Son günlerde karşılaştığımız olayları açıklamak için çok argo bir deyim var ama yazmayacağım. Korkumdan değil, utandığımdan, onlar adına, Türkiye adına, onlara bugüne kadar destek veren ve "Gelmiş geçmiş en demokrat hükümet!" diyenler adına, dincilerin demokrat olamayacağını görmeyenler adına utandığımdan yazmayacağım.
Babam birgün bana “Kimileyin öyle bir tümce kuruyorsun ki, en haklı durumdayken en haksız duruma düşüyorsun…” demişti. Haklıydı, 12 Eylül sonrası yaşadığım bir olaydan dolayı söylemişti bunu. Ne kadar haklı olursa olsun ben söylediklerimden sadece kendim sorumluydum, temsil ettiğim bir kurum yada parti yoktu. Oysa son günlerde yaşadıklarımız ve duyduklarımız kişileri değil Türkiye’yi bağlayan demeçler…
Esasında bu demeçler Turgut Özal’la başlamıştı, sonra saçmalıklar boyutunda Tansu Çiller’le devam etti ve şimdi de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan devam ettiriyor. 12 Eylül faşizminin başı Kenan Evren’in saçmalıklarını saymıyorum çünkü ona kimse erişemez hem de başbakanlardan bahsediyorum…
Bu saçmalıkları iç politika anlamında söylerseniz hoş kaçmaz ama çok da önemli olmayabilir. Sadece ülkenizin başbakanının cahilliğine üzülürsünüz, ancak olay dış politika olduğunda iş değişir, temsil ettiğiniz bir ülke var, kendi adınıza değil ülkeniz adına konuşmak zorundasınız…
Erdoğan son konuşmalarından birinde Mehmet Akif’in dizelerinden bir bölüm okudu: “‘Türk Arapsız yaşayamaz; kim yaşar der delidir, Arap’ın Türk, hem sağ gözü hem de sağ elidir.” Mehmet Akif bu şiiri 1913 yılında yazmış, yani Osmanlı zamanında, bu konu çok tartışıldığı için üstünde fazla durmayacağım. Aklı başında bir kitap okuru olmazsanız bu tür hatalar yaparsınız, daha önce de şairlerin adını karıştırmıştı Erdoğan zaten.
Olaylar öyle üst üste geliyor ki, ben artık Türkiye adının ne zaman değiştirileceğini düşünmeye başladım. Şu an yaşadığımız Türkiye’de öyle bir noktaya doğru gidiyoruz ki, Türkler Kürtlerle, Yahudilerle, Ermenilerle yada Rumlarla yaşayamaz noktasına doğru iyice itiliyor. Yapılan anketler var, komşu olarak istemeyenlerin oranı yüzde 60’larda… Filistin’e yardım neredeyse cihat çağrısına dönmüş durumda, Ermeniler için “Kaçak Ermenileri gönderirim…” diyen bir başbakan var. Kürt açılımı başlattım diyen hükümet en büyük Kürt tatbikatlardan birini başlatmak üzere.
Tam bunlar konuşulurken Türkiye, Ürdün, Suriye ve Lübnan arasında bir Pakt kuruluyor. Derken kendini gelmiş geçmiş en büyük Dış İşleri bakanı sanan Ahmet Davutoğlu çıkıyor ve Arap diplomata “Kudüs başkent olacak ve hep beraber Mescit el Aksa’da namaz kılacağız!..”diyebiliyor. Ayrıca konuşmasında “Kimse Kudüs Musevi şehridir diyemez, şunun bunun şehridir diyemez, Kudüs insanlık şehridir!..” diyor. Ne kadar ciddi bir ifade değil mi “Şunun bunun şehri!” Tam Recep Tayyip Erdoğan’ın lümpen tarzı, adam bakan değil de kahvede arkadaşlarıyla sohbet ediyor.
Bunlarla kalsa iyi, son olarak da Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can çıktı. Söylediğine göre Anayasa Mahkemesi hükümet aleyhine karar alırsa uyulması gerekmiyormuş. Bu açıklamadan daha faşist, daha diktatoryal bir açıklama olabilir mi diye düşünebilirsiniz ama her şey o kadar arka arkaya geliyor ki hangi konuda gardımızı alacağımızı şaşırmış durumdayız. Osman Can bu açıklamayı yaptıktan sonra Anayasa Mahkemesi’nin alacağı kararın hemen hemen hiçbir önemi kalmıyor, çünkü mahkeme kararı yanlış bile olsa Can’ın önerdiği çözüm tam bir felaket. Dün gece televizyonda izledim ama açıklamalarından bişey anladıysam Arap olayım.
İran olayı da olmak üzere son günlerde bütün bu olanlar sivil darbenin, diktatoryanın ayak sesleri. Eksen kayması tartışılıyor, oysa kayma neyim yok, Erdoğan ve ekibi bildiklerini, inandıklarını okuyor. Tek başına Davutoğlu yada başkası demeç vermiyor, tavır almıyor, olanların hepsi Erdoğan’ın denetiminde. Erdoğan seçimleri kaybedeceğini bildiğinden son kozlarını oynuyor ama sanırım bu olanlar daha pahalıya mal olacak…
Ahmet Nesin