|
Güneş bulutlara tutuna tutuna batıyor bir direnişçi gibi.Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 07 Ağustos 2010 09:14:10 İnsanımız evinde titiz, temiz, ama sokağa çıktığı anda çevresini, sokağı, bulunduğu yeri kirletmekten hoşlanıyor sanki. Evini pırıl pırıl yapan kadınlar sokaklarda çekirdek çitleyerek ve çekirdeklerin kabuklarını yere atarak geziniyorlar gönül rahatlığıyla. Erkekler boş sigara paketlerini buruşturup yere atmakta bir sakınca görmüyor. Çocuklar dondurma kâğıtlarını yere atıveriyor, anne babaları da hiçbir şey söylemiyor.
19 – 25 Temmuz 19 Temmuz, Pazartesi Ayvalık’tayım. (Başka nerede olacaktım?) Meydandaki kahveye oturuyorum ve Metin Celâl’in Fazladan Bir Hayat (Everest Yayınları) romanına dalıp gidiyorum. Sabahki poyraz denize girmeme engel olduğundan, sabahları denizin yüzü buruş buruş oluyor uykusunu alamadığından herhalde, bu da beni ürkütüyor ve kucaklaşmak içimden gelmiyor onunla. Değer yitimine uğramış toplumumuzun haritasını çıkarıyor Metin Celâl. Sona doğru polisiye bir tat da katmış romanına. Rus kadınlarıyla yatıp kalkan kasabalı erkeklerin durumunu, seks videolarıyla yapılan santajları, parçalanan aileleri bir miras olayları çerçevesinde ustaca dile getiriyor. Romanın bir yerinde romanının polisiye olmadığını şöyle vurguluyor: “Dedektif romanlarına özenmenin anlamı yoktu. Gerçek hayatta hiçbir şey romanlardaki gibi gelişmiyordu.” Kahve dolup dolup boşalıyor. Tekneler şamatacı gençlerin gürültülerini, neşelerini de alıp götürüyor koylara. 20 Temmuz, Salı Sitenin içini dört dönüyorum. Her sabah temizlenmesine, çöplerin toplanmasına karşın, soka aralarında, evlerin arasında ne çok kâğıt, naylon torba, cola kutuları... toplanmayı bekliyor. Elime bir torba alıyorum ve başlıyorum gözüme çarpanları toplamaya. İnsanımız evinde titiz, temiz, ama sokağa çıktığı anda çevresini, sokağı, bulunduğu yeri kirletmekten hoşlanıyor sanki. Evini pırıl pırıl yapan kadınlar sokaklarda çekirdek çitleyerek ve çekirdeklerin kabuklarını yere atarak geziniyorlar gönül rahatlığıyla. Erkekler boş sigara paketlerini buruşturup yere atmakta bir sakınca görmüyor. Çocuklar dondurma kâğıtlarını yere atıveriyor, anne babaları da hiçbir şey söylemiyor. Evini temiz tutan insan nasıl olur da sokağını, çevresini temiz tutmaz. Bunu bir türlü anlamıyorum. 21 Temmuz, Çarşamba İstanbul Bir Maceradır sergisinin katalogu geldi sonunda. On üç şair / yazardan on üç cümlecik on üç metin. Katalogun girişi öyle kötü bir renkle basılmış ki, okunmuyor; hiç de albenisi yok. Tasarım da çok kötü. Bronza dökülen metinler ise İstanbul’un bir macera olduğunu ele veriyor mu, bilmiyorum ama özgün bir çalışma yine de. Cüneyt Ayral’ın çabalarıyla gerçekleşen bu çalışma bu yılın nisan ayında Topkapı sarayında sergilendi. 22 Temmuz, Perşembe Ayvalık. Vatandaşın Yeri. Pınar Kür. O da bir Ayvalıklı uzun bir süredir. Bizim siteye gelmeye söz verdi. Kendisiyle bir söyleşi yapacağım. Ayşe Kilimci’yle de, yaz yemekleri üstüne. Sonra Turgut’u da alarak yanımıza Süleyman’ın yerinde bira içerek dedikodu yapıyoruz İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i... kucaklayarak. Bugün Ayvalık’ın pazarı ve sokaklar salkım saçak insan. Sonra bir sıcak, bir ter, bir yorgunluk. Dolmuşlar balık istifi. Site serin. Güneş bulutlara tutuna tutuna batıyor bir direnişçi gibi. 23 Temmuz, Cuma 1+4+5+3=13. Yani İstanbul Bir Macera’dır. “Bronz Yorumlar & Mısralar Sergisi”nde yer alan metinleri ilk kez görüyorum, okuyorum. Bronza işlenen, dökülen metinlerin Türkçelerinin yanında Fransızca ve İngilizceleri de yer alıyor. Ben on üç cümlede İstanbul’un bir macera olduğunu şöyle ele almışım: “Yolcular yerlerine, otobüs çıkmaz düşlerin labirentine. Çığlıklar biriktiren mahzenleri, tarihin ip atladığı dehlizleri, büyülü ayazmaları, yer altında yaşamayı adet edinenlerin nemli, karanlık dünyalarını görmeye.Gariban bakkalları yok eden azman marketleri, Arap sermayesinin bulutları delen gökdelenleri, eski-yeni / uyumlu-uyumsuz yapıları: yanmış yıkılmış sarayların üstüne acele kurulan mahalleleri, ince inciye benzetilen Boğaz köprülerini, mekik gibi işleyen Boğaz vapurlarını, gecekonduları yıkmak için pusuda bekleyen belediye görevlilerini, soysuz rantçılarını, kunt surları, İtalyan, Yahudi, Alman, Rum, Ermeni, Kürt, Rus, Türk, Laz, Çingene... ahalisini, her türlü fanatiği, nazar boncuklu aşkları, cüce büyüleri, yere göğe konmayan camileri, erguvanları, kadehleri, oltaları, yosmaları, karaborsaları, akıp giden kardeş kanlarını, sinsi siyasi çıkarları... solladı şoför. Sonra İstanbul’la göz göze geldi!” 24 Temmuz, Cumartesi Dün Dirim geldi. Papalina ve salataya yumulunca ben hem Dirim’e, hem Papalina’ya sevindiğimden. Midem çöktü. Eyvah, böyle giderse yarın nasıl gideceğim Bursa’ya telaşı, korkusu beni iyice yatağa çiviledi. Yalnızca su içiyorum. Salonda yatıyorum. Düş kuramıyorum. Okuyamıyorum. Dışarıyı dinliyorum. Yemek kokuları midemi altüst ediyor. Dalıyorum. Uyku ile uyanıklık arasındaki uyuşukluktayım. 25 Temmuz, Pazar Otobüsteyim. Midemi yokluyorum. İyi. Aman iyi olsun. Yolda bir şey yemiyorum. İstanbul’da Kan Var’ı okuyorum (Sel Yayınları). Garip bir seçki bu; polisiye değil, İstanbul’un dopdolu öykü dünyasından canlı, kanlı gerçek sahneler sunuyor. Bursa’ya daha çok var ve ben İstanbul sokaklarındaki cinayetlerin kanını temizlemekle meşgulüm. Susurluk. Karanlıkta kalan bir tarih, üstüne gidilemeyen; korkulan! Sonra Bursa! Zeynep. Öğle yemeği: Semizotu, enginar. Öğleden sonra Banu. Başsağlığı. Ayten Teyzeyi kaybetmişiz. Uzun süredir bitkisel hayattaki, benim kırk yıldır tanıdığım şuh, alımlı, şiirler okuyan, aryalar söyleyen, şarkı sözleri yazan ve güzel sofralar hazırlayan Ayten Teyzenin bir avuç kalmış cesedi yüreğimi burkuyor. Akşam ünlü Arap Şükrü’nün balıkçı lokantasında ne balık yiyebildim, ne de doğru dürüst rakı içebildim. Patlıcan ezmesi ve humusla iki duble rakı; boğamıza düğümlendi hepsi. Geçmiş beynimde hora tepip durdu. Otelim, Kitap Evi, gerçek bir kitap eviymiş. Sonra butik otele dönüştürülmüş. Bursa ovasına hakim bir yükseklikte. 12 odanın her birinin özelliği farklıymış. Benimki çok yalındı, öyle olmasına da sevindim. Sabah kahvaltısındaki tabakların hepsi hakiki porselendi, banyo takımları da. Başucuma Bursa’ya ilişkin kitaplar konmuştu ve bu beni çok sevindirdi. Gece uyku hak getire bende!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|