“12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa değişikliği paketine “Yetmez ama evet” diyenler herkesi kör, âlemi sersem sanıyorlar.
Genel manada “liberal” ya da kendini solda tarif eden “liberal” ağırlıklı bu kişi ve gruplar, paket için “Yetmez” diyerek, AKP’yle de, AKP’nin siyasi hedeflerinin bir enstrümanı olan bu paketle de araya mesafe koydukları zannını yaratmak istiyorlar. Böyle yaparak, referandumun sonucu ne olursa olsun, ileride mutlaka omuzlarına çökecek olan tarihi sorumluluğu hafifletmek amacındalar.
“Yetmez” dediler ya, guya “şerhli evet” demiş gibi gösteriyorlar kendilerini...
Oysa “şerhsiz, koşulsuz evet” diyorlar; ama mahcup ve utangaç bir şekilde...
Bir kere, “Yetmez” demek, “Daha” demektir.
Bahsimizdeki anayasa değişikliği ihtiyaçlarınıza cevap vermiyordur; “yetmez” dersiniz. Bu bir olumsuzlamadır ve bir tavır alıştır... “Daha fazlası”nı istemeyi içerir.
Sonra “Daha fazlası yoksa ben yokum” da diyebilirsiniz... Mesela, özel ve farklı bir realitenin ürünü olan BDP boykotundaki siyasi tutum tam da budur. BDP, yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi ve Kürt sorununa ilişkin herhangi bir reformun bu pakette yer almaması nedeniyle referandumu boykot ediyor.
Ama yetmeyeni olumladığınızda, yani “evet” dediğinizde, bundan önce “Yetmez ama” demiş olmanızın hiçbir anlamı kalmaz.
“Yetmez ama evet” demek ikiyüzlü bir tavırdır; bir nevi göz boyamacılıktır.
“10 Aralık Hareketi”nin önceki gün İstanbul’da düzenlediği anayasa değişikliği konulu panelde konuşan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun şu sözlerini not ettim:
“Eğer (anayasa değişikliği paketiyle) yapılanlar kısmen de olsa olumlu olsaydı, olumlu bir adım atılmış ve dahası atılacak olsaydı, olumlu karşılayabilirdik. Ancak,
‘Yetmez ama evet’de bu yok. Bütün olarak getirilenler ve götürülenler arasında bir denge kurulduğu zaman, bana götürülenlerin, getirilenlerden daha fazla olduğu izlenimini veriyor. Anayasacılığın gelişmesi siyasi iktidarın sınırlanması oranında olur. Burada tam tersi oluyor.”
“Yetmez ama evet”çiler, anayasa değişikliği paketinin, Kaboğlu’nun ifadesiyle demokrasiden neleri “götüreceğini” görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar.
Birçoğunun gözünde, bugünkü “yüksek yargı” düzeninin tasfiye edilmesi, “yargının demokratikleşmesi” oluyor...
Bu dediğiniz, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesiyle sağlanır. Oysa paketteki düzenleme tam tersine, siyasi iktidara tabi kılınmış, iktidar üzerinde kontrol ve dengeleme görevini ifa etme yeteneğini tamamen yitirmiş, bağımlı bir yargı çıkarıyor karşımıza... Bağımlı yargıyla demokrasi olmaz, iktidar yoğunlaşması olur.
“Yetmez ama evet”çilerin ortak arızası, sadece “yıkılanı” görüp onaylamak, ama yerine neyin kurulduğunu görmeyi istememek ya da görememek... Bu da yıkılanın yerine, sürdürülebilir, özgürlükçü ve çağdaş bir demokrasinin kurulmasına katkıda bulunmalarını engelliyor.
Arıza ortak, ancak arızaya yol açan nedenler farklı... Kimisi, fi tarihinde şu veya bu nedenle AKP gemisine binmiş, yandaş olmuş, gemi yol alırken bunlarla AKP arasında öyle çıkar bağları kurulmuş ki bütün bunları koparıp gemiden inmek, onlar için can yeleksiz suya atlamak gibi bir şey. İsteseler de yapamıyor, güvertede devekuşunu oynuyorlar.
Kimisinin siyasi vizyonu, askeri darbelerde uğranılan yenilgilerin ve çekilen büyük acıların travmasıyla perdelenmiş... Solun başaramadığı “müesses nizamı yıkma” işi belki Kürt hareketi ya da İslamcılar tarafından halledilir diye bekler olmuşlar. Geçmişle ilgili takıntıları, yaklaşmakta olanı görmelerini engellemiş.
Bir de üçüncü bir kategori var. “Yandaşlaşmış travmatikler”, yani her iki özelliği aynı siyasi karakterde bütünleştirenler ki en fanatik olanları da bunlar.”