Rafael Alberti'nin "Deniz" şiirini çok severim. Deniz bir metafor olarak bu kadar güzel anlatılabilir: "Deniz, deniz, / deniz, sadece deniz!" Sonra yanıtsız sorular geliyor denizi de içine alan: "Baba, neden şehire getirdin beni?" Suskunluk. Bir can alıcı soru daha, çivi gibi:
26 Temmuz - 1 Ağustos
26 Temmuz, Pazartesi
Kahvaltı çok güzeldi, özenle hazırlanmış her şeyi silip süpürdüm.
Arap turistlerin çokluğu dikkatimi çekti bahçede. Bu yıl Arap turist akını varmış Bursa’ya.
Zeynep’ beklerken İstanbul’da Kan Var’ı okumaya devam ettim. Kitap bitti, öyküler de. Sonra Zeynep geldi. Bursa İskender’i yemeye gittik Osmangazi’ye. İskenderin tadını unutmuşum, yeniden buldum. Ayten Teyzenin cenazesine gittik. Şehadet Camii. Avlu kalabalık. Banu perişan. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi’ndeki söyleşiye Çınlama’nın ilk şiiri “Gidiş”le başladım Ayten Teyzeyi de anarak. Kendimi öyle bir kaptırmışım ki, bu çok konuşmayan adamın çenesi bir açıldı, zamanımın dışına taşmak üzereyken toparladım sorularla.
Bu farklı kütüphanenin bünyesinde oluşturulan Öykü Atölyesine katılanların belgelerini verdim belediye başkanının yardımcısıyla birlikte. Genç öykü ve şiir heveslileriyle sohbet ettim bir yandan da kitaplarımı imzalatmak isteyenlerle. Otele dönerken yağmur yağıyordu. Yağmur yağmıyordu da yağarken buharlaşıyordu sanki.
Otelde Ramis Dara’yla geceyarısına kadar içerek sohbet etmenin keyfine diyecek yoktu doğrusu. Uyku yine hak getire ve Öykü Atölyesinin dergisine dalıp gitme. Bana Zeynep’in verdiği o özgün defteri açıp baktım. Benim çirkin yazımla bu defteri nasıl buluşturacağım bakalım.
27 Temmuz, Salı
Zeynep’le birlikte yapıyorum kahvaltıyı. O, bir yandan da gazetelere dünkü etkinliğin haberini yazdı. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesindeki tamiratın ne durumda olduğunu görmeye gitme. Kütüphanecilerle sohbet. Bu belediyeye bağlı bir köydeki çocuk kütüphanesine dönüştürülecek camiyi görmeye gittik. Ve köy kahvesinde kahve içtikten sonra kahve falına baktım. Ardından kestaneli pilavla sebzeli köfte yemeye gittik. Zeynep elime bir de kestane şekeri kutusu tutuşturdu.
Otobüste bu üç günü düşündüm ve başım döndü. İlk kitabı Nü Peride’yi çok sevmiştim Hakan Akdoğan’ın. Bursa’daki Öykü Atölyesini o yönetiyormuş. Onu tanımak sevindirdi beni. Son kitabı Struma. Karanlıkta Bir Ninni’yi verdi (Doğan Kitap). 12 Eylül 1980 darbesinin yaşattığı işkence, baskı, ihbar, direnişe paralel Romanya’nın Köstence limanından kalkıp İstanbul üzerinden İsrail’e gidecek Struma gemisinin İstanbul boğazındaki vize bekleyişini ve sonra da yok oluşunu ustaca ele almış Hakan Akdoğan. Dile hakim, fazlalıklardan metnini çok iyi arındırmış bir yazarla tanıştım ben Bursa’da. Yol bitmedi otobüste çok sıkıldığım için.
28 Temmuz, Çarşamba
Rafael Alberti’nin “Deniz” şiirini çok severim. Deniz bir metafor olarak bu kadar güzel anlatılabilir:
“Deniz, deniz,
deniz, sadece deniz!”
Sonra yanıtsız sorular geliyor denizi de içine alan:
“Baba, neden şehire
getirdin beni?”
Suskunluk. Bir can alıcı soru daha, çivi gibi:
“Neden, neden çekip çıkardın / denizden beni?”
Sürgünden Şiir’leri (1978) Ülkü Tamer çevirmişti. Başka bir şiir kitabı da çıkmadı bu büyük şairin.
29 Temmuz, Perşembe
Ben nasıl yazılarıma kaptırmışsam kendimi, Ayvalık’a gitmeyi unutmuşum. Aysel Hanım telefon etti. Ayşe Kilimci’yle de bu yüzden buluşamadım. Yaz ortamında yazacak zaman bulması çok zor. Bulunca da değerlendireyim istedim.
30 Temmuz, Cuma
Arkadaşım Turgut Çeviker geldi. Onu Selin Pansiyon’a yerleştirdim. Uzun bir süre kalacağı odanın balkonunda oturduk. Cunda ayaklarımızın altındaydı ve tur tekneleri sefere çıkıyordu kulakları sağır eden müziklerle. Sonra Ayvalık sokaklarını dolaştık birlikte. Nihat’ın yerinde öğle yemeği yedik. Güler Pastanesinde Lor ve Peynir Tatlısı. Hint Horozunu Koruma Derneğinin lokalinde de (çaktırmadan horoz dövüşü yapıyorlarmış) kahve içtik. Esk’iz’de de Nihan Hanımla sohbet ettik uzun süre. Orada buldum Behçet Necatigi’in “Yayınlanmamış Şiirleri”ni (1985). Bunlar yayımlanan ama kitaplarına girmemiş şiirler.
31 Temmuz, Cumartesi
Ayvalık’a gidecek güç yok bende. Aklım gitti Selin Pansiyon’un terasında balık ve rakı içemediğim için. Midem yine çöktü. Dün ne yediysem bir şey dokundu demek. Yaz böyle bir şey işte. Bozulan midelerle uğraşmak da var tatil programında.
1 Ağustos, Pazar
Turgut’u uğurlayamadım bağırsaklarımın bozukluğu sürdüğünden. Oysa Turgut’la dün gece balıkla rakılı sohbete doyamayacaktım eğer gerçekleştirebilseydik Selen Pansiyonun terasındaki o olağanüstü manzarada. Bu gün de sabah kahvaltısı yapacaktık. Olmadı, olamadı. Gün bitti ama nasıl bittiğini bir ben bilirim. Hava çok sıcak. Herkes yakınıyor sıcaktan.