|
|
Atatürk'ün YenilgisiKategori: Türkiye | 0 Yorum | 08 Ağustos 2010 07:32:10 Atatürk ve yenilgi sözcükleri birbirine yakışmıyor. Meslek yaşamı başarılarla dolu bir komutan. Ulus yaratmış bir devlet adamı. Bu saptamaları abartılı bulanlar olabilir. Fakat ne yapalım ki tarih böyle yazıyor.
Üzerinde durmaya değmeyecek kadar düzeysiz sövgü ve saldırıların dışında, sadece bizim “resmi” tarihimizin değil, içerideki ve dışarıdaki her türlü değerlendirmenin buluştuğu ortak görüş bu. Kendisinin de yaşamının son dönemlerinde bir soruya verdiği yanıtındaki gibi, “mutlu”dur, çünkü “başarmış”tır. Yaşamdan ayrıldığı 1938’e kadar bu böyle... *** Türkiye Cumhuriyeti başka bir biçimde kurulabilir miydi? Bu gün kıyasıya tartışılmakta olan “Kürt Sorunu” Atatürk’ün sağlığında çözümlenebilir miydi? Yine bu gün açıkça dile getirilmekte olan “federasyon”, “konfederasyon” konularının o günlerde tartışılıp yaşama geçirilme şansı var mıydı? Bu gün bu koşullar var mıdır? Geçmiş bakımından “spekülatif”, bugüne ilişkin olarak ise yakıcı ve güncel bu sorular başka tartışmaların konusudur ve ister istemez tartışılmaktadır da... Fakat Atatürk’ün hedeflediği ulus devlet, onun sağlığında, 20. yüzyıl dünyasının en büyük başarılarından biri olarak insanlık tarihine yazılmıştır... *** Yenilgi ne zaman başlıyor? Benim kanımca bu, 1940’lı yıllardaki “Köy Enstitülü öğretmen mi, imam hatipli din eğitmeni mi” ikilemi ve çatışkısında, imam hatiplinin Köy Enstitülüyü yenilgiye uğratmasıyla gerçekleşmiş olan bir süreçtir. Atatürk’ün yenilgisi de böylece başlamaktadır. Demokrat Parti iktidarına doğru yürüyüşün önü böylece açılmış, bu partinin iktidar olmasıyla da karşı-Atatürkçülük ilk büyük “rövanş”ı almıştır.... Bütün bu olguların arka planlarındaki oluşumlar, sınıfsal-ekonomik ilişkiler, dış etkenler vb. kuşkusuz ki hep irdelenecektir. Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla çok partili sisteme, başka deyişle de “demokrasi”ye geçilmiş olması gerçeği de kuşkusuz ki bir çırpıda yadsınacak bir olgu değildir. Fakat bir başka ve bana kalırsa daha önemli bir gerçek de, irticanın, dinsel gericiliğin, şeriatçılık ve cemaatçiliğin, DP öncesindeki Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu partinin iktidar olduğu süreçlerdeki kadar güçlenip palazlanmamış olmasıdır. *** Günümüze geliyorum... AKP ve yöneticileri, bir neden olmaktan çok sonuçtur. Şimdi daha somut konuşmak istiyorum. Yüksek Askeri Şûra toplantısında aynı masanın çevresinde oturmakta olan asker ve sivil kişiler, sadece devlet yönetiminin iki ayrı unsurunu değil, birbirine taban tabana zıt iki dünya görüşünü temsil etmekteler... Tıpkı DP’nin iktidar olmasında demokrasinin başarısını görmek gibi günümüzdeki sivil-asker çatışkısını da sivillerin başarısı; “darbeci”liğe, “bürokrasi”ye , “askeri vesayete” vb. karşı demokrasinin kazanımı olarak görenler, yüzeysel ve biçimsel olarak kuşkusuz ki yanlış bir şey söylemiyor... Fakat yüzeysel ve biçimsel olarak... Aslında olup biten ise, Atatürk’ün yenilgisinin ikinci büyük evresinin yaşanması; onun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılarına karşı “gerici”liğin ikinci büyük rövanşı almakta oluşudur. Bu gericilik belki her zamankinden daha güçlü değil, fakat her zamankinden daha örgütlü ve kararlıdır... *** 20. yüzyıl devrimlerinden bir tek ayakta kalanın Atatürk’ün adıyla özdeşleşen Türkiye Cumhuriyeti devrimi olduğu söyleniyor, Sovyetler Birliği’nin bile çözülüp dağıldığı örnek olarak gösteriliyordu. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı doğrudur. Fakat Rusya en az eskisi kadar güçlü ve ayaktadır. Çünkü bu Rusya’nın zihinsel temelini Çarlık ve Sovyetler Birliği dönemlerinin ürünü güçlü bir “inteligentsiya”, özellikle de Sovyet döneminde sıradan halka kadar inmiş bir “aydınlanma” düşüncesi oluşturuyor... Günümüz Türkiyesi’nde “aydın”ın da, “sıradan” yurttaşın da durumu ortada... Böyle bir ortamda, “camiler kışlamız, minareler süngümüz” anlayışından bir milim geri adım atmamış olan bir “sivil” iktidarın, Atatürkçülüğün son kalelerinden “kışla”ya karşı kararlı savaşımını izliyoruz... Atatürk’ün yenilgisinin üçüncü evresi ise daha tam ve gelişmiş bir demokrasi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin dağılması olacaktır. Benim bugün, kendimizden daha çok, çocuklarımız, onların çocukları için, çok büyük bir kaygı ve üzüntüyle gözlemlemekte olduğum budur... Ataol Behramoğlu
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|