|
Gaziantep yemekleri kitabıKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 03 Ağustos 2010 23:02:11 Ne çok börek, zeytinyağlı, piyaz, cacık, turşu, kızartma, tatlı, helva, serinletici, şıra, meze... adı varmış meğer: "Karnıyarık, lahmacun" da böreklerden sayılıyormuş. "Şiş börek'le "Tarhınlı peynirli" böreği merak ettim. "Loloz, Maş, Patates" piyazını ne duydum ne de tattım.
12 – 18 Temmuz 12 Temmuz, Pazartesi Cunda’yı sevenlere şaşmıyorum, hayret ediyorum. Eski Rum evlerinin çok azaldığının, çirkin yapılaşmanın alıp başını gittiğinin, kıyıdaki balık lokantalarının çok pahalı olduğunun, Ada’nın pislikten boğulduğunun nasıl farkına varmaz insanlar, buranın tutkunları? Tekneyle Ayvalık’tan Ada’ya 20 dakika. Dolmuş daha uzun sürüyor. Ada’nın akşam kalabalığı çekilir gibi değil. Zorunlu kalmadıkça Cunda’ya gitmiyorum. Konuklarımızı götürdüm bugün. Hemen Hayat Bahçesi’ne oturttum onları. Bu farklı ve ferahlatıcı mekânı sevdiler, hele buranın sahibi Meryem Hanımın tatlı diline, güler yüzüne bayıldılar. Akşamüstü Ada, tur teknelerinin som mola yeri olduğundan, çok kalabalık oluyor. Şamatacı gençlerin gürültüsü yeri göğü tutuyor. 13 Temmuz, Salı Güre’ye götürdük konuklarımızı. Bir saat on beş dakikalık yol büyüleyiciydi zeytin ormanlarının arasından giderken. Her yerde yerleşim birimlerinin çirkin mimarisi göze çarpıyordu. Konuklarımızın üç hafta geçirecekleri otel ise abartılı iç ve dış görünüşüyle yöredeki başka otellerden farklı görünmüyordu. Dönüş yolunu şaşırıp epeyce Balıkesir yönüne gittik ama iyi de oldu, yolda epeyce armut topladık. Ayvalık’a geldiğimizde yolun beni ne kadar sersemlettiğini düşündüm. Günbatımının çekiciliğiyle günün yorgunluğunu atmak güzeldi. Akşam çok hafif yedik: zeytinyağlı fasulye ve karpuz. 14 Temmuz, Çarşamba Cennet Tepesi. Ayvalık’a, adalara, Cunda’ya tepeden bakan bir yer. Belediyenin ihmal ettiği, pisliğine göz yumduğu bu yere yığılıyor insanlar güneş batmasına yakın. Sevim Hanım ve Ender Beyle birlikte boş bir masa kaptık erken geldiğimiz için. Patates salatasını, zeytinyağlı biber dolmasını ve zeytinyağlı bamyayı çıkardık torbalardan. Aslında bir duble rakı içmek isterdim ama içki teşkilatını kurmak zor olacaktı, onun için maden suyu ve meyve sularıyla yetinmek zorundayız artık. Güneş bulutların arasından damla damla süzüldü ufka doğru. Yandaki masadan mangalda cızırdayıp duran köfte kokuları iştahımı nasıl da kabartıyor. Gece serinledi. Hava nasıl gri! Benim sevdiğim gri bu, siyaha geçiş yapan ve beni düşlere boğan! 15 Temmuz, Perşembe Bugün çok kalabalık olur Ayvalık, biliyorum. Çünkü pazarı var. Ama Nihan hanımı görmek için bu kalabalığı ve sıcağı göze aldık Ender’le birlikte. Belediye otobüsü dolmuş gibi her siteye girip çıkmıyor allahtan. Postaneye uğrayıp Hayâl yayınlarından gelen kitap paketimi aldıktan sonra Vatandaşın Yeri’nde Aysel hanımı görmeye gidiyoruz. Necati Cumalı’nın Güzel Aydınlık (3. baskı 1971) kitabına rastlayınca rafta, hemen kapıyorum. Daha önce kaç kez okuduğum bu şiirleri yeniden okumak bana büyük bir huzur veriyor: Burası deniz kenarı Taşrada küçük bir yer Renk renk bulutlar böler Derin göklerini Deniz her vakit çırpıntılı İnsanlar kendi halindeler. Nihan hanımın sahaf dükkânı Esk’iz. Bir yandan sıcak gözlemelerimizi atıştırıyoruz çay ve ayran eşliğinde, bir yandan da geride bıraktığımız bir yılı konuşuyoruz. Arada bir kitap arayanlar da başlarını uzatıyorlar kapıdan. Daha çok vampir konulu kitapları soruyormuş gençler ya da ders kitabı. Necati Cumalı’nın şu dizeleri cuk oturuyor bu duruma: Bu yeri yıllardır bilirim Yıllardır hiç değişmemiştir 16 Temmuz, Cuma Öner Yağcı’yla söyleşimiz CUMOK (Cumhuriyet gazetesi okurları) toplantısında gerçekleşti. Aynı yaştayım Öner’le. Yazdığımız dergiler, bulunduğumuz çevre de aynıydı ben Berlin’e gitmeden önce. O Kardelen’le cezaevi günlerinde biriktirdiği gözlemlerini romanlaştırdı. Kardelen sözcüğü onun sayesinde yaygınlaştı sayılır. Sonra başvuru kitapları ve romanlar yazmayı sürdürdü. Turnalar, Gökyüzüne Akan Irmak, Kaptan ve Kir romanları yakın geçmişe tanıklıkları içeriyor. Onun Dadaloğlu, Hayyam, Karacaoğlan, Köroğlu için hazırladığı kitaplardan haberim yoktu. Özlü ve Güzel Sözler, Çocuk Adları Sözlüğü... kitaplarını da duymamıştım. Şükran Kurdakul’un yaşamını ve yapıtlarını ele alan kitabını biliyorum. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden başlayarak günümüze kadar roman, yazar, iktidar bağlamında farklı bir söyleşi gerçekleştirdik ve sanıyorum izleyiciler de bundan memnun kaldılar. 17 Temmuz, Cumartesi Gaziantep yemeklerine merak sardığımdan değil ama yemeğe duyduğum ilgiden elimden düşmüyor 1999’da yayımlanan Gaziantep yemekleri kitabı. Ne çok börek, zeytinyağlı, piyaz, cacık, turşu, kızartma, tatlı, helva, serinletici, şıra, meze... adı varmış meğer: “Karnıyarık, lahmacun” da böreklerden sayılıyormuş. “Şiş börek”le “Tarhınlı peynirli” böreği merak ettim. “Loloz, Maş, Patates” piyazını ne duydum ne de tattım. “Aşotu, havuç, ıspanak, haşlanmış keme, maydanoz, kırmızı pancar, turp, yarpuz” cacığını da hiç duymadım. “At elması turşusu”nu merak ettim. “Beyin” kızarması nasıl bir şey acaba? Ya “Öcce, semsek, yapma” ne ola ki? Tatlılarla aram hoş olmadığı için onları sayıp dökmüyorum. Ağzım sulandı şimdi, hem de nasıl! 18 Temmuz, Pazar Denize bugün de giremedik. Poyraz devam ediyor. Denizin yüzü buruşuk, kirli çarşaf gibi. Metin Celâl’in Fazladan Bir hayat romanını okumaya başladım. Gün batımında Bora beyleydim. Harabelerin ucunda. Güneş gözümüzün önünde bir ateş topu gibi damla damla denize gömüldü. Sonra bir serinlik çıktı. Nereden geldiğini anlayamadığım bir grilik baladı başladı. Gecenin kösnül soluğunu duydum birden.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|