine taşınıp, birlikte yaşamaya başladı. Elizabeth adındaki bu kadınla evlenmek istiyordu. Ancak dedikodular elvermedi ve hem sevgilisini, hem de evini terk etmek zorunda kaldı. Bu olaydan sonra uzun yıllar sürüp gidecek olan tek başına yaşama dönemi başladı. 1882 de bir resim atölyesi açtıysa da yürütemedi ve az sonra kapatmak zorunda kaldı. 1890 da demiryollarına girdi, kondüktör olarak çalışmak için. Bu işte uzun süre tutunamadı, 1893 de bir arkadaşıyla ortak mandıra işletmeye başladı. Resimden uzak hayat canını sıkmış olacak ki, bir yandan mandıracılığı sürdürürken diğer yandan, tabelacılığa başladı. Az bir para karşılığı kahvehanelerin, birahanelerin, aşçı dükkanları ve meyhanelerin tabelalarını yapıyordu. Salt tabelayla karın doymayınca, boya ve badanacılığa da yöneldi. Yaşamı boyunca yoksulluktan kurtulmayı beceremeyen, yazgısının karmaşık sarmalında bocalamaya artık alışan Niko daha çok inişli ama çıkışı pek olmayan yolunda yalnız başına ilerliyordu. İşte, yazının başında anlattığım Fransız dansçı kadın ve onunla yaşadığı aşk serüveni, yıllar yılı süren tek başınalığın başına vurduğu bu döneme rastlar. Sevdiği kadını da yitirdikten sonra Niko Pirosmani tam anlamıyla tek başına ve umarsız kalakalmıştı. Artık ne parası vardı, ne de yeniden kazanmak için işliği. Ne şansı vardı ne de umudu. Ama henüz bir canı vardı ve de o canı korumak için karnını doyurma gereksinimi. Tiflis’in tüm aşçı dükkanlarına girip çıkmaya başladı. Hem o dükkanlarda boğaz tokluğuna ufak tefek işler yapıyor, hem de tutkunu olduğu içki şişesinin başında geleni gideni, Tiflislileri, onların örflerini, davranışlarını gözlemliyordu. Bu dükkanlara zengini yoksulu, köylüsü kentlisi, soylusu sıradanı her türden insan geliyordu. Sonra da yıllar boyunca tüm gözlemlediklerini, izlenimlerini, duyumsadıklarını kara muşambalara dökmeye başladı. Durmaksızın, deliler gibi resim yapıyordu. Çünkü kafasındaki düşüncelerin düşünmek istemediği anılara ulaşmasını önlemede tek yol, resim yapmaktan ve alkolle kurulan dostluktan geçiyordu. Gördüklerini, edindiği izlenimlerini ve duygularını muşambasına yansıtabildiğinden ötürü resim yaparken mutluydu. Mutluydu çünkü yaptığı resimler, gerçek değerini bulmasa bile, karşılığında karnı doyuyordu. Ama hepsinden önemlisi, anılarını sislendiren, geçmişinle yüzleşmesini önleyen içki şişesi önünden eksik olmuyordu artık. Gecenin bir saatinde, aldığı alkolden uzaklaşmayı göze aldığında, ya bir mardiven altında ya da dükkanın nemli bodrumunda bir köşede sızıp kalıyordu sabahın ilk ışıklarına değin. Gürcü halkının, Gürcistan’ın, kralların, köylülerin, prenslerin, esnafın, kadınların, çocukların, eğlenenlerin, dua edenlerin, doğanın ve doğada var olan her şeyin resmini yaptı bu yıllarda. Alexander Garanov, Av sahnesi ve Karadeniz, Bağbozumu, Bira bardağı tutan kadın, Beş prensin ziyafeti, Kutup ayısı ve yavruları, Eski zaman düğünü hep bu dönemde yaptığı resimlerdir. Yaşadığı yöredeki tüm evler Pirosmani’nin yapıtlarıyla doldu. 1916 yılında Gürcü Ressamlar Derneği sanatçıyı aralarına katılmaya çağırdı. Pirosmani kabul edip bir toplantıya katıldı, ama, üyelerden birinin yaptığı aşağılayıcı bir karikatüre fena halde kızan sanatçı bir daha gitmemek üzere derneği bıraktı. Yarışırcasına bir tempo içinde resim yaparak ve bağımlılığa yaklaşırcasına içki içerek mutsuz günlerin ve kötü yazgının anılarını unutmaya çalışan ve sözümona mutluluğu uyuşuklukta arayan sanatçının mutlu olduğunu sandığı bu günler de uzun sürmedi. Yeni başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın ekonomik etkisiyle müşterisi iyice azalan Pirosmani’nin sağlığı iyiden iyiye bozulmuş, zayıf düşmüştü. İçtiği içkilerin etkisiyle karaciğeri de iflas eden sanatçı, bir gece sızıp kaldığı merdiven altından, sabah kalkamadı. Ölümünün kötü beslenmeden olduğunu söylediler. Takvimler 1918 yılını gösteriyordu ve Paskalya Yortusunun başladığı gündü. Bir ömür boyu mutlulukla mutsuzluk arasında oynanan “elim sende oyunu” bitmişti en sonunda. Günümüze, Gürcü ulusunun övünç duyduğu 200 dolayında yapıtı kalmıştır, Niko Pirosmani’nin.
Yorumlareflatun
{ 27 Kasım 2010 10:00:46 }
Hangisi mutlulugu bulmus ki?
Diğer Sayfalar: 1. En mutlu olduguna inandigi anlar yine resim yaparken gecirdigi zamanlardir.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|